Cevad Memduh Altar1902-1995
English | Français | Deutsch | Italiano | Español

RADYO

Ankara Radyosu
1 Aralık 1946, Pazar
Saat: 10.00-11.00

SANAT DÜNYASININ YOLCULUKLARI: III
FRANZ LİSZT
(1843-1848)

            Geçen yüzyılın büyük sanat adamı Franz Liszt’in hayatının 1838-1848 yılları arasına rastlayan bölümü, bütün sanatçılara örnek olmaya değer yolculuklarla geçtiğine göre, biz bu yolculukların 1844 yılına kadar sürüp giden kısmını iki ayrı devre halinde incelemiş olduk; ve gördük ki, büyük sanatçı, bütün bu turnelerde, mensubu olduğu milletin halk müziğinden aldığı primitif malzeme ile uluslararası değerde bir sanat müziğinin nasıl yaratıldığını sanat dünyasına ispat etmiştir; esasen millî çığırların doğmasına vesile olan 19. yüzyıl yaratma ruhu içinde varlık göstermeye çalışan birçok milletler, ancak Franz Liszt gibi bir sanatçının önderliği altında millî müziklerini yenilemişlerdir.

            Şimdi Franz Liszt’in 1845-1848 yılları arasına rastlayan yolculuklarını üçüncü bir devre halinde gözden geçirelim; böylelikle, gıpta edilecek bir sanatçı hayatının parlak gösterilere sahne olan 10 yıllık bir devresini, üç ayrı bahis içinde incelemiş olalım:

            Franz Liszt’in 1845 yılına kadar, ardı arkası kesilmeden devam eden sanat yolculukları, aynı yılın Ağustos ayında meydana gelen önemli bir olay yüzünden birdenbire kesintiye uğruyor; fakat bu olay, büyük sanatçının yıllardan beri bizzat önayak olduğu bir işin olumlu bir şekilde sonuçlanmasından başka bir şey olmadığı için, Liszt, hiçbir şeye değişemeyeceği bu olaya heyecanla boyun eğiyor; ve bütün hızıyla devam etmekte olan yolculuklardan kısa bir süre vazgeçiyor. Şimdi bu olağanüstü durumu inceleyelim:

            Sırf Franz Liszt’in devamlı olarak yaptığı yayın ile maddi ve manevi yardımı sayesinde gelişen Beethoven Anıtı işi, 1845’te sonuçlanmıştı. Aynı yılın 12 Ağustosunda, Beethoven’in doğduğu şehir olan Bonn’da, bu anıtın açılış göreni yapılacaktı. Bütün gözler Bonn’a dikilmişti. Nitekim Franz Liszt de, gene kendi eseri olan Beethoven anıtının açılış töreninde bulunmak üzere, birçok sanat ve devlet adamıyla beraber Bonn’a hareket etti. Bu şehirde, Ağustos 1845’te yapılan büyük törende, İngiltere Kraliçesi Victoria ve Prusya Kralı IV. Friedrich Wilhelm gibi iki hükümdarın ve devrin uluslararası müzik büyüklerinden Berlioz, Meyerbeer ve Spohr gibi sanatçıların bulunması, işin önemini büsbütün arttırdı. Açılış göreni çok parlak geçti; törenden sonra davetliler Liszt’i icracı, yaratıcı ve idare edici sanatçı olarak da selamlama fırsatını kaçırmadılar. Bu suretle Franz Liszt, Bonn çevresini de sanatının heyecanıyla sarsma fırsatını elde etmiş oldu.

            (Plak 1: Liszt, Polonez No.2)

            O tarihlerde 34 yaşına ulaşmış olan Franz Liszt’e her bakımdan kollarını açan biricik sanat muhiti şüphesiz Paris idi. Ne çare ki, Kontes d’Agoult gibi bir hayat arkadaşından ayrılmış olması, hattâ tam yetişme çağlarına ulaşmış olan iki kızını (Cosima ile Blondine’i) uzun süre görememek zorunda kalması, Liszt’i kolay kolay Paris’e yaklaştıramıyordu. Fakat Bonn’da Beethoven anıtı için yapılan büyük törenden sonra, sanatçının kafasını yıllardır işgal etmiş olan bambaşka bir problem, onun rüyalarına da hükmetmekten geri kalmadı. Şimdi artık Franz Liszt’in bir tek ideali vardı, o da Türkiye’yi ve imparatorluğun başkenti olan İstanbul’u ziyaret etmek, bu şehirde konserler vermekti. Millî sanat müziği alanında, uluslararası piyasaya büyük çapta yaratmalar vermiş olan Franz Liszt için Türkiye, şüphesiz çok önemli bir konuydu, çünkü büyük sanatçı Türkiye’de zengin malzemeye sahip olan halk müziği ve klasik Türk müziği kaynaklarından büyük çapta sanat müziği yaratmanın mümkün olacağına, Türk edebiyatı ile Türk resim sanatında yapıldığı gibi, Türk müziğinin de günün gerektirdiği ortaklaşa teknikten faydalanmak suretiyle, uluslararası sanat piyasasına mal edilmesi keyfiyetinin bir zorunluluk olduğuna, bundan tam yüz yıl önce inanmış bulunuyordu. Bu işte başarılı olmak için de, her şeyden önce Türk sanatseverlerine uluslararası değerdeki sanat eserlerinden seçilmiş örnekler vermek, bu çaptaki eserleri tanıtmak ve sevdirmek gerekiyordu. Franz Liszt’in halen tamamen gerçekleşmiş olan bu yerinde görüşü, etrafını çeviren yakın dostları arasında da derin yankılar uyandırmıştı.

            Ancak Liszt, bu işe başlamadan önce, aklından geçen diğer yolculukların gerçekleştirilmesine karar verdi. Nitekim, planları hazırlanan bu yeni yolculukların hedefi: Siebenbürgen, Hermannstadt, Koloşvar, Kronstad ve Karpatlar üzerinden Balkanlar idi. Kötü ve tehlikeli yollarda sekiz atın güçlükle çektiği bir posta arabası, büyük sanatçıyı plan gereğince gidilmesi gereken şehirlere ulaştırdı; hattâ Koloşvar’da geçen birkaç gün, sanat tarihine önemli bir eser de kazandırdı; Liszt, o ünlü 1. Macar Rapsodisi’ni Koloşvar’da yazdı. Böylelikle onun bu eserini ilk olarak Koloşvar sanat dostları dinlemiş oluyordu.

            (Plak 2: Liszt, 1. Macar Rapsodisi)

            Gene bu sıralarda başarılan yolculuklardan biri, 36 yaşına henüz basmış olan ateşli sanat adamının hayatında vakit vakit baş gösteren dönüm noktalarının şüphesiz en önemlisiydi. Liszt, 1847’de Bükreş’e vardı. Bu şehirde de verilen konserlerden sonra, tespit edilen rotanın aksine olarak, seyahat yeniden Rusya’ya yönelmiş ve sanatçı, birkaç gün içinde Dnjeper sahillerinin en eski şehirlerinden biri olan Kiev’de kendini buluvermişti. İşte büyük sanatçının bu şehirde tanıdığı bir sanat dostu, onun yaşama ve yaratma esprisini, hayatının sonuna kadar yönetmekte büyük başarı gösterdi. Kiev’de yoksullar yararına verilen konserlerin birinde, en ön sırada yer almış olan bir kadın, Franz Liszt’in dikkatini çekmekte gecikmemişti; hele bu kadının çok ucuz olan konser biletini 100 ruble gibi oldukça önemli bir para karşılığında satın almış olması, Liszt’i konserden sonra ister istemez bu kadını bulup teşekkürlerini bildirmeye mecbur etmişti. Bu kadın, Prens Sein-Wittgenstein’in eşi olan Odesalı Kontes İvanovska’ydı.

            Bu ilk kakrşılaşmadan sonra, şehir civarındaki şatoya davet edilen Liszt, tam bir yıl sonra, birkaç ay süreyle aynı şatoda misafir edildi. Franz Liszt’in daha sonraki yıllardaki yaratma enerjisinin alabildiğine olumlu bir yolda gelişmesini sağlayan bu yüksek ruhlu kadın, evlendiği günden beri Prens Wittgenstain ile bir türlü anlaşamamış ve biricik kızını yanına alıp, esasen kendine ait olan şatoda münzevi bir hayat geçirmeyi tercih etmişti. Aynı zamanda yüksek bir edebî kültürle de donanmış olan Kontes İvanovska, o sıralarda şatosundaki kütüphanede, tamamen bilimsel ve edebî çalışmalarla meşgul oluyordu. Liszt’in bu ayarda bir kadınla tanışması, onun az zamanda ruhen de değişmesini sağlamış, böylelikle Kontes İvanovska, günün birinde sanatçı yaratan kadınlar arasında anılmanın şerefini de tatmıştı. İşte 1848 yılından itibaren Franz Liszt, sırf bu kadının yakın ilgi ve ihtimamı altında, senfonik eserler yaratabilecek yetenekte olduğuna herkesi inandırdı; bu suretle, Liszt’in büyük çaptaki senfonik şiirleri, az zamanda uluslararası repertuvarın standart eserleri arasında sayılmaya başladı.

            (Plak 3: Liszt, Prelütler)

            Kiev turnesinden aldığı hızla, artık bütün ideallerini gerçekleştirmeye karar vermiş olan Franz Liszt’i, 1847 yılı ortalarında, öteden beri düşündüğü İstanbul yolculuğunun hazırlıklarıyla baş başa görürüz. Hattâ sanatçı, bu en büyük idealini, daha 1845 yılında kafasında olgunlaştırmaya çalışırken, yakın dostluğunu kazanmış olanlardan çoğu, kendisine bu turnede eşlik etmeyi teklif etmişti. Bu isteği açıklayanların en başında, Alexander Dumas’nın “La dame aux camelias” diye andığı, Paris edebiyat çevresini güzelliğiyle altüst eden Malmazel Duplessis bulunuyordu. Ne çare ki, birçokları gibi, büyük sanatçıya şahsiyetinin ve yaratma ruhunun harikuladeliği yüzünden bağlanma ihtiyacını hissetmiş olan Matmazel Duplessis’ye, Liszt ile birlikte İstanbul yolculuğu nasip olamadı ve büyük sanatçı tam 10 yıldır kafasında taşıdığı bu turneyi ancak 1847 yılı Haziranında yalnız başına gerçekleştirmeyi başardı. Zavallı Kontes d’Agoult bile, bu tarihten tan 10 yıl önce dostlarından birine yazdığı mektupta, Liszt’in Türkiye’de konser vermek arzusunu şu satırlarla anlatmak istemişti: “Franz, hep Sultan’dan bahsediyor, hep Sultan’ı sayıklıyor, Osmanlı imparatorluğuna hümaniter müziği sokmak istiyor”.

            Elde bulunan belgelere göre Liszt