Cevad Memduh Altar1902-1995
English | Français | Deutsch | Italiano | Español

RADYO

Ankara Radyosu
10.IV.1947
Pazar, Saat: 10-11

RİCHARD WAGNER

(Hayatı ve eserleri)

            19. yüzyıl opera sanatında önemli bir devrim yapmış olan Richard Wagner’in hayatını ve eserlerini araştırma yolunda yapacağımız her deneme, bu büyük adamın kültür tarihindeki özel durumuna bizleri biraz daha yaklaştırır. Esasen son elli yıl içinde Richard Wagner hakkında yapılan tartışmalar, söylenen sözler, hattâ Wagnercilerle Wagner muarızları [karşıtları] arasında yıllardır sürüp giden anlaşmazlıklar, Wagner yaratmalarını ilgili ile karşılamamış olan tenkitçileri bile, 19. yüzyılın bu orijinal sahne sanatı üzerinde uzun uzun düşünmeye mecbur etmiştir. Onun içindir ki, çeşitli sanat konuları arasında, bilhassa Wagner’e dair söylenen sözlere alâka göstermek, yerinde bir tecessüse kapılmak demektir.

            Richard Wagner, 19. yüzyılın önemli bir opera bestecisi olduğu kadar da tanınmış bir şairi idi. Bu itibarla şairlik ve müzisyenlik gibi iki ayrı meziyeti nefsinde toplamış olan bu sanat adamının, eşine az rastlanır bir mütefekkir [düşünür] olduğuna şüphe edilemez. Opera sanatında esaslı bir devrim yapan Wagner, tefekkür [düşünce] tarihinin bütün safhaları ile yakından ilgilenmiş, antik literatürden başlamak üzere, Hun ve Cermen efsaneleri içinde, Latin ve Rönesans edebiyatında, nihayet Shakespeare dünyasında gelişip olgunlaşmıştır.

            22 Mayıs 1813’te Leipzig’de dünyaya gelen Wagner’in çocukluk hayatı, genç yaşlarda baş gösteren dehayı pek o kadar açıklayamamıştı. Küçük Wagner’e bir hayli emek vermiş olan üvey babasının bile vaktinden erken ölmesi, gerek Wagner’i, gerek annesini, gelecek üzerinde karar vermede bir hayli tereddüde düşürmüştü. Hattâ üvey babasının, ölümünden birkaç gün evvel, Wagner’in annesine, küçük Richard’ın kabiliyetinden, zekâsından bahsetmesini, ondan ileride çok şeyler umduğunu hayat arkadaşına büyük bir inanla anlatmasını bitişik odadan tesadüfen işitmiş olan Wagner’de bu konuşma derin bir hayret uyandırmış ve zeki çocuk, “Acaba ben ileride ne olabilirim?” diye mütemadiyen [sürekli] düşünüp durmuştur.

            Wagner daha dokuz on yaşlarında iken, şiir sanatına büyük bir bağlılık gösterdi ve kız kardeşlerinin müzik alanındaki çalışmalarına sadece seyirci kalmakla yetindi. Sanatkâr, küçük yaşlarda, devrinin tanınmış opera bestecisi Carl Maria von Weber’e büyük bir saygı duymuş, onun Freischütz operasının uvertürünü zevkle dinlemişti. Hattâ Wagner her akşam evlerinin önünden muayyen bir saatte geçen Weber’i kapının aralığından korku ile karşılık bir sevgi ile gözetlemiş olduğundan hâtıratında bahsetmektedir. Ne gariptir ki, küçük Wagner, on onbir yaşlarında piyano dersi alırken, başarı gösteremediği için hocası tarafından daime tenkit edilmiş, bu hal onu uzun müddet müzikten uzaklaştırmıştır.

            Richard Wagner, liseye devam ettiği sıralarda en çok Yunanca, Latince, filoloji ve eski tarihle meşgul oluyordu. Hattâ o sıralarda genç Wagner, dikkate değer bir başarı ile şiir yazmaya da başlamıştı. Gene aynı yaşlarda Yunan trajedileri tarzında dramlar yazmayı denemiş olan Wagner, birkaç sene sonra Odise’nin ilk 12 kısmını Almancaya tercüme etti. Wagner çok küçük yaşlarda Shakespeare sanatına da hayran olmuş, sırf Shakespeare eserlerini anlamak için İngilizce öğrenmişti. Hattâ sanatkâr hâtıralarında, çocukluğundaki edebî çalışmalarından bahsederken şöyle demektedir: “Her şeyde Shakespeare’i kendime örnek alıyordum. Günün birinde büyük bir facianın planını hazırlamaya başlamıştım. Bu eser aşağı yukarı Hamlet ile Kral Lear’in sentezi mahiyetinde idi. Plan pek muhteşemdi. Fakat eserin devamı boyunca tam 42 kişinin ölmesi icap ediyordu. Faciayı yazarken bu ölenlerden çoğunu ruh olarak tekrar sahneye çıkarmak mecburiyetinde kaldım. Aksi takdirde elimde son perdelerde oynatacak insan kalmamıştı”.

            Uzun müddet büyük ölçüde trajedi konularıyla da uğraşan genç sanatkârda asıl müzik sevgisi, çocukluk çağından delikanlılık çağlarına geçtiği devirlerde başlar. Kendisine ilk olarak müzik dersi vermiş olan Weinling ile Müller’in tesiri altında çocukta birdenbire beliren müzik istidadı çabucak gelişmiş ve günün birinde Wagner, şiir sanatına olan bağlılığı dolayısıyla, dramatik alanda verimli olmaya başlamıştır. Gene aynı yaşlarda Leipzig’de lise tahsilini bitiren Wagner, bir yandan üniversitenin felsefe kısmına devam etmekte, bir yandan da opera yazmaya heveslenmekte idi. Nihayet 1833 yılında, yani 20 yaşında, Würzburg’da biraderini ziyaret eden Wagner, “Periler” adını taşıyan ilk operasıyla onu hayrette bıraktı. Sanatkâr aynı tarihlerde ruhî temayüllerini de tatmin etmek zorunda kalmıştı. Nitekim Wagner, Magdeburglu sahne artisti Minna Planer’e bütün kalbiyle bağlandı ve 23 yaşında iken onunla evlendi. Fikir seviyesi itibariyle genç Wagner’le hiçbir vakit bağdaşamamış olan bu kadın, sanatkârı bedbaht etti. Tam bu sıralarda, Wagner’in hayatı korkunç bir yoksulluk içinde geçmekte idi.

            Diğer taraftan, genç sanatkâr, birbiri ardına yazdığı eserleri sanat dünyasına tanımak için seyahatler yapmak, yabancı memleketlerdeki sanat büyükleri ile şahsen de tanışmak istiyordu. Fakat bunları yapabilmek için maddi durumu müsait değildi. Bu arada devrin tanınmış sanat adamlarını bir araya toplamış olan Paris muhiti, Wagner’i yakından ilgilendiriyordu. Nihayet sanatkâr 1839 yılında, güçlükle Paris’e gidebildi ve 1842 yılına kadar orada kalarak gerekli temasları yaptı. O sıralarda sanatkârın beş yıldır üzerinde çalışmakta olduğu, beş perdelik Rienzi operası da bitmiş bulunuyordu. Fakat bu eser, sanatkârın aldığı bütün tedbirlere rağmen, Paris’te sahneye konamadı. Çünkü Wagner muhitin alâkasını gereği gibi sağlama imkânını elde edememişti. Esasen Paris’te hiç kimsenin Wagner’le meşgul olacak zamanı da yoktu. Nitekim sanatkâr, binbir ıstırap içinde geçen bu devri, hâtıralarında, “Paris’teki açlık yıllarım” diye vasıflandırmaktadır. Richard Wagner ilk olarak Paris’te bulunduğu sıralarda büyük bir senfoninin birinci kısmı olarak meydana getirmek istediği Faust uvertürünü de bestelemiş oluyordu. Ne gariptir ki, Paris’te geçen üç yıl içinde hayal kırıklığından başka bir şeyle karşılaşamayan sanatkâr, 1842 yılında anavatana döndükten sonra, sanatına her zamankinden daha büyük bir hevesle sarıldı.

                        (Wagner: Faust uvertürü)                  8 dk.

            Wagner, 1843 yılını takip eden devreler içinde fikren devamlı olarak gelişiyordu. Bu itibarla sanatkârın felsefi görüşleri, müteakip eserlerinde hakiki hüviyetlerini kazandılar. O andan itibaren Wagner’in operalarına dramatik motif olarak “aşk yoluyla halâs [kurtuluş]” felsefesi tesirli olmaya başladı. Hattâ bu karakteristik motif, sanatkârın en son eserlerinde tam bir sembol halinde belirdi. Wagner, bütün yaratmalarına mevzu olarak daima Hun ve Cermen efsanelerini seçtiğine göre, 1848 yılına kadar aynı motiflerden faydalanmak suretiyle hazırladığı Tannhäuser ve Lohengrin operaları, günün birinde sanat dünyasını altüst edecek bir önemde meydana geldiler. Her iki eser de evvela Dresden’de temsil edildi.

            Bu tarihten itibaren, genç sanatkâr, artık öteden beri kafasında taşımakta olduğu mühim bir konuyu gerçekleştirme çarelerini aramaya başlamıştı. Fikir, form ve estetik bakımından bütün eserlerinin ağırlık noktasını teşkil eden bu konu, sanatkâra sonsuz bir şöhreti sağlamış oldu. Wagner’in bu operası, Hun efsanelerinden alınmış olan “Niebelungen’in Yüzüğü” adlı sahne eseri idi. 1848 yılı hayatının yarısını arkaya atmış olan Wagner için üzüntü ve heyecan dolu bir yıl oldu. Bu sıralarda Prusya tahakkümünden doğan iç karışıklıklar, umumi efkârı [halkı] heyecana getiriyor, vaziyet gün geçtikçe gerginleşiyordu. Nihayet o zamana kadar yalnız Prusya’da tatbik edilmekte olan Alman Anayasasının, 1848 yılı Mayısından itibaren Dresden’de de tatbike başlanması, memlekette büyük bir ayaklanma doğurdu. Bu hal, herkesle beraber Wagner’i de üzdü. Ateşli söylevleriyle durumu açıkça kritik eden Wagner, günün birinde bu ayaklanmanın teşvikçileri arasında görüldü. Bütün bu karşılıkların süratle bastırılmasından sonra tevkifi [tutuklanması] gereken sanatkâr, evvela Waimar’a, çok sevdiği dostu Liszt’in yanına kaçtı; oradan da İsviçre’ye sığındı. Fakat Zürih’te geçen yıllar Wagner için verimli bir devreye başlangıç olmuştu. Sanatkâr, hayatının en zengin, en parlak bir yaratma devrini bu şehirde idrak etti. Nitekim Zürih’te, zamanın büyük filozofu Schopenhauer’in felsefesini tetkike başlayan sanatkâr, o sıralarda büyük bir muharrir ve mütefekkir olma istidadını da gösterdi. Hattâ 1848 yılından 1851 yılına kadar devam eden verimli bir devre içinde Wagner, “Sanat ve İhtilal”, “Geleceğin Sanat Eseri”, “Sanat ve İklim”, “Opera ve Dram” adlı eserlerini yayımladı.

            Richard Wagner, o esnada hayat arkadaşı Planer’den ayrı yaşıyordu. Bununla beraber Wagner Zürih’te tanıştığı Mathilde Wesendonck adlı güzel, fakat evli bir kadına gün geçtikçe bağlandı. Wagner 1855 yılından sonra, sırf bu bağlılığın doğurduğu güçlükler yüzünden Zürih’i büsbütün terk ederek Lucern’e gitti ve bu şehirde Wesendonck’un aşkından mülhem olarak yazmaya başladığı “Tristan ve Isolde” operasını bitirdi. Sanatkâr, artık Orta Avrupa dışındaki sanat muhitlerinde de tanınmaya başlamıştı. Vaktiyle şahsına ve sanatına hiç yüz vermemiş olan Fransa, bu sefer Wagner’e layık olduğu sevgiyi göstermekte gecikmedi. 1860 senesinde tekrar Paris’e giden sanatkâr, bu sefer açlık yerine şöhretle karşılaştı. Bununla beraber, III. Napolyon’un isteğiyle 1861 yılında Paris’te ilk olarak temsil edilen Tannhäuser operası, her şeye rağmen Wagner’e aleyhtar bir zümrenin meydana gelmesine sebep oldu.

            Bu sefer bir sene müddetle Paris’te kalan Wagner, Tannhäuser aleyhtarlığına müteessir olarak [üzülerek], “Geleceğin Müziği” adıyla neşrettiği bir kitap yüzünden mahkûm edileceğini anlayınca, derhal Almanya’ya döndü; bir müddet sonra da Viyana’ya gitti. Bu şehirde sanatkârın üçüncü yaratma devresinin ilk eseri olan Tristan operası, temsil edilmek üzere repertuvara alındı. O sıralarda Wagner, hayatının en olgun bir devresine ayak basmış bulunuyordu. Sanatkâr, bu devre içinde gelenekleri yıkmış, Tristan operasıyla beraber romantik düşünüşe büsbütün başka bir yol açmıştı. Böylelikle Wagner, opera sanatının tekniğinde açık bir yenilik meydana getirmiş oluyordu. Artık Wagner sanatına, çeşitli duyuşları anlatmak için kullanılan aryalar yerine, sırf normal bir konuşma tekniğinden doğan “devamlı teganni üslûbu” hakim olmaya başladı. Wagner’in çağdaşı olan bestecilerin de operalarında klasik şekle göre kullandıkları aryalar, bir esas kısım, bir orta kısım ve gene esas kısmın aynı olan bitiş kısmından ibaret olmak üzere üç ayrı parçayı içine alırken, Wagner’in Tristan operasından sonra yazılmış olan sahne eserlerinde aryalar, klasik bir kaideye tabi olmadan ve her an değişik nağmeleri ihtiva etmek üzere meydana getirildiler. Bu tarza “devamlı teganni üslûbu” adı verildi.

            (Wagner: Tannhäuser’den arya                    4 dk.
            Wagner: Tristan ve Isolde’den arya)             8 dk.

            Diğer taraftan Wagner’in son yaratma devresinde sırf orkestraya yüklediği tematik cümleler, dinleyenlere, refakat ettikleri vakanın en mühim yerlerini vakit vakit hatırlatacak şekilde meydana getirildiler. Bu suretle sanatkârın ilk eserlerindeki orkestrasyonda, klasik üslûba göre gelişen uzun temalara karşılık, son eserlerinde, her an yeni bir hadiseyi anlatan veya remzeden kısa fakat mânâlı temalar meydana gelmeye başladı. Bu suretle Wagner, facialarında orkestraya eski Yunan trajedilerindeki koronun vazifesini yüklemiş oluyordu. Yunan tiyatrosunda koronun raks ederek, teganni ederek vakaya refakat etmesi gibi, Tristan’dan sonraki Wagner eserlerinde de orkestra, icabına göre raks ederek, şarkı söyleyerek veya en önemli hadiseleri dinleyenlere çeşitli motifler ve varyasyonlarla hatırlatarak sahneye refakat etmeye başladı. Bu arada Wagner sanatında, eserde geçen muayyen vakaları vakit vakit hatırlatma yoluyla dinleyenlere yaklaştıran kısa temalara “Leitmotif” adı verildi.

                        (Wagner: Walküre’den arya)             8 dk.

            Richard Wagner sanatında Tristan operası ile başlayan yenilikler, yalnız akıcı bir melodi ile “Leitmotif” prensibinden ibaret değildi. Nitekim bu eserle beraber, Wagner orkestrasyonunun bünyesi de değişmişti. İlk eserlerinde geniş temaların, geniş melodilerin klasik üslûba göre geliştirilmeleriyle meydana getirilmiş olan orkestra kısmına, sanatkârın olgunluk çağlarında meydana getirdiği eserlerde, bir nevi irtical [doğaçlama] karakteri hakim olmaya başladı. Hattâ Leitmotif’lerin tesiri altında hareket eden orkestra, bu motiflerin vakit vakit tekrarlanmalarına sahne olduktan maada, dinleyenleri her an yeni ve taze melodilerle de karşılaştırıyordu.

                        (Wagner: Lohengrin’den prelüd)                  8 dk.

                        (En sonda baş taraftan bir kısmı dinletilebildi.)

            Buraya kadar Wagner’in Tristan operasından sonra meydana getirdiği üç önemli yeniliği gözden geçirdik. Biraz da sanatkârın hayatından ve şahsiyetinden bahsedelim: Wagner, 1862’de Ren nehri sahilindeki Biebrich kasabasında Meistersinger operasını bestelemeye başlamıştı. Sanatkâr, idealinin gerçekleşmesi yolunda devamlı yayınlara da başlamış buluyor, o sıralarda yazdığı makalelerde, öteden beri aklından geçirdiği festival binasının bir an evvel inşa edilmesi lazım geldiğinden ısrarla bahsediyordu. Nihayet 1864 yılında sanatkârın bütün planları gerçekleşti. O tarihlerde henüz taç giymiş olan Bavyera Kralı II. Ludwig, Wagner’i Münih’e davet etti. Tristan operası 1865 yılında, Wagner’in talebesi Hans von Bülow idaresinde bu şehirde temsil edildi. Fakat Münih yılları Wagner için akla gelmedik hadiselerle geçti. Bu arada sanatkâr, yıllardır kendisinden ayrı yaşayan hayat arkadaşı Minna Planer’den büsbütün ayrıldı ve bu tarihten tam altı yıl sonra (1869) Liszt’in büyük kızı Cosima ile Münih’te evlendi. Wagner gene aynı yıllar içinde, 1854’te yazmaya başladığı Tetraloji’nin [dörtleme] kompozisyonunu da bitirmiş ve eser 1869’da temsil edilmişti. Süit halinde dört ayrı eseri içine alan Tetraloji’nin asıl adı, Niebelungen’in Yüzüğü’dür (Rheingold, Walküre, Siegfried, Tanrıların Ölümü). Tetraloji’nin ilk temsili, Wagner’in şöhretini büsbütün arttırdı. Bu başarı, sanatkârın öteden beri zihnini kurcalayan millî bir tiyatro enstitüsünün kurulması yolundaki hayallerin gerçekleşmesini de sağlamış oldu.

            Nihayet bir taraftan Kral Ludwig’in yardımı, bir taraftan Wagner dostlarının topladığı dokuz yüz bin Marklık ianeyle, Bayreuth şehrinde sanatkârın ideali olan Millî Tiyatronun, yani Festival Evi’nin temeli atıldı. 1876 yılı Ağustosunda inşası tamamen bitmiş olan Bayreuth Festival Evi’nin açılış töreninde, Tetraloji’nin bütünü, devrin en büyük sanatkârlarının iştirakiyle [katılımıyla] temsil edildi.

            Wagner’in eserlerinde göze çarpan felsefi antiteze gelince: Biraz evvel de üzerinde durduğumuz gibi, her şeyden önce aşk yoluyla halâs felsefesi, sanatkârın bütün eserlerinde, bu arada bilhassa Tetraloji’de kendini gösterir. Wagner, hâtıralarında Tetraloji’ye temas ederken, yıllardır kafasında nazari olarak taşıdığı şeylerin en çok bu eserde gerçekleşmiş olduğundan heyecanla bahsetmektedir. Nitekim Schopenhauer felsefesinde bir hiçten ibaret olan hayatı, Wagner’e göre ancak aşk yoluyla telafi edebilmek mümkündür.

            Sanat dünyasının en mühim eseri olan Tetraloji’nin birbirini takip eden kısımları, dört ayrı günde temsil edilir. Bu büyük eserin bütününü şu şekilde tahlil etmek de mümkündür: “İrade, yani insanoğluna yaşama kudretini veren enerji, çok kere aşırı bir ihtişama meyleder, fakat idrak, iradenin devamlı bir nazımıdır [düzenleyicisidir]”.

            Tetraloji’nin temsilinden sonra 63 yaşına ulaşmış olan Wagner, bütün ideallerinin gerçekleşmiş olmasını görmekle büyük sevinç duydu. Sanatkâr bu önemli eseri meydana getirdikten sonra, kayınbabası Franz Liszt’in tesiriyle derin bir tasavvuf dünyasına intikal etti ve Parsifal operasını sırf bu çeşit bir ruh haleti içinde meydana getirdi. Wagner, ölümünden bir yıl önce, baştan aşağı sembollerle dolu olan bu büyük eserin Bayreuth’da, zamanının tanınmış şeflerinden H. Levi’nin idaresindeki ilk temsilini de gördü. Bu eserde, Leitmotif prensibinin aşırı derecede kullanılması, bir hayli yaşlanmış olan sanatkârın, Parsifal’de her şeyden önce ağır sembollerle meşgul olduğunu açıklıyordu. Parsifal’in muvaffakiyetle temsilinden sonra, Münih’te Wagner Derneği adı altında bir kurul vücuda getirildi. Bu kurul, üstadın bütün eserlerini gelecek de sırf Bayreuth Festival Evi’nde temsil edilmesi esaslarını kararlaştırdı ve Wagner’in diğer operaları ile birlikte Parsifal operası da Orta Avrupa sahnelerinde oynanmaktan men edilidi [yasaklandı]. Fakat bu prensibe ancak 1913 yılına kadar riayet edilebildi [uyulabildi].

            Parsifal’in ilk temsilinden sonra büsbütün zayıf düşmüş olan Wagner, doktorların tavsiyesi üzerine Venedik’e gitti ve 1883 senesi Şubatının 13’üncü günü, Büyük Kanal’daki Vendramin sarayında öldü. Bu kara haber, sanat dünyasına süratle yayıldı. Münih ile Bayreuth’deki binalara baştan aşağı siyah bayraklar asıldı. Birkaç gün sonra da Wagner’in naaşını taşıyan tabut, Münih üzerinden Bayreuth’a götürülerek, sanatkârın Whanfried adlı villasının bahçesinde, çok sevdiği eşi Cosima ile kendisine evvelden yaptırmış olduğu metfene [mezara] terk edildi.

            Romantizmin büyük üstadı Wagner’in bütün eserleri aşk, insan ve kâinat gibi üç büyük unsurun sentezi olarak meydana gelmiştir. Dâhinin hayatının başı, büyük sanatkâr Beethoven’e, sonu da müzikte intibacılığın [izlenimciliğin] kurucusu Debussy’ye bağlıdır. O halde Wagner sanatı, klasiklerin form, modernlerin intiba [izlenim] esprisini birbirine bağlayan köprüye benzer. Wagner’in açtığı yolda, kendinden sonra, hayat arkadaşı Cosima, yorulmadan yürümüş ve bu büyük kadın, kocasının bir sanat kâbesi olarak kurduğu Bayreuth sahnesini tam kırk sene aynı sevgi ile idare etmiştir.

            Denememizi burada bitirirken şu noktayı bir kere daha açıklamak isterim ki, Richard Wagner, yalnız bir müzisyen yahut bir şair olmakla kalmamış, aynı zamanda ilim ve sanat gibi iki büyük unsuru eserlerinde tam bir yetki ile terkip edebilmenin [bileştirmenin] sırrına da ulaşmıştır.

            (Wagner: Parsifal’den 3. Perde prelüdü)                 8 dk.

            (Dinletilemedi.)