Cevad Memduh ALTAR
Halil Bedi Yönetken’i 28 Aralık [1969] Cumartesi akşamı kaybetmiş olduğumuzu, aynı gün radyodan öğrendik. Bu ölüm, sanat dünyamızı olağanüstü bir kültür adamından yoksun bıraktı. 35 yıllık meslek arkadaşlığının sıkıntılarına, dertlerine, Halil Bedi Yönetken ile omuz omuza göğüs germiştik; mutlu anların sevincini birlikte paylaşmıştık. Bizi birbirimize yaklaştıran temel faktör daha çok mesleğin kalem yönü olmuştu. Atatürk devrimlerinin, çoksesli çağdaş Türk sanat müziğine getirdiği ve getireceği yeniliğin yorumunu yapmaktan haz duyardık.
Yönetken’i ilk olarak 1933 yılında Ankara’da Gazi Eğitim Enstitüsü’nde tanıdım. Bu karşılaşma bizi kısa zamanda birbirimize bağlamaya yetti. Yıllar boyunca gelişen meslek arkadaşlığımız, çalışmalarımızı daha da verimli kıldı; yazılarımız, radyo konuşmalarımız, hep reformda verimlilik ilkesine yöneliyordu. Nitekim Ankara Devlet Konservatuvarı’nın kuruluşuna Halil ile birlikte emek verdik; çoksesli çağdaş Türk sanat müziğine temel olması gereken folklorumuzun araştırılıp derlenmesine birlikte koştuk; memlekette çağdaş besteciliğin gelişimine, opera sanatının doğuşuna birlikte çaba harcadık; Türk icracılığının milletlerarası değerdeki üstün gücünden birlikte gurur duyduk.
Kader yılı
1934 yılı, çoksesli çağdaş Türk sanat müziğinin kader yılı idi. Yurtta her tür sanatın doğuş, oluş ve gelişimine temel olan Batılı anlamdaki eğitim öğretim kurumunun organize edilmesi kararı ilk olarak bu yılda alınmıştı. Millî Eğitim Bakanlığına bağlı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğünün kurulması ve Ankara’da bir Devlet Konservatuvarının meydana getirilmesi anlayışını sağlayan toplantı, ilk önce Bakan Abidin Özmen’in başkanlığında Talim ve Terbiye Dairesi kitaplığında yapıldı (26.22.1934).
Bu toplantının gündeminde yer alan konuların, müzik pedagojisi yönünden olduğu kadar, vatandaşın müzik eğitimi yönünden de incelenip karara bağlanması gerekiyordu. Yaklaşık olarak 60 üyeyi bir araya getirmiş olan bu toplantıya, aralarında Halil Bedi de bulunmak üzere sadece 8 meslek adamı katılmıştı. 3 günlük çalışma süresi sonunda başkanlığa sunduğumuz raporda öngörülen tekliflerin, programlaştırılarak tez elden uygulanması üzerinde anlaşmaya varılmıştı. Toplantının dağılmasını izleyen günlerde ünlü eğitimcimiz Cevat Dursunoğlu, Yüksek Öğretim Genel Müdürlüğünü de yönetmeye memur edildi ve Dursunoğlu ilk iş olarak genel müdürlüğe bağlı bir Güzel Sanatlar bölümü kurdu ve başına Halil Bedi Yönetken’i getirdi. Halil Bedi, kendisine inanla verilmiş olan görevden memnundu ama çok sevdiği öğretmenlikten uzak kalmak, kısa bir süre sonra onu tedirgin etmeye başladı. Halil, bir yıla yaklaşık süre içinde görevini gereği gibi yürüttü ve eninde sonunda tekrar öğretmenliğe döndü (1936).
1935 yılında Cebeci’deki Musiki Muallim Mektebi’nin bazı sınıfları ünlü uzman Paul Hidnemith’in yardımıyla Devlet Konservaturavı’nın ilk sınıfları olarak düzenlenmişti. Halil Bedi, aynı yıl Gazi Eğitim Enstitüsü’nden Konservatuvara nakledildi. Ben de aynı yıl içinde Devlet Konservatuvarında müzik tarihi ve sanat tarihi derslerini okutmaya başladım. Bu tarihten itibaren Halil Bedi Yönetken ile uzun süre yan yana çalışma fırsatını elde ettim, ve onu daha da yakından tanıdım. Halil Bedi 1935 yılından sonra kendini daha çok folklor araştırmalarına verdi. Folklor gezileriyle ile yerinde yapılan derlemeler, Halil’in bu branşta da ihtisas yapmasını sağladı. Yönetken’in ideali, yurdun bütün bölgelerindeki folklor hazinelerini bir araya getirmek ve bir halk müziği arşivi kurabilmekti. Halil, teksesli geleneksel müziğin modal kuruluşunu daha Prag’da öğrenciyken bilimsel metodlarla inceleyip yorumlamıştı. Halil’in bu önemli tezi, hocası büyük Çek bestecisi Alois Hába’yı da etkilemişti.
Savunduğu gerçek
Millî sanat konusunda Halil’in ısrarla savunduğu gerçek şu idi: Türk müziği de, milletlerarası değerdeki çağdaş kişiliğe ulaşmanın bütün şartlarına gereği gibi sahip olan bir müziktir; ve özellikle folklor müziğimiz, yeni Türk sanat müziğine tek kaynak olmanın niteliğini taşımaktadır. Bu konuda temel sorun, yüzyıllar boyunca, çeşitli sebeplerle meydana gelen engelleri aşabilmededir.
Halil Bedi, daha Prag’a gitmeden savunduğu bu görüşte haklı idi. Nitekim o devrin Türk musikisi bilgini rahmetli Rauf Yekta bey ile olan uzun süreli kalem savaşını da Halil bu ilkeye yöneltmişti; ve karşıtlarını susturmayı da bu yoldan başardı. Kaldı ki Rauf Yekta bey ile Yönetken arasındaki görüş farkını kolayca kapamaya imkân yoktu, çünkü Yönetken çok gecikmiş bir gelişimin tez elden gerçekleştirilmesi zorunluluğunu savunurken, Rauf Yekta bey tamamen aksi tezi savunuyordu. Türk müziğinin değişmezliğine inanan aksi tez, her şeyden önce eşyanın tabiatına aykırıydı ve değişmezlikte ısrar, Türk sanatını, gelişim kanununun gereklerinden yoksun kılmakta, sadece bir arşiv ve bir müze malzemesi olmaya mahkûm etmekteydi.
O günden bugüne arkaya attığımız yıllar, Yönetken’in, müziğimizin çağdaş düzeyde gelişip olgunlaşması tezini ısrarla savunmakta ne kadar haklı olduğunu gösterdi; bilimsel temele dayanan çoksesli çağdaş Türk sanat müziği, millî olduğu kadar milletlerarası planda da layık olduğu yeri eşit hak ve düzeyde aldı.
Halil Bedi Yönetken, müzikte gelişimin, sanat dünyasının başka güzelliklerini de gereği gibi tanımakla mümkün olabileceğine inananlardandı. Onun için Yönetken, okuduğu memleketin dünya literatürüne mal olmuş eserlerini, özellikle ünlü bir eser olan “Satılmış Nişanlı” operasını güzel Türkçemize Nurullah Taşkıran’la birlikte çalışarak kazandırdı; ve bu eserin parlak temsili, Çek Başbakanı Dr. Beneş’in, zamanın Millî Eğitim Bakanına Çek milletinin şükranını telgrafla bildirmesine vesile oldu.
Tek tesellimiz
Millî ve milletlerarası planda sevilen, sayılan bir sanat adamı olan Yönetken’in geçen yıl çok sevdiği eşi Bedia’yı kaybetmesi acıların en büyüğü olmuş ve bu olay Halil’in önlenmesi imkânsız üzüntülere kapılmasına sebep olmuştu. Halil Bedi Yönetken’in ani ölümünün, kültür dünyamızı büyük bir müzik öncüsünden yoksun kıldığı bir gerçektir. Tek tesellimiz, Yönetken’den feyiz almış binlerce öğrencinin, binlerce müzikseverin varlığıdır; ve çağdaş bir sanata yönelme zorunluluğunu gelecek kuşaklara tanıtacak olanlar da, gene Yönetken’in yetiştirdiği öğrenciler ve eğittiği müzikseverlerdir.
(Cumhuriyet, 21 Ocak 1969)