Cevad Memduh Altar1902-1995
English | Français | Deutsch | Italiano | Español

ANILAR

Bu belgeyi Word Dökümanı Olarak İndirebilirsiniz!

Yeni Gün
1970

Türk keman okulunun gerçek kurucusu
NECDET REMZİ ATAK
SANAT HAYATININ 50. YILINDA

Cevad Memduh Altar

 

 

            Ünlü viyolonistimiz Necdet Remzi Atak’ın, memleket kültürüne yaptığı başarılı hizmetler karşısında, müzik sanatının büyük önderi Beethoven’in hayatı uzun, sanatı kısa bulmasına hak vermemeye imkân yok. Necdet Remzi Atak gibi, Türk keman okulunun gerçek kurucusu da 50 yıllık sanat çabasını arkaya atıverdi. Bu da gösteriyor ki, sözde sanata harcanmış yılların uzunluğu yanında Necdet’in gerçek sanat için harcadığı yıllar Beethoven anlamında çok kısa.

            Batılı anlamda keman icracılığının, keman eğitim ve öğretiminin, devrimlerimizle birlikte öncülüğünü yapmış olan Atak, 1911’de doğdu. Çok küçük yaşlarda beliren büyük çaptaki istidat Necdet’i ister istemez müzikle bağdaşma yoluna soktu. Bir zaman geldi ki ünlü viyolonist ve pedagog Berger, öğrencisine daha başka kapıların açılması gerektiğini anladı. Küçük Necdet, 1920’de dokuz yaşında, ablası değerli piyanistimiz küçük Ferhunde ile İstanbul’da konserler vermeye başladı. İstanbul’un Birinci Dünya Savaşından sonraki işgal yıllarında, yalnız harika çocuk Necdet’le ablası Ferhunde’nin konserleri, mustarip ruhlara inan veriyor, karanlık günlere ışık tutuyordu.

            Necdet’in çok küçük yaşlarda çevrenin ilgisini kendine çekmesinde, babası Kurmay Binbaşı Remzi Yiğitgüden’in büyük payı vardı; şefkatli ana ve babanın Ferhunde ve Necdet’e yön verme yolunda eksiksiz anlaşmaları, iki kardeşin de kendilerini gönül huzuru ile sanata vermeleri için gerekli ortamı yarattı. Binbaşı Remzi bey, yalnız babalık şefkati ile değil, işin içyüzünü her yönüyle kavramış bir müziksever olarak da çocuklarının jenisine verilecek istikameti biliyordu; onlara kol kanat açmıştı.

           İstanbul’un Necdet’le ilgili yıllarını düşündükçe, nice ölmez anılar, bir sinema şeridi gibi gözümün önünde canlanıveriyor. Hiç unutmam bir gün Sultan Ahmet meydanında bisikletle dolaşıyordum; yanımda birdenbire küçük Necdet göründü, babalarımız birbirini çok seven iki arkadaştı; ailece yakından görüşürdük. Sabahtan akşama kadar keman çalışmış olduğu muhakkak olan mini mini Necdet’in uzun uzun bisiklete baktığını görünce, çocuğun biraz da eğlenceye olan özlemini sezdim ve ona bisikleti uzatarak, al gez dedim. Necdet, benim de yardımımla bisiklet üstünde öteye beriye gitti geldi; biraz da konuşup ayrıldık. Aksilik bu ya, meğer Necdet düşer de elini, parmaklarını zedeler diye bisiklete binmeyi men eden babası Remzi bey’in de o esnada oradan geçip bizi göreceği tutmuş; ve durup uzun uzun hiddetle olayı seyretmiş. Ancak aradan uzun yıllar geçip, Necdet’le Ferhunde Leipzig’den tahsilden döndükten sonra, geçmişteki bisiklet gezisinin hazin sonucunu öğrenebildim. Devlet Konservatuvarında karşılaşmıştık; Necdet: Senin yüzünden başıma geleni bir bilsen; hani şu küçükken Sultan Ahmet’te bana bisikletini vermiştin de ben birkaç tur yapmıştım ya, meğer babam da uzaktan bizi seyredermiş; tabii akşama evde kıyametler koptu, ya düşsen kolun kırılsa, kemana nasıl çalışırsın diye beni iyice azarladı; o gün bugün bisiklet görünce hep bunu hatırlarım, dedi.

           Aradan hayli yıllar geçmiş, Atak 1950 yılında sanat hayatının 40. yılına ayak basmıştı. Kendisine bir diyeceği olup olmadığını soran öğrencilerine sanatçı şöyle dedi: “Annemi ve hocam Karl Berger’i rahmetle andıktan sonra, 40 küsur sene önce bana bu yolu göstermiş olan babam General Remzi Yiğitgüden’e, yüzlerce konserimde bana refakat ederek muvaffakiyetlerimi hazırlamış olan ablam piyanist Ferhunde Erkin’e, aklın tasavvur edebileceği her yükü kendi omuzlarına alarak, sanata hasr-ı nefs etmemi mümkün kılan sevgili eşim Leyla Atak’a ve memleket sanatına büyük hizmetler görmek suretiyle eserimin ayakta kalmasını sağlayan bütün öğrencilerime şükranlarımı sunarım”. Bu güzel sözler de gösteriyordu ki, sanat hayatının o tarihlerde 40 yılı aşan yalnızlığı içinde dış dünyadan el ayak çeken Atak, sadece olgunlaşma, verimlileşme çabasını olağanüstü düzeye yöneltmekle kalmamış, gerçek insan olabilmenin de zirvesine ulaşmıştı.

           Atak’ın üstün başarısı, Leipzig’deki ilgili çevrelerin dikkat nazarından kaçmamıştı. Genç sanatçının Türkiye’ye daha neleri getirebileceğini müjdeleyen Alman basını, o zamanlar sütunlarını gerçek sanata henüz cömertçe açabilen bir basını olmanın önemini taşıyordu; nitekim günün birinde Leipzig Nachrichten gazetesinde Atak için yayınlanan şu satırlar haklı olarak göğsümü kabarttı: “…Birinci sınıf bir tekniğe sahip olan bu olağan üstü kemancı, Bach’ın Chacon’unu klasik bir üslup ve derin bir ifade ile çalıyordu”. İşte Necdet’in sanatıyla memleketimize getirdiği de bunlardı: Birinci sınıf teknik…, klasik üslup…, derin ifade!

           Necdet’in ileriki yıllarda, hele 1936 yılında Ankara Devlet Konservatuvarı Keman Bölümünde öğretim görevlisi olarak hizmete başladığı tarihten itibaren sanatına verdiği emek, müzik devrimimizde daha verimli sonuçların elde edilmesine yol açtı ve onun çabasıyla Batılı anlamdaki gerçek Türk kemancılığının kurulabilmesi imkânı da sağlandı. Necdet, bu verimli yılların mütevazi sessizliği içinde, keman sanatında icracılığın üstün örneklerini verdiği kadar, başarılı viyolonistler de yetiştirmişti; birbirini izleyen genç viyolonist kuşaklarının yetişmesine geniş ölçüde katkıda bulunmuştu. Böylece Türkiye’de keman icracılığı ile keman eğitimi ve öğretimi artık esaslı bir temele, bir okula dayalı olarak gelişme aşamasına ayak basmış oluyordu.

           Atak’ın yukarıda açıklanan kronolojik gelişim tablosu karşısında gerçeğin tam bir yorumunu yapmak gerekirse, özet olarak şu yorumun açıklanmasında haksızlık yapılmamış olacağı kanısındayım: “Türkiye’de Batıya dayalı ilk keman icracılığının öncüsü olarak, İstiklal Marşı bestecisi, Ankara Devlet Konservatuvarına giden yolu açan, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasının gerçek yenileyicisi, ünlü viyolonist Zeki Üngör’ü rahmetle anmak her gerçeksever için ne derece kadirbilirlik ise, Necdet Remzi Atak’ı, kökü Batı anlamında sisteme ve metoda direkt dayalı, çağdaş bilim ve sanatın milletlerarası değerdeki ortak teknik ve estetiğinden yararlanmayı gereğince sindirmiş bir keman icracılığı ile eğitim ve öğretimciliğinin Türkiye’de kurucusu olarak tanımlamak da o derece yerinde bir teşhis ve hakseverlik olur”.

           Yukarıdan beri bütün gücümle açıklamaya çalıştığım gerçeğin ilkel izlerini çok eski tarihlerde gereğince sezmiş olan büyük kurtarıcı Atatürk, küçük viyolonist Necdet ile küçük piyanist Ferhunde’nin sanat jenisini daha 1920 yılında takdir buyurmuş ve o tarihten itibaren gelişimde ileri merhalelere ulaşan iki kardeşin 1926 yılında Ankara’da verdiği konseri dinledikten sonra, arkadaşlarına şöyle demekten kendini alamamıştı: “Türk’ün sanat meşalesini yakıp, medeniyet kavgasını daha bacak kadar çocukken en düşman bir muhit içinde yürütmesini becerebilen bu çocuklara, lütfen ayağa kalkmasını de biz bilelim efendiler!”.

           Necdet için daha çok şeyler yazmak isterdim ama kalemim aklımdan geçenleri istediğim gibi yazıya dökebilme gücünden ne yazık ki yoksun. Büyük viyolonistimiz Necdet Remzi Atak’a, sanatıyla, vefakâr hayat arkadaşıyla, çocuklarıyla, yakınlarıyla, bütün öğrencileriyle, daha nice verimli, mutlu yılları idrak etmesini dilerim.