Cevad Memduh Altar
İkinci Dünya Savaşının heyecanlı günlerinde yeniden silah altına alınmış, Millî Savunma Bakanlığında görevlendirilmiştim. Bakanlık yoğun bir çaba içinde idi.
Günlerden bir gün çalıştığımız odaya bir emir subayı girdi; beni sordu; aradığınız benim, dedim. Levazım İşleri Dairesi Başkanı sizi çağırıyor, dedi. Paşanın odasına koştum; içeri girdim. Refet Paşa yalnızdı; bana şu emri verdi: Size çok acele bir görev veriyoruz; biliyorsunuz Yunanlılar Tepedelen’de ağır savaş veriyorlar, sıkışık durumdalar; onlara cephane ve malzeme yardımı yapacağız: bomba, külçe kalay ve er çorabı vereceğiz. Şimdi hemen Harbiye Dairesi Başkanına gidin, cephane için gerekli emri alın. İstanbul’da Tophane’deki Levazım ambarlarından da yüz bin çift çorap alacaksınız ve bunları Yunan ordusuna teslim edeceksiniz. Bu akşam özel bir katarla yola çıkacaksınız. Yarın akşama kadar cephane ve malzemeyi İstanbul’da toparlayacaksınız. Katarınız hiçbir istasyonda durmadan Kuleli Burgaz’a (Pityon) gidecek. Orada sizi bir Yunan subayı karşılayacak; Edirne’den de Topçu Yarbayı Halil Yurdakul oraya gelecek. Elinizdekileri onunla birlikte sayacaksınız, karşılıklı bir protokol tutarak Yunanlılara teslim edeceksiniz; hemen Ankara’ya döneceksiniz! Başüstüne Paşam, dedim ve derhal Harbiye Dairesi Başkanlığına koştum, gerekli emri aldım. Bu emir, Ankara’daki belli yerlerden yedi bin tüfek bombası ile 1,5 ton kalayı alıp yola çıkmamı gerektiriyordu.
1940 yılının son günü idi. Eve telefon ederek durumu bildirdim, yılbaşı toplantısına katılamayacağımı söyledin ve soluğu depolarda aldım. Her şey hazırlanmış, güvenlik tedbirleri alınmıştı. Eve uğrayıp çantamı aldım ve o gece özel katarla İstanbul’a hareket ettim. Ertesi sabah Tophane’deki Levazım ambarlarında idim. Yüz bin çift çorap çuvallara konarak Sirkeci garına gönderildi; ben de cephane ve kalay yüklü vagonları şat üstünde Sirkeci garına geçirdim; aynı gece özel katarla yola çıktım.
Yeni yılın ikinci günü Yunanistan’a ayak basmış ve Pityon’a varmıştım. Orada beni Türkçe konuşan bir Yunan teğmeni karşıladı. Adı yanılmıyorsam Skuras Kurtidis idi. Genç subay beni görünce sevindi, çok heyecanlı idi. Kendini takdim ederek elimi sıktı, cephane ve malzemeyi hemen alıp götüreceğini söyledi. Biraz sonra yüksek rütbeli birkaç Yunan subayı daha geldi. Getirdiklerimi almak için ısrarla rica ediyorlardı. Sıkışık durumda olduklarını söylüyorlardı. Ben: Ne yazık ki hemen veremeyeceğim, Edirne’den gelecek Yarbayı bekleme emrini aldım; sonra da vagonlarda bulunan her şeyi sayarak, karşılıklı protokol ile sizlere teslim edeceğiz, dedim. Subaylar bu cevabıma çok üzüldüler; yapacak bir şey yoktu. O gece katar, sağır bir hatta alındı, her yönü Yunanı nöbetçilerle çevrildi. Ben de kapısı sağır hatta açık bir odada, portatif bir er yatağında kaputumu üstüme çekip giyimli olarak sabahladım.
Teğmen gene karşımda idi, cephane ve malzemeyi hemen alıp götürmeleri gerektiğini söyledi; üstelik bana kötü bir haber de verdi: O gece Meriç taşmış, köprülerle tren hatları sular altında kalmıştı, Edirne’den Yarbayın gelmesine olanak kalmamıştı. Yunan subaylarının haklı ricaları karşısında: Beni telgrafla Edirne’ye bağlayabilir misiniz? dedim. Onlar, Yarbay Halil Yurdakul’u iyi tanıyorlardı; onun eliyle daha başka yardımlar da aldıklarını söylüyorlardı. Postaneye gittik. Maniple başındaki telgrafçının günlerdir uyumadığı gözlerinden belli idi. Uzun aramalardan sonra Yarbay Halil Yurdakul ile karşı karşıya idik. O da üzgündü, oraya ne zaman gelebileceğini kestiremiyordu. Birkaç saat sonra Yarbay beni telefonla aradı. İlgili makam, cephane ve malzemeyi benim sayarak Yunanlılara teslim etmemi, Yarbayın da sular çekildikten sonra Pityon’a gidip işe el koymasını uygun görmüş. Bu haber Yunanlı subayları son derece sevindirdi. Birkaç saat içinde işin gereğine bakıldı: yedi bin tüfek bombası, 1,5 ton külçe kalay ve yüz bin çift er çorabı ilgililere sayılarak verildi; o anda gelen bir lokomotif, katarı peşine taktığı gibi çekip götürdü.
Meriç suları ancak üç gün sonra alçalmaya başladı. Bu süre içinde Pityon’daki banka müdürünün evinde ağırlandım. Yarbay Halil Yurdakul da nihayet Pityon’a gelebildi. İşlem ve protokol tamamlandı. Bir akşam yarbayımla birlikte, taş yüklü bir Yunan katarının furgonuna bindik; önümüze konan mangalda ellerimizi ısıta ısıta Karaağaç’a, oradan da Edirne’ye deldik; iki gün sonra da Ankara’ya döndüm.
Otuz dört yıl öncesinin bu unutulmaz anısını sinema şeridi gibi kafamdan geçirirken, yaşadığımız günlerin Kıbrıs’la ilgili olayları karşısında sarsılmamama imkân yok. Kıbrıs’ta kaybettiğimiz evlatlarımızın acısıyla gözüm yaşlı, ama içim inançlı olarak düşünüyorum, düşünüyorum da bundan 34 yıl önce Türk ordusunda hizmet görmüş bir yedek subay olarak, komutanımdan aldığım bir emri Yunanistan’a gidip yerine getirmiş olmamdan en ufak bir burkuntu duymuyorum. Çünkü o tarihlerde ulusumun Yunan ulusuna yaptığı bağış, bağımsızlığına, insanca yaşama hakkına korkunç bir faşist diktası tarafından canavarca saldırılmış dost bir komşuya yapılmış bağıştı. O bağış, geçmişin unutulmasını, geleceğe güvenle bakılmasını içtenlikle paylaşmış bir inancın bağışı idi.
O tarihlerde Yunan ordusuna yapılan bu tür yardımların, 10 yıl öncesine dayanan bir başka nedeni de vardı. Zamanın Yunan Başbakanı Venizelos, 1930 yılında, büyük önem verdiği Türk-Yunan dostluğunu pekiştirmek için Türkiye’ye gelmişti. Ankara’daki Gazi Eğitim Enstitüsü’nü de gezen Venizelos’a, kurumun müdür yardımcılarından biri olarak, Enstitü üzerinde bilgi vermiştim. O gün yemekhanede topluca yemek yiyen öğrencilerimize, bu önemli politika adamının, Türk-Yunan dostluğunun geleceğine olan güvenini açıklama yolunda verdiği öğüdü unutmama imkân yok.
Geçmiş yılların bu derin derin düşündüren anıları bugün bile hep kafamı kurcalayıp duruyor. Ne var ki, geleceğin Türk öğretmenine, Türk-Yunan dostluğunun daha da pekiştirilmesi yolunda Venizelos’un 1930’larda verdiği öğüt ile, Pityon’da 1941’lerde karşılaştığım Yunan teğmeni Kurtidis’in Türk yardımına gösterdiği heyecan ve Kıbrıslı soydaşlarımızın 10 yıldır katlandıkları facialarla Kıbrıs’ta verdiğimiz kurbanlar arasında bugün artık bir bağlantı kuramıyorum; bu sarsıntının bana tek tesellisi, kahraman ordumuzun Kıbrıs’a yaptığı haklı müdahale oluyor. Ama ne yapalım ki, özgürlük ve bağımsızlığına saldırılmış bir komşuya yardım için gönderilen cephane ve malzemenin iletilmesiyle görevli olarak, bundan 34 yıl önce Yunanistan’a gidip, aldığım emri yerine getirmiş olmamdan üzüntü duyamıyorum.
Ankara, 25 Temmuz 1974