Ankara Radyosu
19 Aralık 1943
Saat: 9.45-10.45
Sayın dinleyenlerim, 18. yüzyıl sonlarında bilhassa edebî sanatlarda kendini duyuran romantik fikirler bir sonraki yüzyılın başında olanca hızıyla bütün sanatlarda etkili olurken müziğe de bulaşmış, ancak gelişmesi için en uygun zemini yine sanatta bulmuştu.
Her şeyden önce edebiyatta başlayan bu hareketin şiir yoluyla dramatik sanata girmesi, günün birinde müzik ile edebiyata ortak bir yaşam bahşetti. Bu nedenle 19. yüzyılın sonlarına doğru en verimli çağını yaşayan Richard Wagner sanatı Romantizm’e şaheserler kazandırdı.
Acaba 18. yüzyılın sonlarına doğru sanatçı ruhunda yavaş yavaş açılan bu sonsuz “hayal âlemi” bütün bu doğuşunu ve oluşumunu hangi nedenlere borçluydu? Bunu hiç kuşkusuz yüzyıllardan beri gelen çok eski bir geleneğin kaynağında aramak gerekir. Gerçekten de zaman zaman bu geleneğin en eski kaynaklarına dönüldü. Hattâ İtalya’da Rönesans sanatı da varlığını antik bir dünyaya borçlu olduğu gibi, ondan beş yüzyıl sonra gelen Romantizm başlangıçta yine aynı âleme dönme ihtiyacını hissetti. 18. yüzyıl sanatçısının klasik bir form içinde Yunan kültüründen beslenme durumu 19. yüzyıl fikir hayatında da etkili oldu. Bu yüzyılın ilk lirik şairi Hölderlin şiirlerine klasik bir form ile romantik bir ruh verdi. Romantizm’in 18. yüzyıl sanatçısının elinde ortaya çıkmaya başlayan form prensipleri gitgide daha geniş bir âleme aktarıldı. Hattâ uçsuz bucaksız ufuklarla çevrilen bu âlemin sanat heyecanlarını zaptetmek bir hayli zor oldu. Bu romantik heyecanları hiç durmadan arttıran sosyal olaylarsa sanatçıya büsbütün cesaret verdi.
Sayın dinleyenlerim, 19. yüzyıl başlarında bilhassa Orta Avrupa’da hissedilen Napolyon baskısı kamuoyunu kaygılandırıyordu. Bu durum özgürlüğe susamış olan sanatçı ruhuna sürekli olarak geçmişin zenginlik ve güzelliğini hatırlatmaya vesile oluyordu. Bu sırada antik bir âlem içinde aşılan uzun mesafeler sanatçıyı bir yandan da ulusal varlıklara ulaştırmıştı. Bu durum yavaş yavaş ulusal ekollerin kurulmasına neden oldu. Sonunda o sıralarda bir hayli gelişmiş olan dilbilim, edebiyat, sanat tarihi gibi değerler hemen her yerde devamlı olarak vatanseverliği güçlendirmeye başlamıştı. Orta Avrupa’da ilk olarak şair Herder’ın ele aldığı aydınlanma edebiyatı, düşünce alanında elde edilen bütün buluşlara yepyeni bir renk kazandırdı. Bu durum eğitimciler, diplomatlar, sanatçılar, hattâ vatanseverler üzerinde bile etkisini çok geçmeden gösterdi. Bu arada ilk romantikler çeviri sanatında elde ettikleri büyük başarıyla Homeros’un dünyasının kapısını yeniden açtılar, Shakespeare’i yeniden ele aldılar. Nihayet halk için hikâye kitapları, millî masallar, romanlar, şiirler yazıldı, ulusal atasözleri ve destanlar derlendi. Ancak bütün bu millî varlıklar sanatçıların, özellikle müzisyenlerin elinde gerçek çehrelerini kazanmak suretiyle yeni bir hayata kavuştular. Dolayısıyla sırf bu saf malzemeyle 19. yüzyılın başlarında tüm sanatların hepsini yenilemek imkânı elde edilmiş oldu.
Sayın dinleyenlerim, romantiklerin bütün yaratışları her şeyden önce müzikal bir varlığa dayanmış, dolayısıyla güzel sanatlara sonsuz bir hareket hakim olmuştu. Öte yandan müzikte Romantik sanatın müjdecisi büyük üstat Beethoven’di. Sanatçı, hayatının son yaratış döneminde ister istemez Romantizm’e eğilmişti, çünkü klasik alanda aşması gereken yolların hepsi çoktan geride kalmıştı. Bizzat Beethoven dostlarına gönderdiği mektuplarda sürekli olarak “gerçek şiir unsuru”ndan söz edip duruyordu. İşte büyük üstadın kastettiği bu şiirsel unsur, Romantizm’in ta kendisiydi. Bu unsur 19. yüzyıl sanatına o derece nüfuz etmişti ki bu durum özellikle müzikte bütün ifade şekillerinin değişmesine neden oldu. O kadar ki Viyana klasik üslubunda mutlak bir şekil mantığına göre gelişen müzik eserleri, romantikler elinde büyük bir tahammülle, serbest bir görüşle yaratıldılar. Bu arada melodi ile ritim de aynı prensibe boyun eğmek zorunda kaldı. Bütün bu hareketleri eserlerin estetik ve fikir içeriği bakımından şu şekilde açıklamak da mümkündür: “Romantiklerin eserlerinde toplum yerine doğa, mutlak bir şekil bağlılığı yerine kişilik geçerlidir”. İşte 19. yüzyıl sanatında meydana gelen bütün bu değişiklikler filozof Nietzche’deki “dünyayı iyi görüş”ten ve Schopenhauer’deki “dünyayı karanlık görüş”ten gelen yepyeni bir düşünce içinde bütün bir Romantizm’e bulaştı. Her şeyden önce sonsuz bir hasrete dayanan romantik müzik, Wagner’e gelinceye kadar, kendine özgü hareketiyle, hasretiyle, ihtirasıyla, kısacası her şeyiyle belirli bir olgunluğa erişti. Ancak yalnız başına Wagner onu en son olgunluk noktasına ulaştırdı. Sanatçı bu yolda yapılması imkânsız görülen birçok şeyleri yapmıştı. Hattâ günün birinde Romantizm’i baştan aşağı ıslah bile etti.
Sayın dinleyenlerim, romantik sahne müziğinde yapılan yenilikleri geçenlerdeki “Wagner” konuşmamızda incelemiş, hattâ bu yenilikleri örneklerle de desteklemiştik. Bu sabah da varlığını yalnızca Romantizm’e borçlu olan, sırf Romantizm’in elinde doğan, Romantizm’in elinde olgunlaşan şarkı edebiyatını inceleyeceğiz.
Romantik şan, opera yoluyla en çok “Lied” alanında, yani şarkı edebiyatında gelişti. Şiirle müziğin birleşmesiyle elde edilen bu sanat şeklinde lirik duygularla öznel duygular en iyi şekilde ifade ediliyordu. Şekil olarak belirli aşamaları geçiren bu sanat tarzı, 17. hattâ 18. yüzyıllarda dinî müziğe karşı bir kutup oluşturmuş, hattâ halk arasında tamamiyle dindışı bir sanat olarak da gelişmeye başlamıştı. İşte bu tarz 18. yüzyılda “şarkılı sahne oyunları” ve “operalar”ın da bünyesinde bir süre yaşadı. Yine aynı yüzyılın son yarısında bağımsızlığını tam olarak elde etmeyi başardı. Bu andan itibaren artık zengin bir içerikle folklor sınırlarını çoktan aşan şarkı üslubu, gerek yapısının özelliği, gerek iyi yetişmiş şancılara gerek göstermesi bakımından halk şarkısı karakterini bırakarak sanat şarkısı haline geldi. Yine de sanat şarkısı ideal bir halk şarkısından başka bir şey de değildi.
Sayın dinleyenlerim, Batıda halk şarkısı bizde de olduğu gibi, hemen her kıtası aynı melodiyle okunan şarkılardır. Bu gibi eserlerde metinden gelen, yani şiirin ana karakterinden doğan melodi, her kıtada değişen “poetik içeriği”, yani şiir içeriğini göz önüne almadan, şiire baştan aşağı aynı şekilde eşlik eder. Bu forma “Stroplenlied”, yani “kıtalı şarkı” denir. Çoğunlukla teksesli okunan bu şarkılara gitar gibi halk enstrümanlarıyla çok basit bir şekilde eşlik edilir. Buna karşılık gerçek kimliğini ilk olarak Romantizm’de bulan sanat şarkısında, başlangıçta şiirin bütünü, klasik enstrümantal forma çok benzeyen şekilde ayrı ayrı üç melodik periyotla okunmuştur. Bunlardan birkaç kıtaya eşlik eden ilk melodiye “birinci cümle”, tamamiyle bağımsız olan bir sonraki melodiye “ orta cümle”, birincinin aynen tekrarı olan ikinci melodiye ise “tekrar cümlesi” denmiştir. Buna en kısa bir şekilde harflerle: A, B, A cümleleri diyebiliriz.
Sayın dinleyenlerim, şarkı sanatı daha sonraki gelişiminde tamamiyle serbest olan “irtical” formuna geçti. Romantik lied’in en son aşamasını işaret eden bu tür şarkılarda, şiirin her kıtası şiirsel içeriğe göre her seferinde değişen bir melodiyle okunur oldu. Bu bağımsız melodilerin bütünü, estetiğin “değişiklik içinde bütünlük” prensibinden doğmaktadır.
Sanat şarkılarında enstrümantal eşlik eserin ayrılmaz bir parçası olmakla beraber melodi ritim ve armoni bakımından bağımsız bir atmosfer içinde gelişmiştir. Bu nedenle ilk olarak Franz Schubert tarafından yalnız piyano gibi bir enstrümana da uygulanan Liedm formu, “Lieder ohne worte” denilen “sözsüz şarkılar”ın doğumuna vesile olmuştur. Bu tarz, aletler için yazılan müzik türüne, özellikle piyano literatürüne, minyatürler, karakter parçaları v.s. gibi serbest bir hayalden doğan müzik eserleri kazandırmıştır. (Schubert’ın bir karakter eser,, piyano için)
Sayın dinleyenlerim, romantik Lied üstatlarının en başında 1828 yılında Viyana’da ölen Franz Schubert’i gösterebiliriz. Bağımsız bir Lied sanatının temelini atan bu duygulu besteci, dinî müzik ve alet müziği alanında yazdığı birçok besteleri arasında, zamanındaki lirik şairlerin eserlerinden seçmek suretiyle 800’den fazla şarkı yazmıştı. Kendi sanatının zaferini de özellikle Lied alanında kazanmıştı. (Schubert’ten bir Lied)
Schubert’ten sonra Mendelssohn, Schumann, Robert Franz, Adolf Yensen, Peter Cornelius ve nihayet Johannes Brahms gibi üstatlar Schubert’ın attığı temeller üzerinde kendi özelliklerini karakterize eden eserler yarattılar. Bu arada çok duygulu bir sanatçı olan büyük Lied üstadı Rober