
Sanat ve Edebiyat Gazetesi
29 Mart 1947
Sayı: 13
Cevad Memduh Altar
Tanınmış virtüoz Stalislaw Szpinalski’nin geçen Cumartesi günü Devlet Konservatuvarı salonunda orkestra ile verdiği piyano konserini ne yazık ki dinleyemedim. 23 Mart akşamı Polonya Büyükelçiliğindeki resital, beni Szpinalski ile ilk olarak karşılaştırdı. Fakat sanatkârın 24 Mart akşamı Üniversite salonunda verdiği ve ayrıca radyo ile de yayınlanan resitali, Polonya’nın bu büyük virtüozu için edindiğim kanaatin kesin bir sonuca bağlanabilmesini de sağlamış oldu. Bu duruma göre, büyük şair Goethe’nin “Bir müzik eseri hakkında hüküm verebilmek, o eseri birkaç kere dinlemekle mümkündür” yollu görüşünün, müzikte icracı sanatkârlara da tatbik edilmesi gerektiğine inandım; ve bu formül sayesinde, Szpinalski’nin virtüozluk başarısına hayran oldum.
Szpinalski’nin her iki resitalinde yer alan veya programa ek olarak çalınan eserlerin çoğu Chopin’den seçilmiş olduğuna göre, sanatkârın, her şeyden önce, milletlerarası kıymette bir millî kahramanı kutlamak istediği kendiliğinden anlaşılıyor. Bu itibarla, programlarında: Scarlatti-Tausig, Debussy, Paderewski, Haçaduryan, Szelikowski, Kassern gibi eski, yeni, modern bestekârlara yer veren ve programa ek olarak çaldığı eserler arasına Mozart’ın ve Liszt’in eserlerini de katmış olan Szpinalski’nin, her sanat büyüğünden ziyade Chopin’e bağlanmış olması, bu küçük denememizi de ister istemez Chopin sanatına yöneltmemizi gerektirdi.
Stanislaw Szpinalski, tasavvurun üstünde bir teknikle mücehhez [donanmış] olduğu gibi, bu tekniğin sağladığı bütün özellikleri gittikçe artan bir tempo konsepsiyonu [anlayışı] içinde, eserin son notasına kadar devam ettirebilme hassasına da malikti. Bu derece imkânsız bir ajiliteye [hıza] rağmen, tonların ritmik ve metrik varlığını en ufak mânâda haleldar etmeyen [bozmayan] Szpinalski, parmaklarını piyanonun tuşlarına âdeta temas ettirircesine sevk ederek, mezzoforte ile pianissimo arasındaki renkleri hiç sıkıntı çekmeden elde ediyordu. Virtüozun dikkate değer bir tarafı da, o parlak tekniğini, fazla bir heyecana, lüzumsuz jestlere ram etmemesiydi. Sanatkârın yüzü de, konsantrasyon ânında, vücudu gibi huzur içindeydi. Bazı piyano çığırlarında karşılaştığımız, kavisli bilek hareketlerine katiyen yanaşmayan Szpinalski’nin, Paderewski çapındaki sanat büyüklerini yetiştiren geleneksel metodla yetişmiş olduğunu anlamamaya imkân yok. Bilhassa bu ciheti, hocası Paderewski’nin bestelediği o özlü “Menuet” çalınırken daha yakından duyduk.
Szpinalski’nin Chopin enterpretasyonuna [yorumuna] gelince: Her iki resitalde Chopin’den çaldığı 12 çeşitli eserden: La-majör Polonez ile La-bemol-majör Ballad, Si-minör Scherzo, Do-diyez-minör Fantezi, Empromtü, nihayet Si-minör Sonat nevinden eserler, dinleyenlere Szpinalski enterpretasyonunun en ince noktalarına ulaşma imkânını verdi. Bu arada vaktiyle Franz Liszt’in bütün konserlerinden eksik etmediği: Op. 40 No. 1 La-majör Polonez’i, Szpinalski gereği gibi, 1-3 forte (f ff fff) çalmış ve kendi janrında [tarzında] bir eşi daha olmayan bu mânâlı Polonez’in icap ettirdiği enerjiyi büyük bir başarı ile sağlamıştır. Szpinalski, piyano literatürünün en parlak bir eseri olan Op. 47 No. 3 La-bemol-majör Ballad’ı da bizlere zevkle dinletti ve eserin devamı boyunca hükmedip gittikçe artan heyecanla büsbütün şahlanan muttarit [tekdüze] bir ritmi ve sol elin parlak bir kontrast içinde işitilen kromatik seyrini, ne harikulade bir anlayışla açıkladı. Diğer taraftan, Chopin’in acı bir feryatla başlayan Op. 20 No. 1 Si-minör Scherzo’su, Szpinalski’nin elinde hakiki ifadesini buldu. Nitekim bu feryadı takip eden ruhi mücadele safhalarını da icabı gibi plastikleştirebilen Szpinalski, eserin çok sakin bir hava içinde akıp giden orta kısmını içten bir anlayışla ifade etti. Hele en sonra, 3 forte (fff) üzerinde ilerleyen ve ısrarla açıklanması lazım gelen “feveran” sahnesi, dinleyenlere eserin en yüksek noktaya ulaşmış olduğunu anlatmakta gecikmedi. Szpinalski, Chopin’in ölümünden sonra yayımlanmış olan Op. 65 Do-diyez-minör Fantezi-Empromtü adlı eserin, Chopin Empromtü’lerinin en sevimlisi olduğuna hepimizi inandırarak çaldı. Chopin’in Op. 58 Si-minör Sonat’ına gelince: Senfonik konstrüksiyonu bakımından zayıf olmakla beraber, sanatkârın büyük çaptaki eserlerinin en başında gelen bu Sonat’ı, Szpinalski gibi bir virtüozdan dinlemiş olmaktan büyük bir zevk duyduk. Bu eserin ilk kısmının “tema” teşhirleri ile tematik işlemeleri, ikinci kısmının Scherzo karakteri, arkadan gelen Largo’nun geniş, narin melodileri ve Rondo şeklinde yazılmış olan Final, Szpinalski’nin elinde mutlak sanatın icaplarına göre açıklanmış olmakla beraber, Chopin dünyasının narin manzaralarına sahne olmaktan da geri kalmadı.
Eski, yeni ve modern piyano bestekârlarının eserlerini, tarifsiz anlayışla çalan Szpinalski’yi, Ankara’mızın sanatseverleri önünde görmüş olmanın zevkiyle sevinirken, bu kudretli virtüozdan Bach ve Beethoven müziği dinleyememiş olmanın üzüntüsünü açıklamadan geçemeyeceğim.