Cevad Memduh Altar1902-1995
English | Français | Deutsch | Italiano | Español

RADYO

Radyoda
1946 (?)

MÜZİK SANATINDA İSPANYOLLAR

            Tanınmış İngiliz bestekârı Grille Scott, millî müzikler hakkındaki bir yazısında, halk müziğini sanat müziğinin tahlili olarak gösterdikten sonra şöyle der: “Bir milletin kendi müziği ne kadar yüksek olursa, o müzik, diğer millî müziklere olan alâkayı ve sevgiyi de o nispette fazlalaştırmış olur”. Görülüyor ki, millî bir ifade demek olan müzik sanatı, insana hem kendi benliğini tanıtıyor, hem de diğer milletlerin sanat tahassüslerini [duygulanmalarını] sevdiriyor. O halde milletlerarası bir ifade demek olan sanat musikisini yükseltmek, inkişaf ettirmek [geliştirmek], ancak millî müziği, yani halk mğini yükseltmekle mümkün oluyor demektir ki, “sanatların en milletlerarası olanı, en millî olanıdır” prensibi de ancak böyle bir mülâhaza [düşünce] içinde evet mânâsını elde etmiş olur.

            Bütün müziklerin özü, halk müziği olduğuna göre, milletlerarası konser repertuvarlarına girmiş olan sanat musikisi eserlerinin kökünü, daima halk sanatı içinde aramak icap eder: o halde İspanyol sanat müziği de mevcudiyetini sırf İspanyol folkloruna borçludur. Binaenaleyh 18. asırdan beri folklora ehemmiyet vermiş olan İspanyollar, kendi halk sanatlarındaki güzelliklere verdikleri alâka ve sevgi ile olacak ki, tıpkı bugün bizim de yaptığımız gibi, milletlerarası sanat güzelliklerine kalplerini, kulaklarını tamamiyle açmışlardır; böylelikle hem kendi millî sanatlarını inkişaf ettirmişlerdir [geliştirmişlerdir], hem de kendi sanatlarını milletlerarası sanat seviyesine yükseltmek için lüzumlu olan estetik unsurları, sanat dünyasının binbir güzellikleri arasından bulup çıkarmaktan, bu güzelliklerin her birinden ayrı ayrı istifade etmekten [yararlanmaktan] geri kalmamışlardır. Onun içindir ki, 19. asır İspanyol bestekârlarından Baltasar Saldoni’nin sanatında kendini hissettiren İtalyan tesirine, 1779’da dünyaya gelen Rodríguez de Ledesma adlı bestekârda kendini hissettiren Orta Avrupa romantizmi tesirlerine şaşmamak icap eder. Nitekim 1814 yılından itibaren İspanyol müziğinde birdenbire Rossini tesiri de baş göstermiştir; 1844 yıllarına doğru Franz Liszt’in, 1845’te Rus bestekârı Glinka’nın bıraktığı tesire de bu müzikte tesadüf edilmiştir.

            Fakat bütün bu tesirlere rağmen İspanyol müziği bir yandan millî kaynaklardan, diğer yandan milletlerarası sanat müziğinden aldığı ilhamla gelişmiş, mütemadiyen güzelleşip yenileşmiştir; hattâ burada milletlerarası repertuvara girmeye layık bir İspanyol sanat musikisi de tamamiyle teşekkül etmiştir [oluşmuştur]. 19. asrın sonlarına doğru “İspanyollar” adıyla bir devir idrak etmişlerdir ki, bu devirde Felipe Pedrell adlı tanınmış bi bestekârın “Pireneler” adlı eseriyle İspanya’da modern olduğu kadar da millî bir İspanyol müziğinin temeli atılmıştır.

            Pedrell’in yazdığı müzik her şeyden önce millî idi, çünkü bu müzik her İspanyolu tatmin ediyordu. Yine bu müzik, asrın icaplarına uyan bir sanattı, çünkü İspanyoldan gayri milletleri de memnun ediyordu; bu müzik milletlerarası repertuvarda mühim bir yer işgal ediyordu. Nitekim bu büyük sanat adamının kendisi de İspanyol millî müziğinin ne olduğunu anlatmak maksadıyla 1890 yılında yazdığı “Bizim Müziğimiz” adlı eserinde şöyle demişti: “Vatanımız için modern bir müzik yaratmak, ancak 16. asırdaki büyük teganni [şan] bestekârlarımızı, 17. asırdaki büyük enstrüman bestekârlarımızı, sırf halk musikimizin ruhundan mülhem [esinlenen] bir anlayış içinde diriltmekle mümkündür”. Bu da gösteriyor ki, millî İspanyol müziğinin kurucusu olan Felipe Pedrell, 16. ve 17. asırlarda fazla yabancı tesirine maruz kalmış olan İspanyol teganni ve saz bestekârlarının açtıkları yol üzerinde yürüyen bestekârları millî ruha davet ediyor; millî kaynaklardan gıda almaya çağırıyor; ancak bu yolda yaratılan bir müziğe “modern İspanyol müziği” diyebileceği açık açık söylüyor. O halde 1922’de vefat eden, İspanya’da Wagner sanatının biricik mümessili olarak tanınan Pedrell, gerek kompozisyonlarında, gerek müzik sahasında kaleme aldığı makalelerde ve kitaplarda, İspanyol müziğinin 16. ve 17. asırlardaki yüksekliğini anlatmaya çalıştığı kadar da, halk teganni müziğinin zengin kaynaklarından istifade etmek suretiyle modern fakat millî bir müzik yaratılabileceğini de ilk olarak ortaya atmış oluyor.

            Felipe Pedrell’e muvazi [paralel] yürüyen diğer İspanyol bestekârlarının eserlerine gelince: Bütün bu eserlerde vakit vakit modern kompozisyon tekniği göze çarpmakla beraber, daha ziyade Orta Avrupa ruhu müşahede edilmektedir [gözlemlenmektedir]. Halbuki Pedrell’in açtığı yolu takip eden bestekârların eserlerinde bariz bir değişiklik kendini gösterir. Bu eserlerde göze çarpan manzara tamamiyle başkadır; fakat bütün bu tekniğe, hattâ milletlerarası modernliğe rağmen, bu güzel müziklerde kendini en çok hissettiren şey, ileri derecede bir milliyetçiliktir, çünkü bu müzik her şeyden evvel sanatın iki öz kaynağına dönmüştür: yani İspanyol sahne müziğinin ritim ve renk gibi iki ana kaynağından gıdalanmıştır. Hele Pedrell’i takip eden modern İspanyollar, daha çok halka dönmüşlerdir, hattâ zengin ve değişik nağmeleri ihtiva eden [içeren] halk melodilerini doğrudan doğruya kullanmak cesaretini bile göstermekten çekinmediler.

            Böylelikle halka, yani renge ve ritme dönen İspanyollar, müzik sanatlarında tam ve hakiki bir romantizmi henüz idrak etmemişlerdi ki, kendilerini Fransa’dan gelen bir intibacılığın, yani empresyonizmin içinde buldular. Fakat ne gariptir ki, Pedrell’in peşinden gelen modern ve millî İspanyol bestekârlarının hemen hepsi, yani eserlerini dinleyeceğimiz Albeniz ve de Falla gibi tanınmış sanatkârlardan başka Granados ve Turina gibi bestekârlar, uzun müddet yabancı memleketlerde yaşamışlardır. Eserlerinde en çok Fransız intibacılığından [izlenimciliğinden] gıdalanmışlardır. Bunlardan 1860’ta doğan Isaac Albéniz gibi bir bestekârın elinde, modern İspanyol müziği, günün birinde en son aşamaya ulaşmış bir millî sanat olarak sevilmiş ve kutlanmıştır. Bu büyük sanat adamı ne doğrudan doğruya bir üstada talebelik etmişti, ne de kendine mahsus bir ekol kurmuştu. Yalnız burada en mühim olan nokta, bu zatın hayatının ancak son yıllarında yazdığı eserlerde mütemadiyen bestekâr Pedrell’e irtibat aramış olması idi. Bu büyük İspanyol üstadını biraz sonra dinleyeceğiz. “Iberia” adlı eserine gelince, dinleyenlerde İspanyol halk sahnelerini, İspanya manzaralarını hatırlatacak kadar kuvvetli intibalar [izlenimler] bırakan bu güzel piyano eseri, 12 küçük parçadan mürekkep [oluşan] bir eser; 1908’de yazılmıştır. Bu eserde her şeyden önce sağlam bir Liszt tekniği ile Debussy empresyonismine, nihayet bütün bu tesirlere hükmeden kuvvetli bir İspanyol milliyetçiliğine tesadüf edilmektedir.

            Büyük İspanyol bestekârı Manuel de Falla’ya gelince: Biraz sonra “İspanyol bahçelerinde gece” adlı piyano ve orkestra eserini dinleyeceğimiz Manuel de Falla, devrimizin en mühim İspanyol üstatlarından biri olarak tanınmıştır. Bu sanatkârın eserleri, bütün İspanyol bestekârlarının eserleri yanında tam bir olgunluğa şahadet [tanıklık] eder. 1876’da doğan Falla, doğrudan doğruya bestekâr Pedrell’in talebesidir. Sanatkâr, “Kısa Ömür” adlı operasının 1905 yılında Paris’te Güzel Sanatlar Akademisi tarafından mükâfatlandırılması üzerine, kendini büsbütün bestekârlığa vermiştir. İşte Falla’nın sanat dünyasına verdiği bu güzel, bu derin eseri ile müzik sanatında ilk olarak bir “spagnolism”, yani şuurlu bir İspanyol nasyonalizmi tesis etmiştir. Fransız intibacılığına candan bağlı olan Falla, yanı başında yer almış olan Albéniz gibi bir sanat adamını henüz tanımadan, Fransa’da büyük üstat Debussy ile tanışmıştı. Sırf bu büyük üstadın eserleri, onu derhal Fransa’ya çekmeye kâfi gelmişti. Falla, Fransa’da bulunduğu müddetçe daima Debussy ile Paul Ducas’dan fikir aldı; tanınmış Fransız sanat adamlarından Ravel, Roussel ve Schmitt ile de yakın bir dostluk tesis etti. Falla, İspanya’ya döndükten sonra en olgun eserlerini verdi. Üstadın 1916’da Fransa’da yazdığı eserlerin en başında gelen ve “İspanyol bahçelerinde geceler” adını taşıyan eser, onun en şairane yaratmalarından sayılır. Bu güzel eserde taptaze bir ruh içinde kendini gösteren millî İspanyol müziği, Fransız empresyonizmi ile en ufak bir anlaşmazlığa yol açmadan el ele yürümektedir; yine bu güzel eserde, nasyonalizm ile empresyonizm, en mesut bir münasebet ile yan yana, kucak kucağa inkişaf etmektedir.