Ülkü
Eylül 1939
Sayı: 79, Cilt: 14
Cevad Memduh Altar
Rönesans’tan sonra muhtelif fasılalarla birbirini takip eden güzel sanatlar, yeni bir hayatı idrakle iktifa etmeyerek [yetinmeyerek] Alpler’i de aşmışlar ve uzak mesafelere kadar dal budak sarmışlardı.
Rönesans’la beraber, güzel sanatlar arasında az çok muvazi [paralel] bir yürüyüş mevzuu bahis [söz konusu] olmasına rağmen, bu “yeniden doğuş” keyfiyetini yalnız müzik sanatı geç idrak etmişti. Bundan dolayıdır ki, Rönesans’ı takip eden ve Rönesans’ın tabii bir filizi olan Barok devri, müzik sanatına da her türlü tecrübe imkânını bahşetmiş ve müzik ancak bu devirde rüştünü ispat edebilmişti.
Rönesans’tan evvel, sırf vokal sahaya inhisar eden [sınırlı kalan] müzik sanatı, Palestrina ve Lasso gibi üstatlar elinde hakiki inkılaba [reforma] kavuştu. Hattâ koro edebiyatının ilk şaheserlerini ihtiva eden [içeren] bu devirde, vokal müzik yalnız dini istihdaf ediyordu [hedef alıyordu]. Antik espriye dönen Rönesans sanatında ise tabiatıyla ferdî [bireysel] kıymet ve kabiliyetler inkişaf etmiş [gelişmiş] ve yine vokal sahaya inhisar eden bu devirde antik trajedi yeniden hayata intikal etmişti [hayat bulmuştu]. Rönesans’ı takip eden Barok devirde ise o âna kadar elde edilen görüşler mübalağalı bir surette tatbik edilmiş ve opera sanatı ilk defa olarak bu devirde Floransa, hattâ İtalya haricinde de kendine emin bir istikbal temin edebilmişti. Binaenaleyh pre-klasik sanat diye anılan Barok sanatın, Avrupa’nın şimaline ve garbına [kuzeyine ve batısına ]doğru bir kül [bütün] halinde uzanması karşısında, onu takip eden Klasik müzik sanatının XVIII. asırda tamamiyle Orta Avrupa’ya inhisar ettiği görülür. Bununla beraber Klasik devir, operanın yanında mutlak bir enstrümantal stilin de inkişaf ettiği bir devirdir.
1424 senesinden beri Floransa’da Cosima’ların elinde inkişaf eden musiki, 1580 senesinde Kont Bardi sosyetesine devam eden güzide sanatkârların elinde edebiyatla birleşmiş ve ancak o tarihlerde opera sanatına esaslı bir temel atılabilmişti. Hattâ Floransa’da bestekâr Peri tarafından opera edebiyatının ilk eseri olarak kompoze edilen Daphne’nin, 1594 senesinde muvaffakiyetle temsili, İtalya haricindeki ülkelerden de işitilmişti. Nitekim 1600 senesinde Medici ailesinden Maria Medici ile evlenen Fransa kralı IV. Henri, Peri tarafından kompoze edilip ilk defa kendi düğünü şerefine temsil edilen Euridice operasından fazla mütehassis olmuş [duygulanmış] olacak ki, İtalyan operası Fransız sarayı tarafından çok sevilmiş ve devrin bu modern sanatı, tam yarım asır sonra İtalya’dan Fransa’ya intikal edebilmişti. Binaenaleyh opera sanatının Rönesans’tan sonra bestekâr Schütz eliyle Orta Avrupa’da ve Lully eliyle de Fransa’da tekâmül etmesine [gelişmesine] rağmen, millî Fransız operası XVII. asrın ortalarına doğru teessüs edebilmiş [kurulabilmiş] ve Alman sarayları ise XVIII. asır sonlarına kadar İtalyan operasıyla iktifa etmişlerdir. Bu takdirde, opera sanatının tarihteki tekâmülünü tetkik ederken, Rönesans’tan sonraki operanın Fransa’da aranacağı tabiidir.
Müzikli dram, XVII. asrın başlarında İtalya’dan Fransa’ya pek çabuk sirayet etti [bulaştı]. Nitekim Medici’lerle karabet tesis eden [akrabalık kuran] Fransız sarayı, İtalyan opera sanatına derin bir meclubiyet [tatku] gösteriyor ve bu modern sanatın Fransa’ya girmesini temine çalışıyordu. Esasen evvela İtalya’da başlayan Barok sanat, müzikten daha evvel Fransa’ya sirayet etmiş ve memleketin her köşesinde Barok stilde saraylar inşa edilmeye başlamıştı. Bütün bu debdebe ve haşmeti tamamlayacak olan sanat, yalnız müzik idi. Hattâ opera gibi optik [görsel] tarafı da kuvvetli olan bir sanatı Barok salondan daha başka yerde temsile imkân var mı idi? Binaenaleyh İtalya’yı müteakip evvela Fransa’da, resim, heykel, müzik ve tiyatro gibi muhtelif sanatların kül halinde tezahürüne fevkalade müsait olan Barok bir atmosfer içinde millî operanın temeli atıldı.
Millî Fransız sahnesinin tarihi tetkik edilirse, bu memlekete müzikli dramın evvela bir İtalyan opera trupu ile girdiği görülür. Esasen Fransa’da gerek saray müntesibini [mensuplarını], gerekse saraya bağlı olan devlet adamları, bu harikulade sanatın Fransız saraylarına da girmesini öteden beri sabırsızlıkla bekliyorlardı. Nitekim XIV. Louis henüz çocuk iken devlet reisliğini bizzat ifa etmekte olan valide kraliçe Anne d’Autriche zamanında sarayda mühim nüfuzu olan Kardinal Mazarin, 1645 senesinde Paris’e ilk İtalyan opera trupunu davet etti. Şayanı hayrettir ki Fransız millî operasının banisi olan Floransalı Lully, o tarihte henüz 12 yaşlarında iken Orleans Dükü’nün sarayına aşçı yamaklığıyla gelmişti. 1647 senesinde bu trupun Napolili bestekâr Luigi Rossi tarafından bestelenen Orfeo operasını muvaffakiyetle temsili, Fransız sanatkârlarını fevkalade tehyiç etmiş [coşturmuş] ve bu hal, millî Fransız operalarının bestelenmesine de vesile olmuştu. Nitekim aynı sene içinde, yeni zamanlara kadar Academie Royal de Musique adını taşımış olan “Millî Opera” tesis edilmiş ve bu operanın kralın fermanıyla yapılan açılış merasiminde ise, ilk Fransız opera bestekârı olan Cambert’in Pomone adlı operası temsil edilmişti.
XVII. asırda hakiki Fransız operasını kuran ilk millî bestekârlar Lully, Rameau ve Grétry adlı sanatkârlardır. Bunlar, opera eserlerinde yalnız reaksiyonu [aksiyonu] ön planda tutan İtalyanların tamamiyle aksine olarak evvel emirde metin ve inşada [şarkı okumaya] ehemmiyet verdiler. Lully ve Rameau’nun büyük Fransız operasının ilk banisi [kurucusu] olmalarına mukabil, Grétry’ye Fransız millî opera-komiğini en son kemale ulaştıran bir sanatkâr nazarıyla bakılmaktadır.
Şayanı hayrettir ki Fransa’ya Floransa’dan giren operayı millî esaslar dahilinde yeniden kuran bestekâr yine Floransalı Lully’dir. Fransızlar tarafından tamamiyle millî bir kahraman olarak anılan Lully’nin milliyeti hakkındaki rivayetler ise çok muhteliftir. Her ne kadar Matmazel Senizard, “Revue Musical”in Haziran 1912 tarihli nüshasında Lully’nin asil bir Fransız ailesinden geldiğini ispata uğraşmış ise de, H. Pruvieres adlı diğer bir muharrir, aynı mecmuanın Temmuz nüshasına bu noktai nazarı [görüşü] tamamiyle cerhetmiştir [çürütmüştür]. Bazı müzik tarihçileri de Lully’nin Fransa’dan Floransa’ya hicret eden ve sonradan fakir düşen bir ailenin çocuğu olduğunda müttehittirler [birleşirler]. Lully filhakika [gerçekte] 1633 senesinde Floransa’da bir değirmencinin oğlu olarak dünyaya gelmiş ve tam 12 yaşında Paris’e gelerek ölünceye kadar orada yaşamıştı.
Sanat kabiliyetini pek çabuk ispat etmiş olan Lully’nin eserlerine gelince: Lully, operalarını iki ağır kısım arasında Allegro bir ara cümleyi ihtiva eden Uvertürlerle kompoze etmeye başladı. Bu operalar ile İtalyan operaları arasındaki esas fark şu noktada tebarüz ediyordu [ortaya çıkıyordu]: İtalyanlar ve bilhassa Napoli mektebi müntesipleri, işin yalnız müzik kısmına ehemmiyet veriyorlar ve bu meyanda bilhassa muganni [şancı] virtüozitesini ön planda tutuyorlardı. Halbuki Lully, bunun tamamiyle aksine olarak eserlerinde sırf inşad [ahenkli okuma] ile dramatik bünyeye ehemmiyet vermiş ve millî Fransız operasını bu iki unsur üzerinde kurmuştu. Bundan dolayıdır ki, sahne bilgisi, enerji ve maharet gibi üç mühim hasleti [yetiyi] nefsinde cemetmiş [toplamış] olan Lully’nin operaları, devrin bütün opera bestekârlarına imtisal numunesi [örnek] olmuşlar ve bilhassa arzettikleri vakalarla alâkalı raks [dans] parçalarını da ihtiva eden bu eserler, az zamanda sanatkâra büyük bir şöhret temin etmişlerdir.
Diğer taraftan, Lully’nin kemal [olgunluk] çağını idrake yaklaştığı anlarda, Fransız saray sosyetesi Barok sanatın icaplarına uymuş bulunuyordu. Hattâ XIV. Louis’nin himmetiyle 1661’de inşasına başlanmış olan Versailles sarayında, Barok tarzın bütün hususiyetleri tamamiyle tatbik edilmiş ve sonradan çok parlak opera temsillerine sahne olan saray tiyatrosunun inşası da bir müddet sonra ikmal edilmişti. XVII. asrın sonlarına doğru sanatında en son kemale ulaşan Lully’yi artık Fransa dışında da tanıyorlardı. Nitekim 1687 senesinde sanatkârın vefatından sonra daha uzun müddet operaları sevilerek temsil edildiler. XVIII. asrın büyük opera reformatörü Gluck’a kadar Fransız sahnesine hakim olan Lully operaları, antik esprinin, XIV. Louis stilinin klasisist kıyafeti içinde yeniden hayatı idrak etmesinden başka bir şey değildir. Koroya nazaran aryaların ön planı işgal ettikleri bu operalar, Alceste, Isis, Armide, Thesée adlı eserler bilhassa zikre şayandır.
Bir müddet sonra Fransız operasının ikinci büyük banisi Jean Philippe Rameau, Lully’nin yerine geçmiş ve millî operanın mukadderatı [kaderi] daha kabiliyetli bir ele intikal etmişti. Rameau, 1683’te Dijon’da doğdu. Bidayette [Başlangıçta] piyanist, sonraları organist ve nazariyatçı olarak tanınmış olan bu büyük adam, armoni sisteminin esasını vazeden [koyan] ilk müzik âlimidir.
Rameau evvela 1733 senesinde 50 yaşında iken opera bestekârlığına başlamış ve vefatı tarihi olan 1764 senesine kadar 22 büyük opera kompoze etmiştir. Sanatkâr esas itibariyle Lully’nin istikametini takip etmiştir. Maamafih Rameau, Lully’ye nazaran eserlerine daha parlak bir ritim ile geniş bir inşad ve hitabeti müessir kılmıştır. Rameau melodi bakımından daha ziyade İtalyanlara meyletmiştir. Lully’nin muakkipleri [takipçileri] tarafından hiç de sevilmeyen sanatkâr, her şeye rağmen devrinin en yüksek dramatik bestekârı olarak tanınmış ve takdir edilmiştir. Hattâ Rameau’nun eserleri arasında Hippolyt, Castor, Zoroastre gibi operaları, ifade ve stil bakımından Gluck’a bile numune olmuştur.
Lully ve Rameau’dan sonra Fransız operası, bestekâr Grétry’nin elinde yepyeni bir safhaya intikal etmiş ve karakter tasvirinde fevkalade muvaffak olan bu spiritüel sanatkâr, zengin bir inşad ve fevkalade popüler bir melodi ile Fransız opera-komiğini tesis etmiştir. Grétry’nin eserleri bugün bile dramatik müzik sahasında millî Fransız karakterinin mümessilleri telakki edilmektedir. 1813’te vefat eden sanatkârın 52 operası arasında Zemir et Azor, Anacreon, İki Hasisler, Arslan Yürekli Richard adlı eserleri bilhassa zikre şayandır.
Rönesans’tan sonra opera Fransa’ya intikal etmiş ve bu sanat Fransa’da âdeta ikinci bir rönesansı idrak etmişti. Nitekim Fransız edebiyatı ile Fransız esprisinin, opera sanatının inkişafı yolunda deruhte ettikleri mühim rol, Fransız operasının İtalyan operasından, metin, inşad ve hitabet gibi edebî hususiyetlere göre tefrik edilmesini [ayrı tutulmasını] mucip olmuştur ki, millî Fransız operasını da sırf bu hususiyetler bakımından tebarüz ettirmek zaruridir.