Cevad Memduh Altar1902-1995
English | Français | Deutsch | Italiano | Español

ANILAR

Bu belgeyi Word Dökümanı Olarak İndirebilirsiniz!

ATATÜRK VE MUSİKİ İLE İLGİLİ BİR ANI

Cevad Memduh ALTAR

            1927 yılında Almanya’dan tahsilden döndüm; Cebeci’deki Musiki Muallim Mektebi’nin Nazariyat [Teori] öğretmenliğine atandım. Hemen her gün yeni başlayacak bir öğretim yılının hazırlıklarıyla meşguldük. Sonbaharın güzel bir günü idi. Müdürümüz Zeki Üngör, “Gazi Hazretleri, Avrupa’dan tahsilden dönen gençleri tanımak istiyor, yakında seni de çağıracakmış, hazır ol” dedi. Meğer Hakimiyeti Milliye gazetesi o günlerde Batıdan güzel sanatlar tahsilinden dönen üç öğrenciden bahsetmiş, aralarında benim de adım varmış. Bir Cumartesi günü idi, hiç unutmam öğleden sonra saat 17 civarında bej renkli açık bir araba geldi; Zeki beyle beni Çankaya’daki eski Kuleli Köşke götürdü. Tir tir titriyordum. Gazi Mustafa Kemal’i görecektim; memleketi kurtaran, düşmanı denize döken Mustafa Kemal’i.

            İstiklal Savaşının akışını, gelişimini Almanya’da öğrenci iken ben de heyecanla izledim. İzmir’in geri alındığı gün Leipzig’deki Türk Talebe Cemiyetinde toplandık; birbirimizi sarılıp öptük, caddelerde topluca yürüyüş yaptık; Gazi Mustafa Kemal’e tebrik telgrafı çektik. O tarihten dört yıl sonra onu görebilmek benim için gerçekten tasavvuru imkânsız bir şanstı.

            Köşkte hepimiz Gazi’nin salona gelmesini bekliyorduk. Saat 17.30 olmuştu. Bilardo oynayan yaverlerde ani bir hareket görüldü; geliyor dediler ve salonun sonundaki köşeye gidip bir yöne doğruldular. Ben en geride idim. Rahmetli Zeki bey koştu Gazi’nin elini öptü ve “Paşam emrettiğiniz genci getirdim” dedi. Ben hemen ilerledim; elimi sıktı ve “Gel bakalım, Almanya’dan tahsilden dönen sen misin?” dedi. Benim için evet diyebilmek bile güçtü; bir şeyler söyleyebildiğimi hatırlıyorum.

            Gazi’nin önüne bir kahvaltı tepsisi getirdiler; Paşa kahvaltı etti; bana sanatla ilgili birçok şeyler sordu ve aldığı cevaplara “Memnun oldum” dedi. Sonra Müdürümüz Zeki beye döndü: “Zeki bey, bu genç bize yarın akşam için bir müzik programı hazırlasın da dinleyelim” dedi. Biraz sonra Cebeci’ye döndük; ben hâlâ titriyordum.

            Gazi Mustafa Kemal’e nasıl bir program hazırlayabilirdim? Hangi musikiyi, hangi eserleri sevdiğini bilmiyordum ki. Üstelik ne emrediyorsunuz diye kendilerine sual sorabilme cesaretini de kendimde görememiştim.

            Gece sabaha kadar düşündüm. O tarihlerde müziğin ve güzel sanatların yalnız tarihi ve estetiği ile değil, aynı zamanda tatbikatı ile de uğraşıyordum; viyolon ve viyola gibi enstrümanları çalıyordum. Almanya’da özellikle oda müziği ile yakından ilgilenmiştim; müzik edebiyatının bu türüne hayli emek vermiştim. Gazi’ye, piyano eşliğinde bir viyola programı pekâlâ hazırlayabilirdim. Nitekim bir program hazırladım. Böylece o tarihlerde memleketimizde çok az bilinen bir müzik aletini de tanıtmış olacaktım.

            Riyaseticumhur [Cumhurbaşkanlığı] Orkestrası piyanisti rahmetli arkadaşım Sadri ile bütün gün çalışmıştık. Program, akşama köşkte çalınabilecek olgunluğa ulaşmıştı. Bu yarım saatlik programa, viyola literatürünün temel eserlerinden bazı bölümler koymakla yetindim. Maksadım Gazi Mustafa Kemal’e daha çok literatürün melodik kısımlarını sunmaktı. Onun için seçtiğim eserlerin içinde Pietro Locatelli’nin aryası, Bach’ın, Vivaldi’nin, Jean Marie Lecleire’in ağır melodili bölümleri vardı.

            Saat 19.00’da köşkteydik. İç salonda büyük bir sofra hazırlanmıştı. Ortada henüz birkaç misafir görünüyordu. Biraz sonra Saffet Arıkan ve Vasıf Çınar beyler de geldiler. En sonra Gazi geldi. Program, viyola ve çalınacak eserler üzerinde bana sorular sordu; davetlilere beni tanıtmak lütfunda bulundu ve “Arkadaşlar! Şimdi konseri dinleyelim” dedi; herkes susmuş ve olduğu yerde dinlemeye başlamıştı.

            Elimden geldiği ve gücüm yettiği kadar Locatelli’nin aryasına klasik üslupta ifade vermeye çalıştım. Gazi çok yakınımızda idi ve konseri ayakta izliyordu. İlk eser henüz bitmişti ki salonu şiddetli bir alkış kapladı. Gazi yanımıza kadar geldi, ellerimizi sıktı ve bizi layık olmadığımız bir iltifatla mükâfatlandırmak lütfunda bulundu. Yüzündeki ilgi ve heyecanı sezmemeye imkân yoktu. İşte o anda, hayatımda unutamayacağım hadise de olmuştu. Mustafa Kemal telaşla ve yüksek sesle misafirlerine, “Arkadaşlar, bu müzik böyle dinlenmez, onu içeride, salonda dinleyelim” dedi ve köşkün hademelerini eliyle çağırdı ve kapının yanında duran piyanoyu derhal salona taşımalarını emretti. Yerinden bir tüy hafifliğiyle kalkan piyano, Gazi’nin salonda gösterdiği yere kondu. Sonra Gazi salona giren misafirlerine döndü ve, “Arkadaşlar, hepimiz oturalım ve bu müziği şimdi daha dikkatle dinleyelim” dedi.

            Durumun biraz önceki atmosferden büsbütün başka bir atmosfere girmiş olduğunu görmemeye imkân yoktu. Gazi Mustafa Kemal’in bu ani kararı, toplantıya daha ciddi bir karakter verdi, salonda gerçek bir konserin ağırbaşlılığı seziliyordu. Konserimiz bitmişti. Geçirdiğim heyecanın derecesini sayın dinleyenlerimin takdirlerine bırakıyorum.

            Daha sonra emirleriyle, dinleyenlere viyola ve literatürü üzerine bilgi verdim, en sonunda da sofraya oturuldu. Yemek esnasında Ata’nın gene müzik ve literatürü hakkında bana sorduğu soruları cevaplandırmaya büyük gayret sarfettim. O unutulmaz gecenin bende yarattığı unutulmaz intiba [izlenim], büyük önderin musiki sanatına duyduğu büyük ilgiydi. Hattâ o gece bana verdikleri emirle, Salı günleri Marmara Köşkünde yapılan toplantılar için hazırladığım konser programları, yaz tatiline kadar devam etti; Gazi, Kordiplomatiğin de davetli olduğu bu toplantıların hepsinde bulundu, konserleri dikkatle izledi.

            Gazi Mustafa Kemal’in müzik hakkında vakit vakit vermiş olduğu eşsiz hükümlerin olağanüstü görüntüleriyle, ilk olarak 1927 yılında Çankaya’da karşılaşmış olduğumu yıllarca sonra daha iyi anladım. Çünkü Ata 1934 yılının Büyük Meclisini açıl nutkunda aynen şöyle demişti: “Güzel sanatlerin hepsinde, Ulus gençliğinin ne türlü ilerletilmesini istediğinizi bilirim. Bu, yapılmaktadır, ancak, bunda en çabuk, en önce götürülmesi gerekli olan Türk musikisidir. Ulusal, ince duyguları, düşünceleri anlatan; yüksek deyişleri, söyleyişleri toplamak, onları, birgün önce, genel son musiki kurallarına göre işlemek gerektir. Ancak, bu güzeyde Türk Ulusal Musikisi yükselebilir, evrensel musikide yerini alabilir. Kültür İşleri Bakanlığının buna değerince özen vermesini, kamunun da bunda ona yardımcı olmasını dilerim”.

            Bu yerinde uyarma az zamanda gerekli etkiyi yaratmış olacak ki, Ata, Büyük Millet Meclisinin bir yıl sonraki açılış nutkunda. “…Ulusal musikimizi modern teknik içinde yükseltme çalışmalarına bu yıl daha çok emek verilecektir!” dedi; ve 1937 yılı nutkunda da şunları söyledi: “…Geçen yıl Ankara’da kurulan Devlet Konservatuvarının müzikte, sahnede kendisinden beklediğimiz teknik elemanları süratle verebilecek hale getirilmesi için, daha fazla gayret ve fedakârlık yerinde olur.”

            Gazi Mustafa Kemal’in, Millî Musikinin olgunlaşması üzerindeki olağanüstü görüşlerinin kronolojik gelişimi, 1938 yılındaki sözleri ile gereği gibi tamamlandı ve ulusal musikimize kesin yolu çizdi; nitekim Ata, bu son beyanlarında da aynen şöyle dedi: “…Musiki dendiği zaman yüksek duygularımızın ifadesini bulan bir musiki murad ediyoruz. Bugünkü Türkler, musikiden diğer yüksek ve hassas cemiyetlerin beklediği hizmeti bekliyor”.

            Sayın dinleyenlerim;
Ata’nın müzik sanatına olan büyük ilgisine 1927 yılında yanı başlarında şahit oldum. O tarihten bu yana sarfedilen emeklerin başlangıçta birer birer gerçekleştiğini gördüm ve bu büyük ilkeye hizmet edebilme mutluluğuna da erdim. Ata’nın her sözünün, tesadüfün değil, gerçeğin ta kendisi olduğunu zamanla çok daha iyi anladım. Çünkü ancak Atatürk devrimleriyle gelişebilme imkânını elde etmiş olan çoksesli Çağdaş Türk Musikisi, gerekli hamleyi gene büyük Önder’in yakın ilgi ve gayretiyle yapılabilmişti.

            Bugün de ancak Ata’nın yolunda yürüyebilmekle musikimizin muhtaç olduğu yeni hamleleri başarıyla sonuçlandıracağına eminim.