Cevad Memduh Altar1902-1995
English | Français | Deutsch | Italiano | Español

RADYO

Ankara Radyosu                                                                               Metin: 20 dk.
27.VI.1948                                                                                        Müzik: 40 dk.
Pazar, saat: 10-11                                                                            Yekûn: 60 dk.

(Radyo Dergisi’ne verildi.
9.IX.1948)

RİCHARD WAGNER VE SANATI

Cevad Memduh Altar

            Opera sanatının gelişmesinde Wagner’in oynadığı rol büyüktür. Hattâ 19. yüzyıl boyunca varlığını duyurmaya başlamış olan millî opera çığırlarının kurulmasına da herkesten önce Wagner’in önayak olduğu muhakkaktır. Fakat eserlerinin metnini ve müziğini bir bütün halinde yaratmaya muvaffak olan şair ve bestekâr Wagner’i bu bakımdan taklit edecek hiç kimse meydana çıkmamıştır. Onun içindir ki, olgunluk çağlarına ulaştığı sıralarda, klasik operanın şekil ve ifade muhtevasını [içeriğini] yıkan Wagner’in taklit edilememesi, onu bir inkılapçı olarak değil, daha çok ihtilalci olarak sanat dünyasına tanıttı. Bununla beraber Wagner’i tarih boyunca orijinal bir yenileyici olarak tanıtan eserleri, uzun zaman İtalyan veya Orta Avrupa sanatlarının baskısı altında kalan millî şuurun uyanmasına da yol açmış ve dolayısıyla sanatkârın millî opera çığırlarının önderi olarak anılmasına vesile olmuştur.

            22 Mayıs 1813’te Leipzig’de dünyaya gelen Wagner’in şiir yoluyla müzik sanatına ulaşacağını kimse tahmin etmemişti. Hattâ Wagner dokuz on yaşlarına henüz ulaştığı sıralarda şiir sanatına bütün kalbiyle bağlanmış, kız kardeşlerinin müzik çalışmalarına ise sadece seyirci kalmakla iktifa etmişti [yetinmişti]. Çünkü küçük Wagner’in kafasını daha o yaşlarda Yunan ve Latin filolojisi ile eski tarih işgal etmekte idi. Nitekim sanatkâr 11 yaşında iken Yunan trajedileri tarzında eser yazmaya başladı ve birkaç yıl içinde Odise’nin bir kısmını Yunancadan Almancaya çevirmeye muvaffak oldu. Onbeş onaltı yaşlarını idrak eden Wagner, birdenbire Shakespeare sanatının tesiri altında kaldı.

            Çocukluğunda uzun zaman büyük çapta trajedi meseleleri ile uğraşan Wagner’in asıl müzik sevgisi gençlik çağlarına intikal ettiği devirlerde başlamıştır. Hattâ henüz çocuk denecek yaşlarda kendisine müzik dersi veren iki hocanın tesiri ile olacak ki, delikanlılık çağlarında birdenbire baş gösteren müzik kabiliyeti, küçük sanatkârın bütün enerjisini dramatik sahaya hasretmesini mucip oldu. Nihayet 1833 yılında 21 yaşına ulaşan sanatkâr, “Periler” adını taşıyan ilk operasını yazmakla, bestekârlık mesleğine intikal etmek üzere olduğuna muhitini inandırdı.

            Genç sanatkâr gene aynı yıllarda ateşli gönül maceraları içinde yanıp tutuşmaya da başlamıştı. Hattâ Wagner 23 yaşına henüz basmıştı ki, ıstırapla geçen aşk macerasının kahramanı olan Magdeburglu sahne artisti Minna Planer ile evlendi. Fakat Wagner bu evlilikte umduğu saadeti bulamadı. Aynı zamanda sanatkârın hayatı o sıralarda tam bir yoksulluk içinde geçmekte idi. Her şeye rağmen Wagner, talihini bir kere de Paris sanat muhitinde denemeye karar vermişti. Wagner, binbir müşkülatla temin edilebilen maddi imkân sayesinde, 1839 yılında Paris’e gitmeye muvaffak oldu. Fakat sanatkâr, 1842 yılına kadar Paris’te üzüntü içinde geçen hayatını, kendi hal tercümesinde [öz geçmişinde] ancak “Paris’te geçen açlık yıllarım” diye vasıflandırabiliyordu. Wagner, gene bu üç yıl içinde öteden beri hazırlamakta olduğu “Rienzi” operasını bitirmeye muvaffak olmuş, ne yazık ki eserin ilk olarak Paris’te temsili imkânlarını sağlayamamıştı. Vakıa [Gerçi] genç sanatkâr bu müddet içinde devrin şöhret yapmış üstatlarından Berlioz’u, Halevy’yi, Franz Liszt’i şahsen tanıma fırsatını da elde etmişti; fakat Paris sanat muhitinin dikkat nazarını kendine çekmeye muvaffak olamamıştı. Sanki bütün imkânsızlıkların Wagner için elbirliği ettiği bir sırada mücadelesine yılmadan devam eden sanatkâr, büyük bir senfoninin ilk kısmı olarak düşündüğü “Faust” uvertürünü gene Paris’te geçirdiği açlık yılları içinde meydana getirdi. Bu suretle sanatkâr, müzik tarihine “Rienzi” operasından maada, “Faust” uvertürünü de kazandırmış oldu.

            1843 yılında 30 yaşına ulaşan Wagner’in felsefi kanaatlerinde de bir istikrar hasıl olmaya başlamıştı. Bütün bu kanaatler, hakiki çehrelerini sanatkârın müteakip eserlerinde elde ettiler. Hattâ Wagner’in bu tarihten sonra yazdığı operalara dramatik motif olarak “aşk yoluyla halâs [kurtuluş]” felsefesi hakim olmaya başladı. Eserlerine seçtiği konuları daima “Hün” masallarından alan Richard Wagner, 1848 yılına kadar sarf ettiği enerjinin muhassalası [sonucu] demek olan “Tannhäuser” ve “Lohengrin” operalarını meydana getirdi. Her iki eser de ilk olarak Dresden’de temsil edildi.

            Richard Wagner’in bütün eserlerini fikir muhtevaları bakımından inceleyen filozof Nietzsche, bestekâra darılmadan önce, “Uçan Hollandalı”, “Tannhäuser” ve “Lohengrin” operaları için yaptığı tahlile şu sözlerle başlamıştır: “Bir sanatkârın eserlerinde yarattığı tipler, o sanatkârın bizzat kendisi değildir, fakat sanatkârın eserlerinde sıraladığı tiplere içten bir sevgi ile bağlı olması keyfiyetinin, kendi şahsiyeti bakımından bir mânâsı vardır. Bu takdirde Rienzi’yi Uçan Hollandalı ile Senta’yı, Tanhäuser ile Elisabeth’i, Lohengrin ile Elsa’yı, Tristan ile Marke’yi, Hans Sachs’ı, Wotan ile Brünnhilde’yi ruhen inceleyecek olursak, bütün bu tiplerin sanki ahlâkî asalet ve büyüklük hamulesi ile akan bir yeraltı cereyanındaki birleştirici tesirle yekdiğerine bağlı olduğu görülür ve bu cereyan gittikçe büsbütün tasfiye görmekte, daha parlak bir sesle akmaktadır –ve bu durum karşısında hepimiz, hicap dolu bir çekingenlikle de olsa, Wagner’in ruhen geçirmekte olduğu derunî bir tekâmülü [gelişimi] müşahede etmiş [gözlemlemiş] oluruz.

            “Kararsızlık içinde kalmış, yese düşmüş bir insanın ıstıraptan halâsı, ihanet etmektense ölümü tercih eden bir kadının aşkında bulması, Uçan Hollandalı operasının ana motifini teşkil etmektedir.

            “Seven bir kadının, kendini her saadetten mahrum ederek, aşk tanrıçasının yardımı ile ve karşılık beklemeyen bir sevgi feragati içinde (Caritas) ilahî bir değişikliğe maruz kalıp, kutsî bir varlığa istihale etmesi [dönüşmesi] ve böylelikle sevdiği insanı ruhen halâsa kavuşturmuş olması, Tannhäuser operasının esas motifidir.”

            (Wagner: Tannhäuser uvertürü)                    12 dk.

            “İnsanoğlunun özlediği en güzel ve en ulvî şeyler, ona gökten iner, fakat bunlar acaba nereden geldi? Yollu bir sualin sorulmasını istemez; bu meşum sual bir de insanın kafasına saplandı mı, gelen şeylerin hepsi, acı bir mecburiyet içinde nereden geldiyse oraya döner. Bu da Lohengrin’in motifidir.”

            (Wagner: Lohengrin operasından arya: Elsa’nın rüyası)                 4 dk.

            Görülüyor ki filozof Nietzsche, gençliğinde hayranı olduğu Richard Wagner’in eserlerini, çok kısa olmakla beraber, çok veciz [özlü] bir şekilde tahlil etmiş ve bu eserlerin hepsini birer ideal formüle bağlamıştır.

            Wagner, Tannhäuser ve Lohengrin operalarının temsilinden sonra, çoktandır kafasında taşıdığı bir konuyu işlemeye başlamıştı. Şekli, tekniği ve estetik muhtevası bakımından Wagner yaratışlarının özü mahiyetinde olan bu tasavvur, “Hün”masallarından mülhem olarak meydana getirilen “Niebelungen” operası idi. Bu esere çalışırken, siyasi bir sebeple İsviçre’ye kaçmak zorunda kalan Wagner (1849), Zürih’te bulunduğu sıralarda, devrin büyük filozofu Schopenhauer’in felsefesine dalmış ve 1849’dan 1851 yılına kadar devam eden bir müddet içinde, “Sanat ve İhtilal”, “İstikbalin Sanat Eseri”, “Sanat ve İklim”, “Opera ve Dram” adlı eserlerini neşretmişti. O esnada sanatkâr, eşi Planer’den uzun zamandır ayrı yaşamakta idi. Diğer taraftan Zürih yılları, Wagner’in Mathilde Wesendonk adlı bir kadınla tanışmasına vesile oldu. Wagner, Matilde ile olan münasebeti yüzünden 1855 yılında Zürih’i terk ederek Lüzern’e gitti ve bu şehirde Mathilde’nin aşkından mülhem olarak yazmaya başladığı “Tristan ve İsolde” operasını bitirmeye muvaffak oldu.

            Nietzsche, Wagner eserleri hakkında yaptığı ve bir kısmını yukarıda gözden geçirdiğimiz tahlilde, Tristan ve İsolde operasını da şöyle bir formüle bağlamıştır: “Birbirlerini sevdiklerini bilmeyen iki âşık, aynı zamanda birbirlerini son derecede kırdıklarına ve küçümsediklerine de inanmışlar ve birbirlerinin elinden zehir içip ölmek hevesine kapılmışlardır; görünüşte bu hadise her ne kadar hakaretten kurtulma gayesini hedef tutmakta ise de, hakikatte bilinmeyen bir mecburiyete dayanmaktadır: Yani her ikisi de ölüm yoluyla ayrılıktan ve yalandan halâs olma [kurtulma] niyetindedir. Fakat beklenen ölümün yaklaşması, her ikisinin de karşılıklı sırlarını çözmüş ve birbirlerine olan hakiki duygularının meydana çıkmasını mucip olmuştur ki bu hal, zamana, aldanışlara, hattâ hayata yüz çeviren her iki âşığı da kısa fakat heyecan dolu bir saadete ulaştırmıştır. İşte Tristan ve İsolde’nin esas motifi.”

            (Wagner: Tristan ve İsolde operasından Zehir Sahnesi)                   8 dk.

            Wagner bu eserinden sonra artık yabancı memleketlerde tanınmaya başladı. 1867 yılında 47 yaşını idrak eden sanatkâr, ikinci defa olarak Paris’e gitmiş, fakat bu sefer açlık yerine para ve şöhret ile karşılaşmıştı. Bununla beraber, III. Napolyon’un arzusu üzerine, 1861’de ilk olarak Paris’te temsil edilen Tannhäuser operası, Wagner’e Fransa’da birçok aleyhtar kazandırmaktan geri kalmadı. Wagner’in bu ikinci Paris turnesi oldukça hareketli geçmişti. O sıralarda yazdığı “İstikbalin Müziği” adlı bir kitabının neşrinden dolayı Fransa’da mahkûm edileceğini anlayan Wagner, Almanya’ya döndü ve oradan da Viyana’ya gitti.

            Tristan yılları, Wagner’in hayatında en son yaratış devresine başlangıç olmuştu. Artık 50 yaşına ulaşmak üzere olan Wagner, sanatında geleneğe dayanan şeylerin hepsini Tristan operasında yıkmış ve Romantizme büsbütün başka bir istikamet vermişti. Onun için Wagner, bu operada ilk olarak şekil ve ifade prensiplerinde gözle görülür bir yenilik meydana getirdi. Bu takdirde Wagner’in operalarına, Tristan operasından önceki eserlerinde olduğu gibi, beşerî [insanî] hislere tercüman olan münferit aryalar yerine, normal bir konuşma tekniğinden elde edilen “devamlı teganni [şarkı söyleme] üslûbu” hakim olmaya başladı. Bundan başka sanatkârın ilk eserlerinin orkestrasında, klasik üslûba göre gelişen uzun temalar da ortadan kalkmış, bunların yerine, eserin devamı boyunca, tedai [çağrıştırma] yoluyla bazı fikirleri veya vakaları hatırlatan kısa motifler kaim [geçerli] olmuştu. Bu suretle Wagner, facialarında orkestraya eski Yunan trajedilerindeki koronun vazifesini yüklemiş oluyordu. Yunan tiyatrosunda sahnede cereyan eden vakaya koronun raks ederek, teganni ederek refakat [eşlik] etmesi gibi, Wagner orkestrası da dinleyenlere sahne ile ilgili bazı hadise ve fikirleri “Leitmotif” denilen kısa ve karakteristik motiflerle ihsas ederek [duyumsatarak] refakat etmeye başladı. Bu suretle Wagner operalarında esaslı bir değişiklik meydana gelmiş oldu.

            Wagner, 1862 yılında “Nürnbergli Muganniler [Usta Şarkıcılar]” adlı operasını bestelemeye başlamıştı. Bu önemli eserin yazıldığı yılları takip eden zaman içinde, Wagner’in hayatında dikkate değer hadiseler meydana geldi. 1864 yılında sanatkâr, çoktandır ayrı yaşamakta olduğu eşi Minna Planer’den ayrıldı. 1869’da Franz Liszt’in kızı Cosima ile evlendi. Gene aynı yıl içinde, 1854’ten beri yazılmakta olan “Niebelungen” operasının bestelenmesi sona erdi. “Reingold”, “Walküre”, “Siegfried” ve “Tanrıların Sonu” adlarını taşıyan dört ayrı kısmın birleşmesiyle meydana geldiği için “Tetraloji” diye de anılan bu eserin temsili, sanatkârın zihnin çoktandır kurcalayan, millî bir tiyatro enstitüsünün kurulması meselesinin de günün birinde gerçekleşmesine vesile oldu. 1876 yılı Ağustos ayında inşası tamamlanan Bayreuth Festival Evi, gene aynı yıl içinde yapılan büyük bir törenle açılmış ve bu törende “Tetraloji” temsil edilmişti. Bu suretle Wagner’in millî bir tiyatro enstitüsünün kurulması yolundaki ideali günün birinde tahakkuk etmiş oldu.

            “Tetraloji”nin temsili, Wagner’in hayatında mühim bir dönüm noktası olmuştu. Filozof Schopenhauer’e göre bir hiçten ibaret olan hayatı sevgi yoluyla idealize eden Wagner, ancak Nibelungen masalında felsefi görüşlerine tam bir vuzuh verebilmişti [açıklık getirebilmişti]. Nitekim “Tetraloji”, kısaca şöyle tahlil ediliyordu: “İrade, yani insanoğluna yaşama kudretini veren enerji, çok kere mübalağalı bir ihtişama meyleder, fakat idrak, iradenin devamlı bir nazımıdır [düzenleyicisidir]”. Halbuki bu derecede rasyonalist bir görüşle vasıflandırılmış olan bu eserde, ancak aşk ve feragat yoluyla halâs felsefesinden başka bir fikirle karşılaşmaya imkân yoktur. Nitekim eserin Nietzsche tarafından yapılan tahlilinde, Tanrı Wotan’ın, Nietzche’ye göre, insanüstü bir mahlûk olan Siegfried’in hayatını bir baba şefkatiyle kollamasını ve onu hayranlıkla seyre dalmasını anlatan filozof, Wagner felsefesinin esasını teşkil eden feragati şu cümle ile açıklamak istemiştir: “…kalbi sadakat ile dolu olan Siegfried’in, bu lanetin (yüzükten gelen lanetin) tesiriyle sadakatten nasıl ayrıldığını, derin bir sevgi ile kendisine bağlı olan âşığını (Brünnhilde’yi) kıran Siegfried’in, bir günah tülüne nasıl büründüğünü ve bir güneş gibi doğan Siegfried’in, gene bir güneş gibi batarken, bütün göğü kırmızıya boyayıp dünyayı lanetten nasıl kurtardığını Wotan hayretle seyreder”.

            (Wagner: Nibelungen (Ring) (Walküre))                   8 dk.

            “Nibelungen”in temsili yıllarında 63 yaşını idrak eden Wagner, kayınbabası Franz Liszt’in tesiriyle olacak ki, kendini tamamen tasavvufa vermiş ve bunun neticesi olarak en son eseri “Parsifal”i meydana getirmişti. Ağır sembollerle dolu olan “Parsifal” operasının temsilinden sonra büsbütün hastalanan Wagner, 70 yıl süren canlı ve verimli bir ömrün sonunda ve 1883 yılı Şubat ayının 13’ünde, Venedik’teki Wendramin sarayında hayata gözlerini kapadı. Bu suretle Romantizmin mühim bir şahsiyeti daha tarihe intikal etmiş oldu.

            (Wagner: Meistersänger operası uvertürü)                8 dk.
            (Çalınamadı!)