Büyük Hali
C.M.Altar’ın oğlu Ahmet Altar tarafından 1985-95 yılları arasında babasına anlattırarak banda aldığı ve derleyerek hazırladığı anılar
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
İstanbul, Mayıs 2019
Büyük Hali
C.M.Altar’ın oğlu Ahmet Altar tarafından 1985-95 yılları arasında babasına anlattırarak banda aldığı ve derleyerek hazırladığı anılar
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
İstanbul, Mayıs 2019
C.M.Altar’ın oğlu Ahmet Altar tarafından 1985-95 yılları arasında babasına anlattırarak banda aldığı ve derleyerek hazırladığı anılar
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
İstanbul, Mayıs 2019
Cevad Memduh Altar'ın 66 yıllık uzun çalışma ve yazı hayatı boyunca müzik ve kültür hayatımızla ilgili olarak kaleme almış olduğu anı niteliğindeki klasörler dolusu yazılarından seçmeler.
Cevad Memduh Altar'ın müzik eğitimi almak üzere 1922 yılında Viyana'ya gidiş yolculuğunun kendi kaleminden hikâyesi...
Cevad Memduh Altar'ın oğlu Ahmet Altar tarafından 1985-1993 yılları arasında yapılan ses kayıtları ve diğer kaynaklardan kitap olarak yayımlanmak üzere hazırlanmakta olan anılardan kısaltılarak alınmış 3 bölüm.
Sevgili kardeşim Necil, Yetmişinci doğum yıldönümüne de sağlıkla eriştiğin için seni candan kutlar, daha nice yılları mutlulukla yaşamanı Ulu Tanrı'dan dilerim. Ankara'da seninle ilk karşılaştığımız günleri unutmamız mümkün mü? Batıdan dönmek üzere olduğunu haftalardır işitiyor ve mukadder olan karşılaşmayı heyecanla bekliyorduk.
1927 yılında Almanya'dan tahsilden döndüm; Cebeci'deki Musiki Muallim Mektebi'nin Nazariyat [Teori] öğretmenliğine atandım. Hemen her gün yeni başlayacak bir öğretim yılının hazırlıklarıyla meşguldük. Sonbaharın güzel bir günü idi. Müdürümüz Zeki Üngör, "Gazi Hazretleri, Avrupa'dan tahsilden dönen gençleri tanımak istiyor, yakında seni de çağıracakmış, hazır ol" dedi.
Bu çağrı, 1927 yılının Ekim ayında olmuştu. Almanya’daki resim öğrenimlerinden yurda dönen iki ressamımızın İstanbul’da oldukları ve yalnız benim Ankara’da olduğum kendilerine arz edilince: “Öyleyse buradaki getirin!” duyurmuşlar ki o da bendim. Ben Almanya’da Müzik, Güzel Sanatlar Tarihi ve Estetik konuları üstünde çalışmalarımı sürdürmüştüm.
Geçen 24 Mart günü 93 yaşında yitirdiğimiz gerçek bir aydın ve Atatürkçü kültür adamı olan babam Cevad Memduh Altar'ın geçen ay 23.sü gerçekleştirilmekte olan Uluslararası İstanbul Festivali'ni düzenleyen İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı'nın kuruluşunda büyük emeği geçmiş, Vakıf senedini de aylar süren özverili bir çalışmayla bizzat kendisi hazırlamıştı.
Çağımızın ünlü tiyatro adamı Carl Ebert'in geçenlerde Los Angeles'te 93 yaşında hayata gözlerini yumması, bizleri yürekten duygulandırdı. Bu büyük insan, 1935-36 yıllarında faaliyete geçen Ankara Devlet Konservatuvarı'nın Tiyatro ve Opera Bölümlerinin, daha sonraki yıllarda da Devlet Tiyatro ve Operası'nın kurucusuydu ve dokuz yıl süreyle yönettiği bu kurumlarda, birçok yetenekli sahne sanatçımızın yetişmesine olanak sağlamıştı.
Bilim ve sanatın kaderini, çağımızda sadece eğitim ve öğretimin etkilediği bir gerçektir. Rönesans'ta olduğu gibi, bilimi ve sanatı usta-çırak ilişkisine tutsak düşüren anlayıştan zamanla uzaklaştıran tek etken, mutlak-aklın eleştirisidir. Ne var ki tabiatın gelişim yasası gereği olan bu tür ilerleyişlerin hızını ayarlamakta insanoğlunun istek ve anlayış gücünün rolü büyüktür.
Müzik sanatımızın çağdaş oluşum ve gelişimine "öncü" olmuş bir büyüğü kaybettik: Cemal Reşit Rey'i! Ona "öncü" değil, çoksesli çağdaş Türk sanat-müziğinin "babası" demek şüphesiz daha doğru olur! Cemal Reşit ve onunla birlikte "Türk Beşleri" diye anılan büyük bestecilerimiz Ahmet Adnan Saygun, Necil Kâzım Akses, Ulvi Cemal Erkin ve Ferit Alnar ile onları izleyerek çoksesli teknikle eserler vermiş bulunan Bülent Tarcan ...
Otuz yıldan beri bu yolda yapılan bütün çalışmaların tek gayesi, müzik sanatına yeni bir renk katabilmekti. Buna yeni “ses” de demek mümkündü. Esasen müzikte yeni ses, yeni renk demekti. Halbuki insan, yaşadığı çevrenin müzik sanatıyla ilgili bütün enstrümanlarını tanımış, bunların çıkardığı seslere mahsus renklere alışmış, bu renklerin dışında başka renklerin bulunamayacağı geleneğine bağlanmıştı.
Henry Moore'un Londra'ya yakın villasında hem çay içiyor, hem de tartışıyorduk; önemli bir konuya eğilmiştik… Çağımızın, anıt dikme çağı olup olmadığı tartışılıyordu. Moore, İngiliz terbiyesinin ölçülü sınırları içinde gülümsüyordu ve aksi tezi savunarak: "…ama anıt dikme devri çoktan geçti!" diyordu.
Cebeci çayırında 3 ev vardı. Bunlardan ortadaki Musiki Muallim Mektebi, sağdaki müdür evi, soldaki de kızlar yatakhanesi idi. Sonradan üçü de yıkılan bu binalardan sol taraftaki iki katlının vaktiyle Azerbaycan Elçiliği olduğu söylenirdi.
Devlet Konservatuvarı 25. yılını bitirirken, ilk hatıra gelen ad Taşkıran oluyor. Bu ad nasıl hatırlanmasın ki! Kurumun dayandığı temellerde Taşkıran'ın emeği olduğunu herkes bilir. O halde bu düşüncenin verdiği huzurla, Ankara Devlet Konservatuvarı'nın 25. yılını kutlarken, Nurullah Şevket Taşkıran gibi bir idealisti kaybedeli geçen sekiz yıla bir yılı daha katmış oluyoruz.
Güzel Sanat Akademisi'nin Mimarlık Bölümü Şefi Prof. Bruno Taut'ı, daha çok 1937-1938 yıllarında yakından tanımıştım. Taut, çok sık olmasa da arada bir Ankara'ya Millî Eğitim Bakanlığı'na gelirdi; başta Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi inşaatı olmak üzere, Bakanlığa ait öteki inşaat alanlarıyla ilgili çalışmalar yapardı. Taut, sakin mizaçlı bir insandı; az konuşur, çok dinlerdi.
Refik Ahmet Sevengil arkadaşımızı kaybedeli bir yıl oldu. Bu değerli insanı nerede ve nasıl tanıdığımı, uzun yılların iş ve dostluk yaşantısını birlikte nasıl sürdürdüğümüzü ana hatlarıyla anlatmaya çalışacağım: 1932 yılıydı. Babıali'de Kanaat Kütüphanesi sahibi İlyas efendiye gitmiştim; bir kitabım basılıyordu.
Halil Bedi Yönetken'i 28 Aralık [1969] Cumartesi akşamı kaybetmiş olduğumuzu, aynı gün radyodan öğrendik. Bu ölüm, sanat dünyamızı olağanüstü bir kültür adamından yoksun bıraktı. 35 yıllık meslek arkadaşlığının sıkıntılarına, dertlerine, Halil Bedi Yönetken ile omuz omuza göğüs germiştik; ...
II. Dünya Savaşı sırasında İstanbul'da askerliğini yaparken Levazım İşleri Dairesi Başkanlığı tarafından görevlendirilen Cevad Memduh'un, Almanya ve İtalya tarafından işgal edilmiş olan Yunanistan'a Türk hükümetinin gizli emriyle 7 bin tüfek bombası, 100 bin corap ve 1500 kg. kalay götürüp teslim etmesinin 1975 yılında (Kıbrıs harekatı sonrasında) gazetelerde çıkan hikayesi ve malzemenin teslim edildigine dair belge.
Altmış beş yıllık gerçek dostluğun güvencesiyle olacak, ben onu, aramızdaki yakın ilişkiler içinde sadece Adnan diye anmaktan büyük haz duyardım. İşte şimdi kültür dünyamız Adnan'ı kaybetti. Geniş anlamlı, derin içerikli, evrensel boyutlu eserleriyle yalnız yurt içinde değil, uluslararası Forum'da da dehasını ...
Bu yıl 31’inci yılını idrak eden Ankara Radyosu’nun eski emektarlarından olduğum için arkadaşlarım benim de fikirlerimi öğrenmek istiyorlar, ben de söyleyeceğim...
Bugün burada Ata’yı anmak iin toplandık. Yalnız biz değil, şu anda onu her Türk anıyor; bizim gibi bir araya toplanan herkes onun hatırasını yad ediyor...
Cumhuriyetin kurucusu Büyük Önder Atatürk’ün çok-sesli çağdaş sanat müziğine duyduğu yakın ilgiye özellikle 1927 yılında sık sık tanık olmuştum.
Onu ne zaman görsem, sanat musikimizin çağdaş anlamdaki yenileyicisi ile karşılaşmış olmaktan sevinç duyarım.
Onun adı bende Darülbedayi’in adı kadar eskidir. Şehir Tiyatrosu dendikçe de gene onu hatırlarım.
Ünlü viyolonistimiz Necdet Remzi Atak’ın, memleket kültürüne yaptığı başarılı hizmetler karşısında, müzik sanatının büyük önderi Beethoven’in hayatı uzun, sanatı kısa bulmasına hak vermemeye imkân yok.
Sanat hayatının 40ıncı yılına ayak bastığını duyduğum gün, büyük şair Goethe’nin bir mısraı hatırıma geldi...
Nurullah ile olan arkadaşlığım neredeyse kırk yılın arkadaşlığıdır. Hem de sanat
yolunun yolculuğunda geçen bir arkadaşlık.
Beethoven’in hayatını araştıranların en başında şüphesiz Bostonlu bilgin Alexander Wheelock Thayer gelir. 1770’de Bonn’da doğan Alman Beethoven’i, 1817’de
Ünlü piyanistimiz İdil Biret, daha 5,5 yaşında iken, dinleyenleri başarısına hayran bırakmıştı. Aradan 15 yıl daha geçti; bu süre içinde kendisine duyduğumuz hayranlığın sebepsiz olmadığı anlaşıldı.
Cebeci civarında üç kerpiç ev vardı. Bunlardan ortadaki Musiki Muallim Mektebi, sağdaki müdür evi, soldaki de kızlar yatakhanesi idi. Zamanla üçü de yıkılan bu evlerden sol taraftakinin vaktiyle Azerbaycan Elçiliği olduğu söylenirdi.
Birinci Devlet Resim Heykel Sergisi’nin Ankara’da nasıl açıldığını bugünkü gibi hatırlarım. Şimdi Devlet Operası’nın bulunduğu bina, Ankara’nın ilk sergi evi idi.
İkinci Dünya Savaşının heyecanlı günlerinde yeniden silah altına alınmış, Millî Savunma Bakanlığında görevlendirilmiştim. Bakanlık yoğun bir çaba içinde idi.
Sevgili arkadaşımız Güzel Sanatlar Genel Müdürü Halil Dikmen’in ansızın ölümü, kültür saflarımızda doldurulması imkânsız bir boşluğun daha meydana gelmesine yol açtı.
Ünlü İtalyan bestecisi Gian Carlo Menotti’nin “Konsolos” operası Ankara’da oynanalı 20 yıl oldu (Aralık 1952).
Kıymetli sanatkâr Mesud Cemil’in 40’ıncı sanat yılı münasebetiyle tertib edilen jübile bu gece yapılıyor.
Büyük Alman bestecisi Prof. Paul Hindemith’in 25 Aralık 1963’te Batı Berlin’de, tedavi edilmekte olduğu hastanede 68 yaşında öldüğü haberini...
Bizde Batı anlamında sahne, İstanbul Şehir Tiyatrosu ile başlar, Ankara Devlet Tiyatrosu’nde gelişir, uluslararası planda da meyve verir.
Dün sabah ilk aldığımız haber bu oldu. Herkes gibi biz de bu habere önce inanamadık; telefonla sorup soruşturduktan sonra, haberin doğru çıkması hepimizi içten sarstı.
Eskiden aksi tezi de savunmuştum. Bir tiyatro kurabilmenin, her şeyden önce bol para ile mümkün olabileceğine inanmıştım. Bugün de aynı fikirden yüzde yüz uzaklaştığımı sanmıyorum.
Kıymetli arkadaşımızı kaybedeli tam bir yıl oldu. O’nun ölümü ile Türk sanatı, büyük bir fikir adamı ve müzikolog kaybetti.
Teksas günlerimi hiç unutamam, çünkü Margo Jones’u tanımıştım. Washington D.C.’den kendisine telefon ederek 5 Nisan 1954 günü için randevu almışlardı.
Devlet Konservatuvarımızın şan mütehassısı Nurullah Şevket Taşkıran’ı geçen sene, 15 Ağustos gecesi kaybettik.
Kıymetli arkadaşımız Nurullah’ı kaybettik. Onun ziyaı [kaybı], memleket için yalnız bir sanatkâr kaybı demek değildir.