Ankara Radyosu
2 Ocak 1939
Sayın dinleyenlerim, müzik edebiyatının en önemli sanat şekli olan senfoniyi anlatmak ve onu karakterize eden nitelikleri açıklamak için konumuzu daha çok örneklere dayandırmak gerekmekle birlikte, senfoninin insanlığın düşünce tarihi içindeki gelişimini göstermek için birtakım açıklamaklardan da uzak kalamayacağız. Bu nedenle senfonik formun anlamını, enstrümanla olan ilişkisini, normal gelişimini, türlü dönemlerdeki yerini ve geçirdiği değişiklikleri açıklarken gerektiğinde örneklere başvuracağız.
“Senfoni” kelimesi Yunan uygarlığından beri çeşitli dönemlerde ayrı ayrı anlamlara gelmiştir. 18. yüzyılın başlarında belirli bir formu işaret etmiş ve yalnız orkestra için bestelenen bu tür eserlere “senfoni” adı verilmiştir. Sözlük anlamı “birlikte yankılanma” demektir. Senfoni tamamiyle enstrümantal, yani çalgılı bir formdur. İtalyan Rönesans’ıyla başlayan ve bir metne eşlik eden sahne, yani opera müziği, 17. yüzyıla kadar müzik sanatının ağırlık merkezini oluşturmuş ve enstrümantal müzik olarak 17. yüzyılın büyük üstatları olan Bach’ın ve Haendel’in elinde gerçek benliğini bulmuştur. Bununla beraber asıl enstrümental müziğin, yani hiçbir metne veya bir olaya bağlı olmayan ve bağımsız olarak gelişen mutlak müziğin 18. yüzyılda Haydn, Mozart ve Beethoven gibi üç büyük üstadın elinde geliştiğini ve kesin şeklini aldığını görüyoruz. Nitekim senfoni formunu bu üstatlar ıslah etmişler, senfonide cümle denilen türlü bölümleri genişletmişler ve bazı enstrümanlara ön planda yer vermişlerdir. Bunlardan bilhassa büyük üstat Beethoven senfoniyi genişletmiş, aletlerin türünü ve sayısını çoğaltmıştır. Beethoven’le beraber eserin her bakımdan ağırlık merkezi ilk bölümde yer almış ve bu bölüm öteki üç bölüme kıyasla daha genişlemiştir.
18. yüzyılla beraber müzik sanatını iki ana sınıfa ayırmak, bunlardan birine belirli bir olaya eşlik eden sahne müziği, ötekine de anlam ve kavramı kendi içinde olan ve sırf enstrüman için yazılmış olan senfonik müzik, yani “mutlak müzik” demek gerekir. Bunun dışında enstrümantal müziği bir de ifade bakımından hedeflediği amaca göre sınıflandırmak gerekir. Bu durum kısmen de etnolojik özelliklere dayanır. Nitekim Avrupa’nın güney kısımlarında müziğin sırf insanın ruhunda ve kulağında hos etkiler oluşturan bir sanat olarak bestelenmesine karşılık, Orta ve Batı Avrupa’da müziğin yaşanan ve duyulan şeyleri, belirli fikirleri ifadeye vasıta olarak geliştiğini görüyoruz. Orta Avrupa’daki bu düşünce farkı bilhassa 18. yüzyılın sonlarına doğru büyük müzik yazarlarının ve düşünürlerinin yetişmesine neden olmuş ve bu arada Beethoven gibi bir dahi senfonik müziği felsefi düşüncelerini ortaya koyan bir araç olarak kullanmıştır.
Büyük şair Goethe ise bundan bir yüzyıl önce müziğin bu iki türünü şöyle nitelendiriyordu: “Bütün yeni müzik iki cepheden ele alınmalıdır. Ya İtalyanların yaptığı gibi serbest, gelişimi ve etkisi kendinden gelen, dış nitelikleri ve anlamıyla etkili olan bir müzik, yahut da Fransızların, Almanların ve bütün kuzeylilerin yaptıkları ve yapmakta oldukları gibi anlayışa, duyguya ve ıstıraba dayanarak işlenen ve birçok insani düşünce ve duyguları bir araya getiren bir müzik.” Beethoven zamanında ve Beethoven’den sonra senfonik müzik gerçekten Goethe’nin düşüncesinin ikinci seçeneğine göre gelişmiş ve bir metne eşlik eden sahne müziği yanında bu müziğe “mutlak müzik”, yani “musique absolue” denmiştir.
Senfonik müzik ayrı ayrı 3 veya 4 bölümü içermektedir. Bu bölümlerden her biri kendine göre bağımsız bir sanat eseridir. Bunlar belirli bir hız içinde seyrederler. Çoğunlukla birinci bölüm hızlı, ikinci bölüm ağır, üçüncü bölüm neşeli, dördüncü bölümse oldukça hızlı bir tempoyu içerir. Senfonik eserlerde alet ve bunların karakterleri de önemli roller üstlenirler. Bu tür eserler belirli kadrolu bir orkestra için bestelenirler. Senfonik orkestra kadrosu Viyana klasik üstatlarından Haydn, Mozart ve Beethoven’den beri bazen belirli aletlerle sınırlı kalmış, ama gitgide enstrümanların türleri artmış ve bazı aletlerin orkestra içinde adetleri çoğaltılmıştır. Enstrüman, bir eserin yaratılmasının ardından çalınmasına neden olan en önemli unsurdur. Enstrümanlar esas itibariyle 3 sınıfa ayrılırlar: Bunlardan birincisi yaylı sazlar (keman, viyola, viyolonsel, kontrbas gibi aletler), ikincisi tahta ve madeni ağız sazları (flüt, obua, klarinet, fagot, korno, trombon v.s.) gibi enstrümanlar, üçüncüsü ise vurularak çalınan sazlar (yanı tembal, davul, zil, çanlar, tamtam v.b.). Bu sazların her biri orkestraya belirli sayıda katıldığından kadronun bütünü normal bir orkestrada çoğunlukla 80 kişiyi geçmez. Orkestrada aletler yapılarına ve literatürdeki önemlerine göre yer alırlar. Ve bu durum çok kere belirli bir şemaya göre düzenlenir.
Müzikte senfonik form ve senfonik yapı meselesine gelince: Bütün müzik eserlerine her şeyden önce “akan” bir güç olan melodi, yani nağme, ikinci olarak “sabit” bir güç olan armoni, yani çokseslilik hakimdir; zaten Batıda müzik literatürü çokseslilik prensibi üzerine gelişmiştir. Bu prensibe göre herhangi bir melodi tek başına dinlenmez, kendisine armonik olarak eşlik eden başka seslerle birlikte dinlenir. Bugünün müziğinde melodi ve armoni birbirlerinin ayrılmaz bir parçasıdır. Bu iki esas unsuru form prensipleriyle ele almak suretiyle şaheserler meydana getirilmiştir. 18. yüzyıldan beri senfonik yapıları oluşturan form esasları her şeyden önce tematik bir gelişime dayanmaktadır. Yani eserin bütünü bir veya birkaç müzikal konunun işlenmesiyle meydana gelir. Müstakil bir fikir müziği olan bu küçük birliklere de “tema” denir. Bu nedenle eserde çok önemli olan konuyu şu iki önemli prensibe göre işlemek gerekir: Bunlardan birincisi, zengin bir hayal gücü ve seziş yeteneğiyle eserin bünyesine yeni ve taze unsurlar katılması durumu, yani eserde çeşitlilik içinde bir tema hakimiyeti; ikincisi ise, çeşitlilikte birlik, yani temaların birbirleriyle olan ilişkisi ve bu ilişkiler açısından bir mantığa dayanan ve eserin bütününü hedefleyen bir birlik durumu.
Bu iki önemli estetik prensibe göre esere “tema” denilen müstakil müzik fikirlerinin hakimiyeti, besteci tarafından eserin baş taraflarında açıkça sunulur; bu durum, bir veya birkaç temanın işlenmesiyle, yani eserin daha sonraki seyrinde temaların asıllarına az veya çok benzer bir şekilde taklitleriyle mümkündür. Esasen sanatta ana formu yaratan prensiplerin en önemlilerinden biri de taklittir. Bu nedenle konunun değişik olarak işlenmesi veya tekrarı insan ruhunda anlamlı bir neşeyi ve duygulanmayı uyandırır. İşte bütün bunlar hayal gücünde çeşitlilik ve bu çeşitliliğin arasındaki mantıksal bağ ise eserin bütünündeki birliktir. Bunlara kısaca müziğin mimarisi bile denilebilir.
Senfonik formu iyice incelemek için tema kavramını biraz daha derinleştirelim: Temalar en küçük müzikal kavramlar olan motiflerin birleşmesiyle meydana gelir. Dolayısıyla şimdi dinleyeceğimiz şu en küçük birliklerin her biri ayrı ayrı birer motiftirler. (Örnek: 1)
Tema, böyle en küçük motiflerin birleşmesiyle karakteristik ve müstakil bir ifade içinde gelişen müzikal bir fikirdir. Dolayısıyla motif, temanın hayatının ilk formal şekilde ortaya çıkışıdır. Şimdi de az önceki motiflerin tümüyle meydana gelmiş olan şu temayı dinleyelim ve onu tekrar motiflerine geri döndürelim. (Örnek: 2)
Bu basit tema şu motifin (Örnek: 3) böyle 3 defa gelişmesiyle elde edilmiştir (Örnek: 4). Dolayısıyla müzikte en ufak bir fikir ünitesi olan motif, en önemli bir form unsurudur. Bir müzik eserinin yapısında motif ve temadan başka önemli unsurlar da mevcuttur ki bunlarla da bir eser meydana getirmek mümkündür. Motif ve tema gibi melodik olmayan bu unsurlardan birisi figür ve diğeri de pasajdır. Figür akor esasına, yani çoklu ton gruplarına dayanarak tekrarlanan bir cümledir. Nitekim şimdi dinleyeceğimiz şu c