Ankara Radyosu
24 Ağustos 1939
Saat: 21.30
Sayın dinleyenlerim, 18. yüzyıl boyunca müzik sanatında yapılacak şeylerin hepsi yapılmıştı. Bu dönemin üç büyük üstadı olan Haydn, Mozart ve Beethoven müzik sanatının esas formlarını saptamışlar, her alanda muazzam eserler yaratmışlardı. Bunun içindir ki 19. Yüzyılın ilk yarısında bunları izleyen sanat adamları oldukça zor durumda kaldılar, çünkü Romantizm’e önayak olan bu sanatkârlar bir yandan o zamana kadar yaratılan şaheserlerle boy ölçüşebilecek düzeyde eser yaratmak için hayli zorluk çekiyorlar, öte yandan bu yeni yaratılan eserleri mevcut şaheserlerle karşılaştırarak derhal aşağılayan insafsız bir eleştiri onları olur olmaz eser yaratmaktan alıkoyuyordu. Bütün bu olguları yakından inceleyecek olursak klâsik Viyana ekolünün büyük rehberlerinin eser yaratma konusunda selefleri olan Bach’lar ve Haendel’ler kadar titiz davrandıkları, hattâ onları bazı noktalarda geride bile bırakarak plastik sanatlarla edebiyata çoktan hâkim olan Romantizm’i müziğe de etkili kıldıkları, dahası müzik sanatına gerçekten yeni ve taze unsurlar da kattıkları görülür. Dolayısıyla müzikte Romantizm’i müjdeleyenlerin yine Viyana ekolünün üstatları ve hattâ yalnız Beethoven olduğuna şüphe edilemez.
18. yüzyılın sonlarına doğru özellikle edebî sanatlarda gözlemlenen romantik düşünce, 19. yüzyılın başında bütün sanatlara etkili olurken müziğe daha geç bulaşmış, ama ilerlemesi bakımından en çok müziği benimsemişti. Edebiyatta başlayan bu hareketin şiir yoluyla trajediye girmesi az zamanda müzikle edebiyata ortak bir hayat bahşetmişti ki, bu durum müzik sanatının ayrı bir kolu olan operanın en fazla Romantizm’le beraber mutlu bir gelişmeye kavuşmasına vesile oldu.
Acaba 18. yüzyılın sonlarına doğru sanatkâr ruhunda yavaş yavaş beliren bu sonsuz hayal gücü doğumunu ve ölümünü hangi nedenlere borçluydu? Müzikte daha çok sesle sözün bir alaşımı olan operaya uyum sağlayan romantik düşüncenin çok eski bir gelenekte aranması doğaldır. Bu kaynak da varlığını yalnızca antik düşünceye borçlu olan Rönesans’tır. Bu nedenle Rönesans’tan tam 5 yüzyıl sonra doğan Romantizm de yepyeni bir görüşle yine Yunan ve Latin dünyasına dönüşten başka bir şey değildi. Nitekim 18. yüzyıl sanatkârının klâsik bir şekil içinde Yunan kültüründen yararlanması 19. yüzyıl fikir hayatına da etkili oldu. Hattâ Romantizm’in önce 18. yüzyıl sanatkârları elinde belirginleşmeye başlayan şekil prensibi gittikçe daha geniş bir âleme ulaştı. Uçsuz bucaksız ufuklarla çevrilen bu âlemin sanat heyecanları ise günün birinde zaptedilmesi güç bir hayal gücüne erişmişti. İşte bu aşama Klasisizm ile Romantizm’in kaderini tayin eden biricik andır ki artık burada klâsik şekil, klâsik ölçü gibi belirli kanun ve kurallara bağlı olan değerlerin kayboldukları, bunların yerine her türlü kayıt ve şartlardan uzak olan hür bir dönüşün geçerli olduğu görülür.
Romantiklerin bütün yaratışları her sanatta müzikal bir esasa dayanmaktadır. Nitekim klâsik Viyana stilinde mutlak bir şekil mantığına göre gelişen müzik eserleri, romantiklerin elinde büyük bir sabırla işlendiler ve olgunlaştılar. Bu arada melodi ile ritim de aynı esasa boyun eğdi. Her şeyden önce sonsuz bir hasrete dayanan romantik sanat, eserlerde millî özelliklerin ortaya çıkmasına da vesile oldu. Hattâ Viyana klâsiklerine kadar bazen İtalya’yla bazen de Fransa’yla sınırlı kalan opera sanatı yavaş yavaş öteki kültür merkezlerine de bulaşırken, klâsiklerle beraber adım adım ilerlemiş ve günün birinde Fransız, İtalyan ve Alman operaları romantik bir ruh içinde yan yana gelişme fırsatını da elde etmişlerdir. Klâsiklerle beraber Orta Avrupa’ya meyleden, günün birinde de mutlak bir zafere kavuşan müzik sanatı öteki millî ekollerin de kaderini tayin ederken, besteci Gluck yoluyla Orta Avrupa’ya özgü bir düşünce tarzına bağlanan İtalyan ve Fransız operaları da Viyana üslûbunun etkisi altında kendilerini her zamandan daha mutlu hissetmişlerdir. Dolayısıyla müzikte Romantizm’in kökenini her yerden önce Orta Avrupa’da aramak gerekir.
Klâsiklerin ardından Romantizm’in ve romantik operanın ilk ve gerçek temsilcisi, Schubert’in yakın çağdaşı olup 1786 yılında Holstein’da dünyaya gelen Carl Maria von Weber’dir. Klâsiklerin son büyük üstadı Beethoven’in yol göstermesi üzerine bağımsız bir romantizme ilk defa önayak olan Weber ve dehası her şeyden önce derin bir duygu, ender bir fantezi yeteneğine bağlıydı. Sanatçı ancak bu iki önemli unsurun etkisiyle zengin melodilerindeki ifade formuna ve kendisine özgü armonisindeki eşsiz cürete ve cesarete ulaşabilmiştir. Dolayısıyla müzikte yepyeni bir form yaratmıştır. Weber’in enstrümantasyonu ise o zamana kadar kimsenin açmaya cesaret edemediği bakir bir yolu işaret etmektedir. Sanatçı, orkestranın bünyesine katılan âletlerin mizaç ve karakterini ve bunların birbiriyle olan uyum derecelerini çağdaş bestecilerin hepsinden daha iyi biliyordu. Bundan başka Weber çok taze ve asil bir ritmi eserlerine hâkim kılmış, bütün bu özellikleri benliğinde toplayan sanatçı, müzikli dram alanında yepyeni bir çığır açmıştır.
Weber geniş bir halk kitlesinin eleştiri ve muhakeme imkânlarını herkesten önce keşfettiği için her zaman halkı tutmuş ve halka yaklaşmıştır. Bunun en açık örneği sanatçının Freischütz operasıdır. İlk önce 1821 yılında Berlin’de temsil edilen bu eser bugün bile sevilerek seyredilen bir halk operasıdır. Bu opera Orta Avrupa’ya özgü orman sevgisinin, serbest av hayatının müzik sanatına ilk yansımasıdır. Burada halkın ruhundan ve hayatından esinlenmiş olan konu müzikle fevkalade idealize edilmiştir. (Plak: 1-Freischütz uvertürü, 2- Freischütz, Agate aryası)
Weber’in ikinci önemli eseri Euryanth adlı operasıdır. 1823 yılında Viyana için hazırlanan bu romantik operada Weber daha yüksek gayelere ulaşmak istemiştir. Dolayısıyla bu opera Orta Avrupa müzik tarihinde Freischütz ve Oberon operalarının tersine, konuşulan metni, yani müziksiz konuşmayı içermeyen, baştan aşağı müzikle icra edilen ilk operadır. Freischütz’ün av borularının yankılanmasıyla seyreden bir orman romantizmine sahne olması yanında Euryanth tam manasıyla bir derebeylik romantizmi niteliğindedir. Weber’in son eseri Oberon ya da Orman Perilerinin Kralı adlı operasıdır. Weber bu eserini 1826 yılında ölüm derecesinde hasta olduğu bir sırada, önce Planché’nin İngilizce metnini bestelemek suretiyle Londra için yazmıştır. Hattâ eser ilk defa Londra’da temsil edilmiştir. Böyle bir peri masalının müzikle fantastik bir şekilde ifadesi çağdaş genç bestecileri de etkilemiş ve sırf bunun etkisiyle birçok besteci arasında Mendelssohn Bir Yaz Gecesi Rüyası’nı, Gade Peri Kralının Kızı adlı eserini, son olarak da Wagner Ren Altını operasını bestelemiştir. (Plak 3: Oberon)
Romantik havayı ilk defa Beethoven’in eserlerinde teneffüs eden Weber’e, Orta Avrupa millî operasının ilk kurucularından olduğuna şüphe edilemeyen Ludwig Spohr’un Faust adlı eseri de etkili olmuştur. Sonradan tamamiyle ihmal edilmiş bir besteci olan Spohr, yalnız romantik opera alanında değil, aynı zamanda keman virtüozluğu tarihinde de adı saygıyla anılan bir müzisyendir. Orta Avrupalı romantik opera bestecilerinden Weber’i izleyen Heinrich Marschner ise Vampir ve Hans Heiling adlı operalarıyla tanınmıştır. Marschner’in Hans Heiling operasıyla 19. yüzyıl sanatçıları arasında Wagner’i bile etkilemiş olduğu açıkça bilinen bir gerçektir. Kısacası Orta Avrupa’da romantik operanın doğuşuna önayak olan Spohr, Weber ve Marschner gibi üç sanatçının romantik operayı 19. yüzyıl sonunda yeni romantizmin temsilcisi olan Richard Wagner’e bağladıkları inkâr edilemez. (Plak 4: Tannhauser, Elisabeth’ın duası)
19. yüzyılın romantik opera sanatçıları arasına katılması gereken diğer bir besteci de Meyerbeer’dir. 1791’de Berlin’de doğan bu sanatçı başlangıçta Almanya’daki başarısızlığı üzerine büyük Fransız operasına katılma amacıyla Paris’e yerleşmiş ve sonradan Şeytan Robert ve Hugnolar adlı operalarıyla sanat âleminde önemli bir şöhret kazanmıştır. (Plak 5. Hugnolar’dan bir arya)
19. yüzyıl ortalarındaki, yeni İtalyan operasına gelince: Viyana klasiklerinin etkisi altında kalan yeni İtalyan ekolünün Cherubini ve Spontini gibi iki önemli şahsiyetini daha Beethoven’in yanında ele almak gerekir. 1760 yılında Floransa’da doğan Cherubini, Bolonya’da eğitim görmüştür. İtalya’nın etkisiyle Napoli üslûbunda birçok operalar besteledikten sonra Gluck’un etkisiyle İtalyan üslûbunu terk ederek daha çok Orta Avrupa ekolü tarzında ağır ve ciddi eserler bestelemeye başlamıştır. Sanatçının eserleri arasında en önemlisi