Cumhuriyet
21 Kasım 1952, Cuma
Günün mevzuları
Cevad Memduh Altar
Kıymetli sanatkâr Mesud Cemil’in 40’ıncı sanat yılı münasebetiyle tertib edilen jübile bu gece yapılıyor. Jübilede dağıtılmak üzere bastırılan broşürden Devlet Tiyatrosu Umum Müdürü Cevad Memduh Altar’ın bir yazısını aşağıya alıyoruz:
Onu tanıyalı nerede ise 35 yıl olacak. Delikanlılık çağının nice bin fırtınası içinde sanata da ayırabildiğimiz saatler, bizi daha o yaşlarda sık sık karşılaştırdı. Tamburi Cemil’in oğlu olmak şerefi bütün bu temaslarda ona müstesna bir mevki sağlamakta idi. Herkes ondaki irsî kabiliyetten bahsederdi.
Mütareke yıllarının kâbusu altında, ruhî halâsı [ruhsal kurtuluşu] gene sanatta bulacağımıza inanmıştık. Fakat bu sanat, saf ve platonik bir amatörlüğün hududunu bir türlü aşamıyordu. Hakiki yolu tayinde uzun müddet güçlük çektik. Bununla beraber içimizdeki sanat meşalesini tutuşturacak rehberlerden mahrum değildik. Bilhassa mektep buna yardım ediyor, viyolonist Zeki Bey, rahmetli muallim İzzet Bey gibi müstesna yaradılışlı öğretmenler, ruhlarımızı çoksesli musikiye ayarlama yolunda bizleri irşad ediyorlardı [doğru yolu gösteriyorlardı]. Böylece daha çocuk denecek yaşlarda, zamanın sanat anlayışına aykırı bir tekniğe ve estetiğe irtibatı nisbeten kolay sağlayabildik. Artık istikamet belirmişti; fakat gayeye teveccüh yolunda verilen kesin kararı takip eden yıllar, bizim için asıl mücadele yılları oldu. Nitekim bu mücadelenin temin edeceği sonucu, yalnız hisle sağlamaya imkân yoktu. En mühim noksanımız: sistem, metod, kısaca “bilgi” idi. Bunu temin için Rönesans’tan bu tarafa, bütün millî toplulukların ilimde ve fende seyyanen faydalandıkları müşterek metod ve teknikten memleketimizin de faydalanması lazım geliyordu. O halde mutlaka Batı dünyasına gidecek, Bach’ların, Beethoven’lerin vaktiyle kurdukları atölyelerde bizzat çalışıp, teknik noksanlarımızı telafi edecektik.
İşte böylesine bir öğrenme ideali içinde geçen yıllar, günün birinde beni (1922) Mesud Cemil ile Almanya’da Leipzig şehrinde de karşılaştırdı. İmkân bulma hususunda girişilen çetin savaş kazanılmıştı. O, elinde viyolonseli, Berlin’e gitmişti; ben ise vefasız kemanımla Leipzig’e yerleşmiş ve işi zamanla nazari etüd ve tetkiklere dökmüştüm.
Avrupa’da geçen tahsil yılları esnasında Mesud’la vakit vakit karşılaştık. 1927 senesinde vatana avdet ettiğim zaman, onu İstanbul’da yeni postanenin üstünde kurulmuş olan Radyo Şirketinin musiki neşriyatını idare ederken buldum. Aynı yıl, Ankara Musiki Muallim Mektebi nazariyat hocalığına tayin edilmiş, böylelikle devletin olduğu kadar, sanatın da fiilen hizmetkârı olmak bahtiyarlığına nail olmuştum. Ne yazık ki, sevgili Mesud’dan ve onun sihirkâr muhitinden uzaklaşacaktım. Yalnız, Mesud’un İstanbul Konservatuvarında hoca olması keyfiyeti beni teselli ediyordu.
Aradan 13 yıl daha geçti. Vakta ki millî radyo neşriyatının devlete intikali takarrür etti [kararlaştırıldı], o zamandan itibaren Mesud’un da Ankara’ya intikali hayırlı bir emrivaki oldu. Buna hepimiz sevindik. O sıralarda (1939) Maarif Vekâletinde [Millî Eğitim Bakanlığında] Güzel Sanatlar Şube Müdürü idim. Mesud, Ankara’ya çağrıldı ve gene aynı yıl ilk millî radyo postamızın müzik neşriyatını tedvire [yönetme] memur edildi. O tarihten beri radyo yayınları program komisyonunda vekâleti temsilen çalıştığım müddetçe, Mesud ile mesut bir işbirliği yapmak fırsatını elde etmiştim. İşte böyle bir imkân içinde ona olan bağlılığım büsbütün arttı. Çünkü kendisiyle vaki çalışmamız, memlekette tarihî ve klasik Türk musikisi ile Batı sanat musikisine aynı kudrette vakıf bir icracının ve bir münekkidin [eleştirmenin] ancak Mesud Cemil’in olabileceği yollu kanaatimi tamamen teyit etmiş ve bu kanaatimde hiçbir zaman yanılmamış olduğumu yıllar boyunca müşahede etmek [gözlemlemek] beni ayrıca sevindirmişti.
Ankara yılları bizim için sanat inkılabımızın ışığı altında mücadele yılları olmaktan ziyade, ıslahat yılları olmuştu. 1936 senesinde devamlı ve müşterek bir idealin meyvesi demek olan Devlet Konservatuvarının kuruluşunda, Mesud Cemil’in de fikirlerinden istifade edilmiş ve 1939 yılında 3 yaşını idrak eden müessesenin Yüksek Kompozisyon Şubesinde Mseud, Tatbikatlı Türk Musikisi Tarihi muallimi tayin edilmişti.
1943 yılında, Basın Yayın Umum Müdürlüğünün ilk Radyo Dairesi Müdürlüğünü naklen üzerime aldığım zaman, Mesud ile daha yakından çalışma fırsatını elde etmiştim. O zaman Mesud, Ankara Radyosu Müzik Yayınları Şefi idi. Aradan 7 yıl daha geçti. Günün birinde kanuni bir teşekkül halinde vakit vakit toplanan “Radyo Yayınları Danışma Kurulu” çalışmalarında, onun müspet ve yapıcı mesaisinden şahsen çok faydalandım.
1951 yılı Mayısında, Devlet Tiyatrosu Genel Müdürlüğüne tayin edilmem suretiyle tekrar Maarif hizmetine avdet ederken, Mesud da evvela Ankara Radyosu Müdürlüğüne ve kısa bir zaman sonra da İstanbul Radyosu Müdürlüğüne terfian tayin edildi. Onunla bir arada çalışamamanın verdiği ıstırabı, kendisine hakkıyla tevdi edilen bu son memleket hizmetinin ehemmiyeti ancak telafi edebildi.
İşte Mesud Cemil ile birlikte geçen müşterek mefkûre [ideal] yıllarının tarihçesi… Bu 35 senenin seyri içindeki mücadelemizi de, sanat mesaimizi de, o ve onun gibi kıymetli arkadaşlarımızın yardım ve alâkaları ile başarıp tamamladık. Mücadele yıllarını beraber açtık; karşılaştığımız maniaları beraber aştık. İdeallerimizin meyvesi ve muhassalası [elde edilen sonucu] demek olan millî radyomuzda, Devlet Konservatuvarında, Devlet Tiyatro ve Operasında hep aynı gaye uğrunda beraber çalıştık. Bugünkü sanatın milletlerarası değerdeki müşterek ilim ve tekniğinin ışığında, binbir millî hüviyetimizle sanat dünyasının eşit haklarına ulaştıran davamızın tahakkuku [gerçekleştirilmesi] yolunda, aynı sevinç yaşlarının hazzını beraber tattık.
Ve sen, irfan tarihimizin sadık hizmetkârı Mesud Cemil, gerek mücadele, gerek reform yıllarımızda, hakikati olduğu gibi söylemekte ve yazmakta tereddüt etmediğin için, vakit vakit haksız hücumlara da uğradın. Şurası muhakkak idi ki, bütün bir radyo faaliyetin esnasında, Türk musikisi muhalledatının [şaheserlerinin] sahih [gerçek] örnekleri senin elinde hakiki üslûp ve ikaına [dayanağına] kavuşmuş ve bugünün sanat anlayışının ışığında yepyeni bir hayata istihale etmekte [dönüşmekte] olan modern Türk musikisinin ilk mübeşşirlerine [müjdecilerine], bu otantik kaynaklardan icabı gibi faydalanma imkânını da gene sen verdin. Bu itibarla sana ve senin yolunda yürüyenlere yol gösteren meşale, nasıl olsa parlamış ve yolumuzu hedefimize kadar aydınlatmıştır. Meslek hayatının 40’ıncı yılını şerefle arkana attığın şu günlerde, Tanrı’dan geri kalan yıllarımızı da aynı ideal uğrunda tüketme niyazından başka elden ne gelir?