Ankara Radyosu
1 Mayıs 1939
Saat: 18.35-19.00
Çevremizde sık sık kaşılaştığımız, çok kere kendimizi ister istemez ritmine terk etmekten alıkoyamadığımız raksın [dansın] insanlık kadar eski olduğuna şüphe edilemez. En basit cemiyetlerde olduğu gibi en gelişmiş olanlarda da önemli rol oynamış olan raks sanatını güzel sanatların önemli bir dalı olarak kabul etmek gerekir. İnsanlıkla birlikte hayata geldiği günden beri türlü gayelere göre gelişen raksın her şeyden önce mistik bir kaynaktan beslendiği de muhakkaktır. Esasen güzel sanatların hepsinin kökenlerini aynı kaynağa borçlu olduklarını unutmamalıdır. Tanınmış estetler tarafından başka başka yorumlara uğrayan raks sanatını, hangi amaca hizmet ederse etsin, her şeyden önce insanın duygularına bağlamak zorundayız. Bugün toplumda herkes tarafından yapılabilen basit dansların yanında sanat âleminin her tanınmış şahsiyeti kadar saygı gören raks virtüozlarının, hattâ bir Bach fügünü veya Bach sonatını veyahut herhangi bir solo eseri vücut hareketleriyle ifade ederek o eseri aynı zamanda maddeleştirmeyi de başaran güzel dans ustalarının bu suretle meydana getirdikleri hayranlık yaratan raks virtüozitesi, tamamiyle sanatçının şahsına bağlı bir yaratıştan başka bir şey değildir. Şüphesiz bu tür rakslar da, sanatın muhtelif dallarındaki yaratışlar gibi, nitelikleri bakımından az çok belirsiz kalmaya mahkûmdurlar. Bu nedenle vücut hareketleriyle elde edilen bu türden güzel gösteriler bizleri belirsiz içeriğinin seziş dolu etkisi karşısında birakır. Bütün bu durumlar karşısında müspet ilimler alanında eserleriyle tanınmış Helmholtz gibi bir bilim adamı tarafından söylendiğine pek de inanmak istemediğimiz şu sözlerle teselli buluruz: “Bizce sanat eseri, bilhassa bildik bir ilişkinin ürünü olmayan, mantığıyla heyecan veren ve tatmin eden bir kudrete sahiptir ve sanat güzelliğinin en ulu etkisi de sanat eserinin tamamen tahlil edilebilen kısımlarına değil, bilinemeyen, incelenemeyen kısımlarına bağlıdır.”
En eski zamanların kültürlü milletlerinde rahipler ve bazen de cemaat tarafından Tanrıya tapınma amacıyla yapılan raksın gitgide derinleştiğini kabul etmekle beraber, en ilahi bir raks ile insan arasındaki manevi bağı inkâr etmeye de imkân yoktur. Ritim, hareket ve zarafet gibi güzelliklerin üç önemli unsurunu kendinde toplamak suretiyle meydana gelen raksların yanında öyle rakslar da vardır ki, burada yalnız karakteristik bir konunun raksa hakim olduğu görülür. Bunların arasında eski kültür milletlerinin, bilhassa Yunanlıların, Romalıların, hattâ İsrailoğullarının raksları sayılabilir. Bu tür rakslarda tarihî, dinî veya poetik bir konunun ancak pandomima şeklindeki ifadesi söz konusu olabilir. Hattâ Yunanlılarda “orchesis” kelimesiyle ifade edilen raks kavramı, bugün anladığımız anlamdaki danstan çok daha ileri giderek, belirli fikirleri zarif tavırlarla, narin hareketlerle, ince duygularla ifade eden bir sanatı işaret etmekteydi. Dolayısıyla mistik hayal gücünden doğduğuna şüphe edilemeyen raksın kökünü milletlerin âdet ve gelenekleri içinde aramak gerekir.
Dans nedir? Dansın güzel sanatların öteki dallarıyla, özellikle de müzikle olan ilişki derecesi nedir? Bütün bu düşünceleri mümkün olduğu kadar doyurucu bir sonuca bağlayabilmek için küçük bir karşılaştırma yapmak zorundayız: Şimdiye kadar raksın öteki sanatlar karşısındaki durumunu göstermek amacıyla söylenen sözler bu sanatı ya pek fazla yükseltmiş, ya da basit bir sanat olarak göstermiştir. Yani öteki sanatların değeri hakkında varılabilen aşağı yukarı kesin sonuçlara bu sanatın açıklanmasında pek o kadar varılamamıştır. Hattâ uzun yıllardan beri birçok estetler bu asil sanatın müzik, plastik ve resim gibi 3 önemli sanatın alaşımı olduğunun farkına bile varamamışlardı. Halbuki raks sanatı aslında müzikten ritmi, resim ve heykelden de çizgi ile hacmi almıştır. Ancak son 20 yıl içinde raksa güzel sanatlar arasında layık olduğu yer verilerek Batının yüksek müzik ve temsil kurumlarında raks ve bale şubeleri açılabilmiştir.
Raksın en önemli yetisi insan vücudunu fevkalade güzel hareketler içinde bir ifade aracı olarak kullanması durumudur. Bütün bu hayranlık uyandırıcı hareketlerin virtüozu tarafından bir an için yaratıldıklarını, bu zarif pozisyonların bir sabun köpüğü gibi uçup gittiği sanılmamalıdır. Bu nedenle lisanı ve edebî metinleri bütün ayrıntıları ve inceliğiyle saptayan alfabe gibi, müziği ritmiyle eksiksiz kaydeden nota gibi, raks sanatını da bütün hareketleriyle saptayan bir dans koreografisi, yani bir raks yazısı vardır. Nitekim bu alanda bir hayli emek harcayan Zoru adlı bir uzman, “Raks sanatının grameri” adlı eserinde sistematik bir alfabe meydana getirmiştir ki bu alfabe ile en belirsiz raksları bütün ayrıntılarıyla yazmak imkânı elde edilmiştir.
Raksın insan vücudunu bir ifade vasıtası olarak kullanması açık bir gerçek olmakla beraber, sanat eserlerinin en mükemmeli olduğuna şüphe edilmeyen insan vücudunu raksa yöneltmek suretiyle güzelleştiren, yükselten, süsleyen esas unsurun her şeyden önce müzik olduğunu da unutmamak gerekir. İşte raksın bütün sanatlar yanında müzikle olan ilişki derecesi de bu noktada ortaya çıkar. Hattâ bu noktayı sadece bir “ilişki” kavramıyla değil de raksın ancak müzikle bir anlam ifade edeceği, müzikle hayata geçeceği şeklinde açıklamak daha doğru olur. Bu duruma göre raks ritmik hareketler içinde ancak müzikle meydana gelebilen ortak bir ifade unsurudur. Dahası müzik kulağa, raks göze hitap eder. Ve bu iki güçlü unsur insan psikolojisi üzerinde birlikte etkili olur. Ancak bu gibi anlarda ritim hem duyuluri, hem görülür. Raks sanatının esası da bu iki önemli nokta üzerinde kendini gösterir. Müzik ve raks sanatının mevcudiyetlerini yalnız ritme borçlu olmalarına, hattâ bu iki unsurun iki kardeş sanat olarak görülmelerine rağmen müzik her zaman rakssız olabilir, ancak raks hiçbir zaman müziksiz olamaz. Bu takdirde raks müzik gibi tamamiyle bağımsız bir sanat değildir. Yalnız burada müzik sanatının gelişimi bakımından raksın lehine kaydedebileceğimiz bazı önemli noktalar vardır. Nitekim Batıda âletlerle yapılan müziğin bugünkü şeklini alıncaya kadar geçirdiği aşamaları incelersek, daha 17. yüzyılda tamamiyle halk arasından gelen raks müziğinin âletlerle icra edilen müziğin edebiyatına temel olduğunu görürüz. 18. yüzyılın ilk yarısında ön klasik dönemin ciddi ve ağır bir sanat türü olan “sonat” şeklini dönemin tanınmış raks parçalarının birbirine bağlanmasıyla meydana getirilen süitlerin veya partitaların meydana getirmiş oldukları inkâr edilemez. Dolayısıyla raksın kökenini inceleyen bazı estetlerin dedikleri gibi, raks müziğin doğrudan doğruya anası olmakla kalmamış, aynı zamanda yalnız âletlerle yapılan ciddi müziğin yaratıcısı olmak şerefini de kazanmıştır. Bu takdirde J.S.Bach’ın piyano eserlerindeki, Partita ve Süit’lerindeki harikulade raks formlarını unutmamak gerekir. (Plak1: Bach, Brandenburg Konçertosundan bir Polka, bir Menuet)
Sayın dinleyenlerim, Viyana klasiklerinden Joseph Haydn’ın basit halk rakslarını işleyerek meydana getirdiği hayrete değer senfoni cümleleri de bu hususta güçlü birer örnek oluşturur. (Plak 2: Haydn Menuet’ler, Re major senfoninin Menuet kısmı)
Büyük piyano bestecisi Chopin’in Polonez’leri, Mazurca’ları, Vals’leri en ciddi konser repertuarlarına geçmiş şaheserlerdir. İşte bütün bu harikulade eserler mevcudiyetlerini her şeyden önce insanla ritim ve hareket arasındaki manevi bağa borçludurlar. Hattâ Franz Liszt, Chopin’in eserlerinden bahsederken şöyle der: “Chopin salondan karanlık geceye doğru raks eder. Chopin pişmanlığı, düşünmeden hareket etmeyi raks eder. Mezarlar üzerinden uçarak tekrar gülen bir âleme döner.” O halde Chopin’in en neşeli raksları en hüzünlü ifadeleridir. (Plak 3: Chopin valsleri, Veda Valsi, Valse Brillante)
Sayın dinleyenlerim. görülüyor ki Bach’ların, Beethoven’lerin, Chopin’lerine elinde raks müziği artık eski