(Cevad Memduh Altar’ın, Ekim 1949’da Varşova’da Chopin Enstitüsü tarafından düzenlenen IV. Chopin Piyano Yarışması vesilesiyle Fransızca olarak verdiği, daha sonra Varşova’da Lehçe olarak yayımlanan konferansın Türkçe metni, Türkiye’de de Ulus gazetesinde 20 Ekim 1949’dan itibaren 4 bölüm halinde yayımlanmıştır.)
Osmanlı İmparatorluğu ile Avrupa devletleri arasında zaman zaman göze çarpan kültür ve sanat ilişkilerinin başlangıcının, 1839 Abdülmecit reformundan (Tanzimat’tan) önceki devirler içinde aranması gerekir. Gerçekten de yalnız siyasi ve sosyal bünyesi bakımından değil, coğrafi durumu bakımından da Batı dünyasının esaslı unsurlarından biri olan Türkiye’de 19. yüzyılın ortalarına doğru Tanzimat’ın ilan edilmiş olmasının sadece bir “Batılılaşma” terimiyle nitelendirilmesi doğru olmaz. Bu hareket, daha önce girişilen siyasi, toplumsal ve kültürel reformların sonucu ve sentezi niteliğindedir.
İstanbul Fatihi II. Mehmet’in 1453’ü takip eden yıllarda, Batılı devletlerin hemen hepsinin öteden beri yaptığı gibi İtalyan Rönesansına irtibatı sağlaması, din hürriyetine görülmemiş bir tahammülle yer vermesi, Kanuni Sultan Süleyman’ın 16. yüzyıl boyunca bilim kurumlarını ıslah etmesi, III. Selim’in hayatına mal olan ıslahat planı gereğince Nizam-ı Cedid’i tesis etmiş olması, 19. yüzyılın ilk yarısında II. Mahmut’un yeniçeri ocağını zorla dağıtıp (Vak’a-i Hayriyye) III. Selim’den yarı kalan reformu azim ve cesaretle tamamlaması, nihayet Abdülmecit’in Gülhane Hattı Hümayunu ile 1839’da Tanzimat’ı ilan etmesi türünden belli başlı hadiseler, Türkiye’nin Batı medeniyetinin gereklerini yerine getirme bakımından göze aldığı reform girişimlerinin en önemlilerinden sayılır.
Bundan dolayıdır ki Türkiye ile Avrupa devletleri arasında bugüne kadar gerçekleşen kültürel temaslar sonunda yalnız yeni ve çağdaş Türk müziği, 15. yüzyıl İtalyan Rönesansının çeşitli sanat kolları arasında olduğu gibi edebiyat ve plastik sanatlara göre gelişimini geç idrak etmiş ve modern Türk sanatının bütün millî sanatlara temel olan ortak form ve teknik üzerinde gelişmesi, ancak Tanzimat’la beraber devamlı ve sistemli bir gerçekleşme imkânını elde edebilmiştir. Bu itibarla tarihin son iki yüzyıllık akışı içinde, Osmanlı İmparatorluğu ile Avrupa devletleri arasında meydana gelen fikir ve kültür ilişkilerinin niteliğini araştırmak, yeni Türk bilim hayatının en önemli görevlerinden biridir.
Batı devletlerinin ordularında, sırf “yeniçeri” müziğini örnek tutarak askerî müzik birlikleri kurulmuş olmasının, önce Mozart’ın, sonra de Beethoven’ın “yeniçeri” müziğinden esinlenerek birer Türk marşı bestelemiş olmalarının, Beethoven’in 1823 yılına kadar devam eden, 9. Senfoni’yi yaratış ihtirasları arasında, bu ölmez eserin planını tespit için kaleme aldığı müsveddede: “... senfoninin son kısmında Türk müziği ve koro bulunacak” cümlesini yazmasının sebebi acaba ne idi? Ne gariptir ki, bu tarihten üç yıl sonra (1826’da) Osmanlı tahtına oturan II. Mahmut, 1828 yılında, Türk ordusunu Avrupa sisteminde ıslah ederken, yeniçeri müziğini lağvedip yerine Avrupa tarzındaki bandoyu koymuş ve bütün bu işlerin idaresini Giuseptte Donizetti’ye vermişti. Bu tarihten tam 11 sene sonra (1839’da) tahta oturan Abdülmecit’in ilan ettiği Tanzimat ve yine Donizetti eliyle kurulan saray orkestrası, Türkiye’de Batı ölçüsünde ilk müzik reformuna başlangıç oldu, çünkü yeni Türkiye’ye “garbın yüksek sanat musikisinin (ancak) bu yoldan geleceği zannediliyordu”. (Refik Ahmet Sevengil’den)
Bu yıl ölümünün 100. yıldönümünü idrak ettiğimiz büyük dahi Frédéric Chopin’in yetiştiği ve milletlerarası millî bir kahraman olarak tanındığı devir, bizim ıslahat mücadelemizin en ateşli yıllarına isabet etmektedir ki Türkiye’de Chopin adının ilk olarak anılması durumunun da 1839 Tanzimat yılı ile beraber başladığı kesindir. Klavsen, çekiçli piyano (Hammerklavier) gibi tuşlu sazların Tanzimat’tan çok önce saraya girmiş olmasına ve Türkiye’yi ziyaret eden Batılı sanatkârların bu sazlara özgü literatürü saraya dinletmiş bulunmasına rağmen, piyanonun halk arasında tanınıp kullanılması Tanzimattan hemen sonraki yıllara tesadüf eder. Nitekim Batıda Chopin sanatının doruk noktasına ulaştığı bir devirde, ülkemizde yayınlanmış ilk özel gazete olan Ceride-i Havadis’in 1845 tarihli nüshasında, garip olduğu kadar da enteresan olan şöyle bir haber ile karşılaşılır:
“İLAN
Nev’ima kanuna müşabih bulunan piyano nam sazı çalmaklıkta kamile Avrupalı bir karı olup çenk zenanı zamandan isteklü olanlara talim edeceği ve mahalli havadishanemizden bildirileceği.”
[Kanuna benzeyen piyano adındaki bir sazı çalmakta usta olan Avrupalı bir hanım, istekli hanımlara ders verecektir ve adresi gazetemiz idarehanesinden öğrenilebilir.]
Görülüyor ki burada piyano ancak bir Türk sazı olan kanuna benzetilmek suretiyle, müzik meraklılarına tarif edilmek istenmiştir. Türkiye’de saray dışında, halkla ilgili ilk piyano ilanı herhalde bu ilan olacaktır.
Tanzimat, Türkiye’de eskiden yeniye geçişin her bakımdan başlangıcıdır. Chopin sanatının memleketimizde sevilip sayılması için gerekli bilgilerin Türkiye’ye ilk olarak girmesini sağlayan zihniyet de yine Tanzimat zihniyetidir. Bu devirde, 18. yüzyılın sonlarına kadar dayanan ve dünya nimetlerine yüz çevirip kurtuluşu daha çok mistik bir düşüncede bulmuş olan Türk Divan Edebiyatı, Tanzimat’la beraber yerini Batıdan gelen yeni bir anlayışa terk etmiş, bu suretle her sanattan önce, söz sanatında baş gösteren “edebi tanzimat” Chopin estetiğinin ayrılmaz temel direği olan kadına, edebiyatımızda müstesna bir durum bahşetmiştir.
Tanzimat edebiyatının, 18. yüzyıl Fransız edebiyatındaki ideolojinin etkisi altında meydana geldiğini açıklayan tanınmış edebiyatçımız Doktor Ali Nihat Tarlan, “Tanzimat edebiyatında hakiki müceddit” başlıklı yazısının çeşitli yerlerinde kısaca şöyle demektedir: “On yedinci asır edebiyatı halis bir Hıristiyan edebiyatı olup, mutlakiyet etrafında toplanmıştır. Biz de aynı vaziyette idik. Divan Edebiyatı dinî hudutlar içinde dönüp dolaşan ve bir saltanat etrafında toplanan edebiyat idi... Fransa’da 18inci asır edebiyatıyla bizim Tanzimat edebiyatı aşağı yukarı aynı umumi hatları havidir... Tanzimat edip ve şairlerinin eserlerini tetkik edersek, onlarda aynen 18inci asır Fransız mütefekkirlerinin izlerini buluruz... Fransız edebiyatı denebilir ki kurunu vustâdan beri Chansons de gaste’lerle başlayan hayali bir tipik devreye girmiş ve sonra kadının da hayattaki rolüyle, velev romanesk olsun, hayatı aksettiren romanlar, aynı zamanda burjuva, ruhban ve halk için realist, âlimane, didaktik eserler vermiş bir edebiyattır... Tanzimat işte böyle bir edebiyata tevarüs etti... Tanzimat ediplerinden Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal, halk edebiyatını, yıkmak istedikleri divan edebiyatına karşı bir silah olarak kullandılar.”
Yazarın bu çok yerinde tahlil ve gözlemleri de gösteriyor k, bütün uygar ülkelerde olduğu gibi memleketimizde de gittikçe artan Chopin sevgisini besleyecek edebî inkılap Türkiye’de tam yüz yıl önce Tanzimat’la beraber başlamış ve bu edebiyatı takip eden “Edebiyat-ı Cedide” mensupları ise, aşağıda göreceğimiz üzere, halktan gelen bir hamle ile meydana getirdikleri şiir, roman ve hikayelerde, Chopin’in şahsına ve sanatına lâyık olduğu mevkii vermekte tereddüt etmemişlerdir.
Genç Chopin’in Paris’teki yetişme devresine başlangıç olan 1831 ve 1832 yıllarında, yani “Op.22 Grande Polonaise, précedée d’un Andante spianato (orkestra ile)” adlı eserin meydana geldiği tahmin edilen yıllarda, Türkiye’de II. Mahmut, yönetim, edebiyat ve sanat ıslahatına başlamış bulunuyordu. Bu esnada Giuseppe Donizetti, Türk öğrencilerine nota öğretiyor ve Türk sanatseverlerine Batının ve bilhassa İtalya’nın büyük müzik üstatlarını tanıtmaya çalışıyordu.
Ülkemizdeki görevine ilk olarak 1827 yılında başlayan Donizetti’nin, o tarihlerde, henüz Varşova çevrelerinde sevilmekte olan genç Chopin’i lâyıkıyla tanımış olmasına şüphe edilebilir. Ancak 1856’da İstanbul’da vefat eden Donizetti’nin 1840-1849 yıllarında ve bilhassa 1847 Haziranında Franz Liszt’in Türkiye’yi ziyaret edip, Abdülmecit’in huzurunda ve özel toplantılarda konser vermesinden sonra Chopin sanatıyla yakından ilgilenmiş olacağı ve Chopin’in eserlerini genç Türk öğrencilerine tanıtmış olması gerekir, çünkü İstanbul’a büyük emellerle gelen Franz Liszt’in, Tanzimat Türkiye’sine “humanitaire” müziği sokmak için bir çok şeyler tasavvur etmiş olduğu, bu arada İstanbul’daki konserlerinin birinde Chopin’in Mazurka’larından birini çaldığı malumdur. Halen İstanbul’un emekli müzik öğretmenlerinden Sabri Kotaltın’ın arşivinde bulunan, Liszt’in konserine ait bir programda, konserin üçüncü eseri olarak belirtilen bir Mazurka’nın hangisi olduğu belli değildir. Bununla beraber Türkiye’de ilk olarak Chopin’den çalmış olan uluslararası değerde bir piyanistin Franz Liszt olduğunu kabul etmek hata sayılmaz. O halde 1815’de doğup 1882’de ölen ve Donizetti’ye genç yaşlarında öğrencilik eden ilk Türk piyanisti Necip Ahmet Paşa’nın da Chopin’in eserlerine ilgi göstermiş olduğu muhakkaktır.
Türkiye’de Tanzimat reformu ve Chopin
1839’da II. Mahmut’un vefatı ve aynı yıl içinde Abdülmecit’in 18 yaşında tahta çıkması, Türkiye’yi modernleştirme yolunda öteden beri girişilen teşebbüslerin resmen de gerçek