Cevad Memduh Altar1902-1995
English | Français | Deutsch | Italiano | Español

ANILAR

Bu belgeyi Word Dökümanı Olarak İndirebilirsiniz!

3.4.1969
(Muazzez’e posta ile gönderdim.)

 

MUAZZEZ KURDOĞLU VE DÜŞÜNDÜKLERİM

Cevad Memduh Altar

            Bizde Batı anlamında sahne, İstanbul Şehir Tiyatrosu ile başlar, Ankara Devlet Tiyatrosu’nde gelişir, uluslararası planda da meyve verir. Türk sahnesinin bu ilinci dönemi, dilde de değişim ve gelişimi müjdeler. Muazzez Kurdoğlu, Türkiye’de bu modern tiyatronun temel taşıdır; onda sanat, sonradan bitme değil, soya çekiştir. Muazzez, hemen hemen tüm üyesi sanatçı olan bir aileden gelir. Babaları Giriftzen Asım Bey’in çocuklarından ilk karşılaştığım müzikçi, rahmetli Musa Süreyya’dır; ikincisi Muazzez’dir.

            Batı anlamında müziğe yönelişin kapısını, ailede yalnız Musa Süreyya açmıştır ama böylesine bir anlayışın gerçek sanatçısı Muazzez olmuştur. Müzikte Batıya yönelişin ilk meyvesini veren Musa Süreyya –rahmetli Mesut Cemil gibi– gelenekten büsbütün kopamamış, Doğu-Batı sentezine örnek verebilme yolunda da çaba harcamıştır. Rahmetli Musa Süreyya, Birinci Dünya Savaşından önce, Berlin’de müzik sanatının Batı tekniği ile işlenişini öğrenmiştir. Böylelikle müzikte Batıya ilk kapıyı açan Musa Süreyya, arkadan gelecek kuşaklara doğru yolu göstermiş, fakat hayatı boyunca monodik ve geleneksel Türk sanat müziğinin çok güzel örneklerini vermekten geri kalmamıştır.

            Muazzez’e gelince: Sanatın müzik kolundan tiyatro koluna geçmiş olan sanatçıyı, sadece Batılı anlamda gelişimin gerçek örneği olarak tanıyıp seviyoruz. Muazzez de tıpkı ağabeyi gibi, gözlerini önce müziğe açmış ve Ankara’daki Musiki Muallim Mektebi’ne öğrenci olmuştu. Bu okulda yetişmenin temel amacı, çağdaş anlamda eğiten, öğreten okul müziği öğretmeni olabilmekti. Demek Musa Süreyya’nın Batıya açtığı kapıdan ailede ilk olarak Muazzez geçerek amaca yönelmiş, bir süre sonra da meslek alanını değiştirip sanatın bir başka kolu olan tiyatroya geçmiştir.

            Muazzez, geleceğini geniş ölçüde etkileyecek olan saha değişiminin neler getirebileceğini tabiatiyle takdir edecek yaşta değildi. O sıralarda memlekete Carl Ebert gibi bir tiyatro uzmanı gelmişti. Ebert, Ankara Devlet Konservatuvarı’nın Tiyatro Bölümünü kuracak, sonra da buraya başarılı adaylar bulacaktı. Adayların, önce Musiki Muallim Mektebi’nin öğrenciler arasından seçilmeleri gerekiyordu. Geleceğin ünlü sahne sanatçısı Muazzez de, ünlü sahne sanatçımız Melek gibi, başına geleceği bilmeden, adaylar arasında masum masum dolaşıyordu. Hangi branşlardan hangi öğrencilerin Konservatuvara seçileceğini kimse bilmiyordu. Onun için, 1936 yılının güz aylarında, beyaz yakalı siyah önlükleriyle Musiki Muallim Mektebi’nin ön holünde kol kola dolaşan iki öğrencinin, Muazzez ve Melek’in, tiyatro koluna seçildikleri günün heyecanını unutamam.

            1936 yılı idi. Kültür Bakanlığının Güzel Sanatlar Şube Müdürü olarak çalışıyordum. Atatürk devrimlerinin en verimli meyvelerinden biri olan Ankara Devlet Konservatuvarı’nın kurulması görevini üzerimize almıştık; Muhsin Ertuğrul, Paul Hindemith ve Carl Ebert çapında uzmanlarla, bu büyük işin gerçekleşmesi çabasına katılmıştık. Hiç unutmam, günlerden bir gün, hep birlikte Cebeci’ye Musiki Muallim Mektebi’ne gittik. Ünlü mimar Prof. Egli’nin yarattığı güzellikten halen en ufak bir iz bile kalmamış olan o eski, zarif binanın ön holünde öğrenciler heyecan içinde dolaşıyorlar, uzmanlarca yapılacak ayırımın sonucunu tecessüsle kolluyorlardı; aralarında Muazzez ile Melek de vardı. Biraz sonra uzmanların Tiyatro Bölümüne seçtikleri adaylar arasında Melek’i de Muazzez’i de yan yana gördüm; üzgün müydüler, seviniyorlar mıydı anlayamadım; yüzlerindeki teredüdü sezmemeye imkân yoktu; ikisi de geleceğin büyük sahne sanatçısını sezememekte haklıydı, çünkü henüz çocuk denecek yaştaydılar. Ama Carl Ebert’te, yaptığı işten emin bir insanın edası vardı; nitekim de onun düşündüğü gibi oldu ve beş yıllık bir eğitim öğretim çabasından sonra, Mayıs 1941’de Goldoni’nin “Otelci Kadın” piyesindeki ilk oyununu büyük başarı ile veren Muazzez’i, zamanın ünlü yazarlarından rahmetli Nahit Sırrı Örik, Ulus gazetesindeki eleştirisinde şu cümle ile övdü: “…en mühim rol olan Otelci Kadını Muazzez Yöcesoy’un muvaffakiyetle canlandırdığını teslim etmek isterim…”.

            Beş yıllık ilk eğitim-öğretim süresinde yapılmış olan çalışmaların olağanüstülüğünü burada vasıflandırmaktan acizim. Bu dönem içinde, ateşli sanatçı adaylarına ben de Sanat Tarihi öğretmenleri olarak yardımda bulunmuş ve geleceğin üstün başarılarına kısa zaman içinde inanmıştım. Muazzez’in ilk eğitim süresini izleyen yıllar boyunca arka arkaya elde ettiği başarılar (Antigone, Oidipus, Gülünç Kibarlar, Otelci Kadın v.b.), onu bizlere daha da sevdirdi: onunla hep iftihar ettik. Ünlü artistimizin büyük başarıları, Carl Ebert’in yıllarca önce yaptığı seçmedeki isabeti, seziş gücünü, zamanla gereği gibi ispat etti.

            Devlet Tiyatrosu Genel Müdürlüğü görevini zerime almadan önce de sonra da, Muazzez Kurdoğlu hep sanatının zirvesine yükselme çabasındaydı; ve rollerinde olağanüstü başarılar elde ediyordu.

            Muazzez Kurdoğlu’nun jübilesine küçük bir katkıda bulunabilme umudu ile elime kalemi alınca, aklıma yazacak çok şey geldi, fakat makalenin hacmi, bu anılardan ancak başlangıcın unutulmaz günlerine değinmekle yetinmemi gerektirdi.

            Düşüncelerime burada son verirken, kıymetli sanatçımızın bundan sonraki çalışmalarının da verimli olacağına inanıyorum. Muazzez’e daha nice yıllar Türk sahnesinde sağlık ve afiyetle başarılı yıllar idrak etmesini Tanrıdan diliyorum.