Ankara Radyosu
16 Ekim 1940
Saat: 21.10
Muhterem dinleyenlerim, Richard Wagner’le başlayıp yine onunla sona eren Yeni Romantizm, müzik sanatında ulusal çığırların doğmasını sağlamıştı. Oysa 19. yüzyıl boyunca Wagner sanatıyla yan yana gelmiş olan ulusal çığırlara çeşitli Slav ülkeleri de katılırken, bütün bu kollara mensup sanatçılardan hiçbiri Wagner’i en ufak bir anlamda taklit edemedi. Gerçi bu büyük sanatçıya yaklaşmak isteğiyle gösterilen gayret ve enerji bağımsız olmakla beraber, Orta Avrupa sanat etkisinden kolay kolay kendini kurtaramayan ulusal operaların meydana gelmesine neden oldu. Başı klasik Viyana üslubunun üstadı Beethoven’e, sonu müzikte empresyonizmin kurucusu Debussy’ye bağlı olan Richard Wagner’de şiir, müzik, felsefe, dramaturji ve nihayet organizasyon dehalarının bir bütün olarak gelişmesi durumu Wagner’i taklide imkân bırakmamış ve bu hal sanatçının bütün yaratılarında yenileyici olmaktan çok kendine özgü bir devrimci olarak tanınmasını gerektirmiştir.
Öte yandan Beethoven’in mutlak müzik üslubunu 19. yüzyıl boyunca klasik bir görüş ve Wagner karşıtlığından gelen bir çarpışma anlayışı içinde devam ettiren Brahms ve Bruchner gibi senfoni üstatları da Wagner üslubunun yayılmasına engel olmakta ve aynı yıllar içinde sanat dünyasını birdenbire yakıp tutuşturan Johann Strauss valsleri ise yarım yüzyıl süreyle Wagner sanatını dinlemeye alışmış olan geniş bir insan kitlesine âdeta uyuşturucu bir deva etkisi yapmaktaydı.
İşte Wagnercilerle Wagner karşıtlarının şiddetli bir kavgaya tutuştukları sıralardadır ki Fransa’da Gounod, Bizet, St. Saëns, İtalya’da Verdi, Rusya’da Glinka, Rubinstein, Çaykovski, Bohemya’da Smetana, Dvorak ve nihayet Norveç’te besteci Grieg ile gerek opera gerek senfonik müzik alanında ulusal ekole, ulusal bir çığıra temel atılmış oldu.
Filozof Nietzche’nin de söylediği gibi başlı başına bir “kültür dehası” olan Wagner’le beraber başlayan ulusal müzik kalkınmalarının arkasından, geçmişten gelen halk şarkılarıyla halk danslarına ait melodilerden vokal ve enstrümantal alanda faydalanmak imkânları da elde edildi. Ancak konusunu halktan alan bu türlü akımlar içinde Romantizm ile Yeni Romantizm’in ve hattâ yeni zamanlara özgü yaratma esprilerinin kısa bir bilançosunu yapmak zorunda kalan müzik tarihi, her şeyden önce tek tek halk topluluklarına dönmekte gecikmedi.
Müzik sanatında ulusal akımların bütün şiddetiyle harekete geçtiği sıralarda lirik karakterdeki yaratmalarıyla dünyanın her yerinde tanınmaya başlayan Fransız besteci Gounod, 1859 yılında Goethe’nin ünlü eserinden esinlenmiş olan bir metni besteleyerek meydana getirdiği Faust et Margarith adlı sahne eseriyle 19. yüzyılda Fransız ulusal operasını kurmayı başardı. Bütün yaratmalarında Orta Avrupa Romantizminin büyük üstatlarından Robert Schumann’a bağlanan bu sanatçıyı A. Thomas, J. Massenet ve Geoge Bizet gibi duygulu Fransız bestecileri izlemişler, ama bunların içinde hiçbiri Bizet kadar Gounod’ya hayırlı halef olamamıştır. Nitekim 19. yüzyıl resim sanatına ilk olarak güneyin masmavi göğünü, kızgın güneşini, ateşli mizacını sokmayı başaran Fransız ressamları yanında aynı izlenimleri müzik sanatına da eksiksiz uygulayan bu olağanüstü yetenek, eserleri arasında özellikle Carmen adlı operasıyla Nietzche’nin de söylediği gibi âdeta bir “Akdeniz müziği” yaratmıştır. Bizet 1875 yılında ve 37 yıllık bir ömrün sonunda dünyaya gözlerini yummuş ve mücadele içinde geçen bu duygulu bestecinin eserleri ancak ölümünden sonra anlaşılabilmiştir.
19. yüzyıl Fransız bestecileri arasında klasik bir anlayışla eser yaratan Camille Saint Saëns, her şeyden önce piyanist ve organist olmasına rağmen biçcok koro ve orkestra bestesinin yanında Orta Avrupa’da da sevilen operalar yazmış ve bunların içinde en çok Samson et Dalila adlı eseri sanatçıya devamlı bir şöhreti sağlamıştır.
Aynı yüzyılın ortalarına doğru ciddi Fransız operası yanında ilk önce Hervé adlı bir bestecinin yazdığı Küçük Faust ve Mamzel Nitouche adlı eserle müzik sanatında dramatik minyatür üslubu meydana getirilmiştir ki ulusal Fransız operetine yol açan bu hafif sanat tarzı 1819’da Köln’de dünyaya gelen besteci Jacques Offenbach’a önderlik etmiş ve bu verimli sanatçının günün birinde opera kartiyorları diye de adlandırılan eserleri yazmasını sağlamıştır. 102 adet sahne eseri yaratmış olan Offenbach’ın operaları arasında Hoffman’ın Masalları adlı komik-opera çok sevilmiş, Offenbach ile sanat dünyası arasında mutlu bir ilişki kurulmasına önayak olmuştur. Offenbach’tan sonra sanatçının tek halefi olan Leo Delibes ise Lakme adlı eserinde elde ettiği melodi ve orkestrasyon zenginliğiyle popüler bir kompozitör olarak tanınmış ve Offenbach’ın kurduğu hafif opera tarzı bu sanatçıyla sona ermiştir.
19. yüzyılın ikinci yarısının ortalarına kadar yalnız besteci Giuseppe Verdi ile var olan İtalyan operasına gelince: Aynı yüzyılın başlarında İtalyan operasını tek başına temsil eden Rossini’den sonra 1813’te Parma’da dünyaya gelen Verdi yetişinceye kadar İtalya’da opera sanatı hiçbir hareket gösterememiş, ama az zamanda büyük işler başaran Verdi, Rossini ile Wagner’in ölümünden sonra 19. yüzyılın sonuna kadar çağdaş bestecilerin en büyüğü olma şerefini kazanmıştır. Başlangıçta İtalyanların pek o kadar anlayamadığı Verdi sanatı, klasik bir anlam içinde meydana gelmişti. Büyük bestecinin başyapıtları arasında anılan Il Trovatore veya La Traviata adlı operalardan sonra 1871 yılında Kahire’de İtalyan operasının açılışı vesilesiyle bestelediği Aida adlı eseriyle Otello ve Falstaff adlı operaları az zamanda bütün kalpleri fethetmiş ve o ana kadar İtalyanlar elinde önemini kaybetmiş olan koloratur ses karşısında ezici anlamda tam bir dramatik ideale sahne olmuşlardır. 1901 yılında Milano’da ölen Verdi Wagner’e bağlanmış ve onun ölümünden sonra 19. yüzyıl operasının en büyük temsilcisi olarak tanınmıştır.
İtalya’da 19. yüzyıl sonlarına kadar Rossini ile Verdi’den başka hiçbir ulusal besteci adının duyulmamış olmasına karşılık Almanya’da şair besteci Cornelius komik-opera türünde bestelediği Bağdat Berberi ve Cid adlı iki operasıyla ve besteci Humperdinck çeşitli eserleri arasında bir halk operası olarak meydana getirdiği Hansel und Gretel adlı sahne eseriyle Wagner devrimini uygulamaya çalışmışlar, ancak harcanan tüm çabalara rağmen ancak 19. yüzyıl ulusal opera sanatıyla yeni bir Orta Avrupa üslubu kurmayı başarmışlardır.
Öte yandan yıllarca Güney Avrupa ile Orta Avrupa sanat kaynaklarından beslenmiş olan Slav dünyası da müzik alanında bağımsız olma gereğini duymuş ve sırf böyle bir katılımla 19. yüzyıl ortalarına doğru Rusya’da ve Bohemya’da ulusal müzik lehinde hareketler başlamıştır. Nitekim Rusya’da uzun zaman kilisenin baskısı altında kalan halk müziği ilk önce aynı yüzyılın ilk yarısında Glinka gibi ulusal bir bestecinin elinde gerçek değerini bulmuştur. Ve ilk olarak Glinka, Ruslane et Ludmilla adlı eseriyle ulusal Rus operasının temelini atmıştır. Öte yandan dönemin büyük piyano virtüozu Anton Rubin