Cevad Memduh ALTAR
(Ankara Devlet Konservatuvarı, Temsil ve Konserler yayını, No.1, Nisan 1941)
           Musiki sanatında Romantizm, millî akımlara doÄŸru atılan ilk adım olduÄŸuna göre, 19. yüzyılın ortalarında büyük dramcı Richard Wagner’le baÅŸlayıp gene Wagner’le sona eren “Yeni Romantizm”, musiki sahasında millî ekollerin doÄŸumuna ve geliÅŸmesine her ÅŸeyden önce neden olmuÅŸtu. Hattâ aynı yüzyıl içinde Wagner sanatına paralel olarak geliÅŸme eÄŸilimi gösteren çeÅŸitli millî yönler arasına “Slav” ve “Ä°talyan” dünyası da katılmıştı. Gerçi Batının çeÅŸitli sanat merkezlerinde Wagner üslûbuna uyum yolunda harcanan büyük çaba ve enerjiye raÄŸmen Wagner’e eriÅŸilememiÅŸ, ama Orta Avrupa sanat mirasından kısmen bağımsız bir millî ekoller zümresi oluÅŸmuÅŸtu.
           Öte yandan, başı klasik Viyana ekolünün büyük temsilcisi Beethoven’e, sonu ise müzikte izlenimciliÄŸin kurucusu Debussy’ye baÄŸlı olan Richard Wagner’e ancak yaklaÅŸabildikleri oranda kendilerini mutlu hisseden bazı sanatçılarla, sahne müziÄŸine karşıt olan “salt müzik” yandaÅŸları arasında ansızın baÅŸlayan tehlikeli bir mücadele, millî ekoller arasında geniÅŸ ölçüde bir Wagner karşıtlığının doÄŸmasına neden olmuÅŸtu. Nitekim Beethoven’in, herhangi bir olay, bir metin ya da bir programa baÄŸlanmadan yarattığı salt müziÄŸin yönünü, 19. yüzyıl boyunca, klasik bir görüş ve Wagner karşıtlığından gelen bir mücadele zihniyeti içinde devam ettiren Brahms gibi senfoni üstatları, millî dram ekollerini sürekli olarak etkisi altına alan Wagner sanatının hızla geliÅŸmesine engel oluyor ve o sıralarda sanat dünyasını birdenbire büyüleyen Johann Strauss’un popüler melodileri ise, yarım yüzyıldan beri Wagner etkisiyle karşı karşıya kalmış olan geniÅŸ bir dinleyici kitlesine âdeta bir sakinleÅŸtirici etkisi yapıyordu.
           İşte 19. yüzyılın sonuna doÄŸru Wagner’cilerle Wagner karşıtlarının ÅŸiddetli bir mücadeleye girdikleri sıralarda, Fransız, Rus, Çek ve Ä°skandinav ekolleri arasında, besteci Giuseppe Verdi gibi önemli bir ÅŸahsiyetin çabalarıyla “yeni Ä°talyan opera ekolü” de lâyık olduÄŸu yere geldi.
           Filozof Nietzsche’nin de söylediÄŸi gibi, baÅŸlı başına bir kültür dehası olan Richard Wagner’in yol göstermesiyle yavaÅŸ yavaÅŸ göze çarpan millî hareketler, bestecilere geçmiÅŸten gelen halk ÅŸarkıları ile halk danslarına ait melodi ve motiflerden gereÄŸince yararlanma imkânını vermiÅŸ ve bu durum Batının çeÅŸitli ırkların yaÅŸadığı bölgelerinde millî renk ve özelliklerin sanat eserlerinde her zamankinden fazla ortaya çıkmasına neden olmuÅŸtur. Bu nedenle konusunu sırf halktan alan bu yeni akım içinde, “Romantizm” ve “Geç Romantizm” v.s. gibi çeÅŸitli ekollere özgü yaratış esprilerinin birbirlerine girift olarak ortaya çıkmalarına raÄŸmen, bütün bu faaliyetlerin kısa bir dökümünü yapmak zorunda kalan müzik tarihinin, 19. yüzyılın sonlarına doÄŸru, her ÅŸeyden önce tek tek halk gruplarına yönelmek suretiyle millîleÅŸmesi gerekmiÅŸtir. Ä°ÅŸte millî akımların -yüzyılımıza doÄŸru- müzik sanatına ÅŸiddetle etkili olduÄŸu sıralarda, daha önce Gounod gibi yetenekli bir sanatçının çabasıyla kurulmuÅŸ olan millî Fransız operası yanında, aynı yüzyılın baÅŸlarında, Orta Avrupa üslûbuna baÄŸlı olan Ä°talyan operasını yalnız başına temsil eden besteci Rossini’den sonra Verdi’ye gelinceye kadar, Ä°talya’da opera sanatı susmuÅŸ ve hiçbir geliÅŸme belirtisi gösterememiÅŸti.
           1813’te Parma’da dünyaya gelen Giuseppe Verdi, Rossini ile Wagner’in ölümünden sonra 19. yüzyılın sonuna kadar, çaÄŸdaşı olan opera bestecilerinin en büyüğü olarak tanındı. Sanatçının baÅŸ eserleri arasında sayılan “Il Trovatore” operasının ardından 1871 yılında Kahire Ä°talyan operasının açılışı için bestelediÄŸi “Aida” ile “Othello” ve “Falstaff” isimli operaları, birdenbire bütün kalpleri fethetmiÅŸ ve o andan itibaren Ä°talyan sanatına tam anlamıyla dramatik bir ideal hâkim olmuÅŸtu. Verdi’nin millî bir kimlik altında Ä°talyan müziÄŸine verdiÄŸi bu derin ideali, yalnızca Wagner’den miras olarak aldığına şüphe edilemez. Nitekim o zamana kadar Ä°talyan operasında görülen kötü ve abartılı bir “hançere virtüozluÄŸu”nun yerine geçen bu gerçek dramatik yapıyla, Wagner’den sonra Verdi, opera bestecilerinin en büyüğü olma ÅŸerefini kazandı. 28 Kasım 1901’de Verdi’nin ölümüyle, Ä°talyan sanat dünyası uluslararası müzik piyasasına kapılarını tamamen açmıştı.
           Bu sıralarda Orta ve Batı Avrupa ekollerine mensup Richard Strauss, Debussy ve Stravinsky gibi sanatçıların çeÅŸitli türdeki eserleri, Ä°talyan sanat çevresine girmiÅŸ, hattâ birçok sanatçı tarafından benimsenmiÅŸti. Ä°talyanlar bu yabancı besteciler arasında en çok Debussy’den yararlandılar ve muhtemelen baÅŸka nedenlerin de bir araya gelmesiyle, eski monodik [teksesli] ÅŸarkı söyleme tarzı yeniden canlandı. Debussy’deki narin renklerle taze bir armoni, genç Ä°talyanları yeni amaçlara doÄŸru itti ve bunun sonucu olarak Ä°talya’da vokal bir oda müziÄŸi dönemi baÅŸladı. Bu arada Ä°talyan millî ekolünü etkileyen öteki yabancı besteciler arasında, millî Rus ekolünün önemli temsilcilerinden Rimsky-Korsakow’dan modern tarzın büyük temsilcisi Stravinsky’ye kadar devam eden, çeÅŸitli bestecilerin etkisi de inkâr edilemez. Hattâ Ä°talya’da uluslararası sanat akımlarına karşı görülen bu eÄŸilimin ardından, en tutucu Ä°talyan bestecileri bile kendilerini bu eÄŸilimin tehlikeli etkisinden kurtaramadılar. Yalnız ÅŸurası muhakkaktır ki, modern Ä°talyanlar arasında yalnız Puccini ile Mascagni, kendilerini aşırı bir modernizme karşı koruyabilmiÅŸler ve dolayısıyla Ä°talya’da daha Rönesans’ta baÅŸlamış olan vokal geleneÄŸe saygıyla baÄŸlı kalabilmiÅŸlerdir.
           Bununla beraber, 19. yüzyılda baÅŸlayan ve 1875 yıllarına kadar büyük besteci Verdi’nin kurduÄŸu esaslar üzerinde seyreden Ä°talyan operasının, 20. yüzyılın baÅŸlarına doÄŸru, fazla uluslararası olmasına gerek kalmadan, yepyeni bir aÅŸamaya girdiÄŸi görülür. Öteki millî ekollerin de artık olgunluk çaÄŸlarına girdikleri bir sırada baÅŸlayan bu yenilik, bir yandan geçen yüzyılın opera varlığını yüzyılımıza devretmekte, öte yandan son yılların sanat dünyasında bile etkili olan yeni bir millî ekolün doÄŸumunu haber vermekteydi. Nitekim büyük selefleri Verdi’den aldıkları ilhamla 19. yüzyılın sonlarına doÄŸru bu yeni tarzı kuran genç Ä°talyan bestecileri, Orta Avrupa sanat esprisine kısmen tezat oluÅŸturan “natüralist” bir temel üzerine “verismo” [gerçekçilik] ekolü diye adlandırdıkları, realist bir sanat tarzı kurmuÅŸlar ve konusunu günlük hayattan alan samimi bir halkçılık yoluyla “hakikat operası” diye anılan yepyeni bir dram türü bulmuÅŸlardı. “Cavalleria Rusticana” adlı halk operası ile bu ekolü kuran besteci Pietro Mascagni, bu realist eseriyle bütün sanat âlemini az zamanda fethetmiÅŸti. Mascagni’nin ardından, onunla aynı alanda rekabet eden besteci Ruggero Leoncavallo, sırf “I Pagliacci” adlı operasının kendisine saÄŸladığı şöhretle yetinerek, sahneyi, bu ekolün en önemli ÅŸahsiyeti olan Giacomo Puccini’ye terk etmek zorunda kaldı.
           1858 yılında Lucca’da dünyaya gelen Puccini, Milano’da Bazzini ve Ponchielli gibi tanınmış hocaların yanında geleneksel Ä°talyan sanatının hemen her aÅŸamasını tanımıştı. BaÅŸlangıçta sanat dünyasının dikkatini çekemeyen sanatçının, bir süre sonra Genç Ä°talyanlar tarzının, yani “verismo” ekolünün asıl kurucusu olduÄŸu anlaşıldı. Gerçekten de Puccini, büyük dramcı Wagner stilini Ä°talyan “verismo” ekolüyle dahice bir ÅŸekilde bileÅŸtirerek meydana getirdiÄŸi “Tosca” adlı operasıyla rakiplerini yenmeyi baÅŸarmıştı. Ancak sanatçıya “Madame Butterfly” operasından önce önemli bir şöhret saÄŸlayan bu operanın konusu, çeÅŸitli eleÅŸtirilere uÄŸradı. Victorian Sardou’nun aynı addaki dramından esinlenilerek, Giacosa ve Illica tarafından hazırlanan metin, bazı eleÅŸtirmenlerce önemli bir konu olarak gösterilmiÅŸ, bazılarÄ