Cevad Memduh Altar1902-1995
English | Français | Deutsch | Italiano | Español

RADYO

Ankara Radyosu
2 Ekim 1944
Saat: 10.00-11.00

JEAN FRANÇOİS COUPERİN (Le Grand) (1668-1733)

           Sayın dinleyenlerim,  sanatta üslubun olgunlaşabilmesi bazen uzun yıllara bağlıdır. Sanatçı aynı üsluba kendi özelliklerini de katmaya çalışır. Günün birinde gelişmekte olan üslup için hayati önem taşıyan kutsal “karar ânına” da sıra gelir. Bu karar ânı, söz konusu üslubu meydana getirme yolunda elde edilmiş olan tek tek başarıları binbir zahmetle bir araya toplaya toplaya, birbirine ekleye ekleye elde edilen sanat abidesi hakkında verilecek “hüküm ânı” demektir. Yine bu türden bir kararla, yaşadığı dönemin karakterini de açığa vuracak olan üslup, insanlığın kültür hayatına zahmetsiz devredilmiş, eksiksiz anlatılmış olur.

           İşte bu önemli kararı verdirecek olan eserin sahibi muhakkak ki güçlü ve sağlam bir sanat şahsiyetine sahip olan kimsedir. Çünkü bu gibi anlarda sanat adamının kişiliğini belirten özel yeteneğinden çok, söz konusu dönemin ruhundan kopan bir ifadeyle kesin şekle ulaşılması mümkündür. Onun için 18. yüzyılın başta gelen büyük Fransız üstadı François Couperin’in, bir de bu tanınmış isme eklenen “Büyük” lakabıyla, yani Büyük François Couperin’in ancak devrinin Orta Avrupa müzik üstadı Bach ile mukayese edilebilmesinin nedenini, sanatçının olağanüstü başarısında aramak gerekir. Bu yolda bir karşılaştırma da en ufak ayrıntıya kadar yapılırsa, varılacak yargının daha çok Couperin’in lehine olacağı da kesindir.

           Öte yandan Couperin-Bach karşılaştırması hiç şüphe yok ki iki yüzyıl boyunca meydana gelen iki uzun dönemin incelenmesini gerektirir. Bu dönemler Couperin için yaklaşık olarak 1580-1780, Bach için de 1620-1820 yılları arasıdır. Bu her iki dönem, sanat tarihinin iki önemli noktasını oluşturur. Bu iki dönemde de birçok tanınmış organistlere, bestecilere tesadüf edilir. Ancak bu şekilde bir dış görüntünün mümkün kılındığı karşılaştırmada iç duruma, yani yaratma başarısı yönüne gidildi mi, bu sefer de inceleme imkânının alabildiğine güçleştiği görülür. Ancak şurasını unutmamalıdır ki bu yolda bir incelemeyi göze almış olan sanat yazarlarına hemen her karşılaştırmada cazip görünen şey, şüphesiz ellerindeki konunun Batı medeniyetine temel olan aynı kültür bütünlüğüne bağlı olması durumudur.

           Gelelim sayın dinleyenlerim,  Couperin ile Bach’ın karşılıklı karşılaştırılmalarına: 17. ve 18. yüzyıllar arasında yaşamış olan Fransız musikisinin büyük üstadı François Couperin, sanatında müzikle tasvir yönünün temsilcisi olarak tanınmıştır. Hattâ bu zat bir tür “süs müziği” meydana getirmiştir. İşte onun için saf ve salt müzik dediğimiz, çalgılarla icra edilen müzik türü yanında, “süs” ve “tasvir” gibi iki önemli özelliğin gelişmesine uygun olan öteki bir müzik türünü de, sanat tarihi herkesten önce Couperin’e borçludur.

           Öte yandan Couperin gibi bir sanat adamına olayları daha çok dış görünüşüyle yansıtan, konuya âdeta maddi bir açıklık veren “süs” ve “tasvir” unsurlarının hangi kaynaklardan gelmiş olduğunu incelemek de bir meseledir. Bu durumda uzun uzadıya düşünmeye gerek kalmadan 17. yüzyıl Fransız müziğine, bilhassa bu yüzyılın lavta icracılığına bakmak yeterlidir. Nitekim 17. yüzyıl sonlarına kadar devam eden Fransız lavta sanatının bu her iki unsurla, yani ”süs” ve “tasvir” unsurlarıyla meydana getirilmiş olduğu aşikârdır. O halde 18. yüzyıl Fransız müziğinde Couperin’in üzerine almış olduğu en önemli görev, müzikte süs unsurlarını esaslı bir sisteme bağlamak, bu arada geçmiş dönemlerden gelen şekillere yeni yeni şekiller ilave etmekten ibarettir. Hattâ ne Couperin’den önce gelenlerin, ne de ondan sonra gelmiş olanların hiçbiri Couperin’deki süs zenginliğine benzeyen başka bir üslupla karşılaşmamışlardır. Ancak Couperin yalnız var olanı görerek ya da örnek alarak süs müziği meydana getirmekle yetinmemiş, süsle tekniği kendi eserleri içinde çoğaltmış, zenginleştirmiştir.

           Sayın dinleyenlerim,  bu türden süslemeler, öteden beri hemen her müzikte eserin esas melodisinin bazı yerlerinde ansızın duyulan ton uzatmaları, ya da ritmi, tempoyu aksatmadan hızla eklenen figürlerdir. Hele en çok 17. yüzyıl Fransız Barok sanatında tesadüf edilen bu türden süslemelere Couperin o derece abartıyla sarılmıştı ki, sanatçıda mutlak ifadeye aykırı görülen bu durum, daha sonraki dönemlere aksedemez olmuştur. Nitekim Couperin’in orijınal yazılarındaki bu türden süsleri normal sınıra indirmek isteyen, yani sanatçiyi devrimize de mal etmeye çalışan Richard Hermann adlı bir uzman, bütün iyi niyetine rağmen Couperin sanatını bize şu sözlerle anlatıyor: “Dolambaçlı süslemelerle meydana gelmiş gerçek bir karınca yığını.”  Couperin sanatını bugünkü zevke göre yeniden düzenlemeye çalışan bu kişi, esas melodiye ender olarak müdahale etmiş olduğuna işaret ediyor. Couperin’in artık fazla tozlanmış olan peruğunu merhamet etmeden ta kökünden kesip atmış olduğunu söylemekten de çekinmiyor.

           Fakat sayın dinleyenlerim,  her ne şekilde olursa olsun Couperin’e bu yolda yapılan müdahale sanatçının orijinal metinlerini oldukça sadeleştiriyor ve basit melodilere dönüştürüyor. Ancak bu olay ortada hiçbir zaman gerçek bir Couperin bırakmıyor. Richard Hermann adlı bu uzmanın Couperin sanatını eleştiri yolunda söylediği sözlere karşılık, sanatçının bizzat kendisi kendi buluşları için vaktiyle şöyle demişti: “Eserlerimi iyi çalmak için bu prensiplere katı olarak bağlanmak lazımdır.” Yine Couperin, yazılarının birinde klavsenden bahsederken şöyle diyor: “Bugüne kadar bu çalgıya yapısının gerektirdiği ruh hiçbir şekilde verilemedi”. O halde, sayın dinleyenlerim, bu sözleriyle klavseni ilk olarak gerçek bir ruha ulaştırdığına inanan bir sanatçının meydana getirdiği süsleme imkânları, hiç şüphe yok ki kastedilen ruhun ifadesinden başka ne olabilir? Çünkü yine Couperin, sanat hakkındaki  başka bir yazısında şöyle der: “Gramer ile güzel konuşma sanatı arasında ne derece fark varsa, klavsenin tuşlarıyla klavseni çalış tekniği arasında da o derece geniş fark vardır.” Bu da gösteriyor ki Couperin, kendi tabiriyle “argüman” diye tanımladığı bu süsleme durumunu, kendine göre en gerekli çalış tekniğinin getirdiği bir sisteme bağlamıştır. O halde onu hiç değiştirmeden, yani zamanımızın ruhuna uydurma yolunda gereksiz değişikliklere uğratmadan olduğu gibi anlamaya çalışmak şüphesiz en doğru bir hareket olur. (Müzik: Couperin: Tiyatro zevkine göre konser.  Ecole Normal oda orkestrası, şef: Cortot)

           Bach gibi 18. yüzyılın en büyük bir musiki üstadının bile Couperin’den yararlanmış olduğu, hattâ öğrencilerini Couperin ile meşgul olmaya davet ettiği göz önüne alınırsa, Couperin’in Bach üzerindek etkisine de gerçek gözüyle bakmak doğru olur. Onun için Bach’ın o meşhur Fransız Süitleri’ni sırf Couperin’den esinlenerek meydana getirmiş olduğu kesindir. Ama her şeye rağmen Bach’ın kendine mahsus olan mutlak üslubunu tasvir ve süs unsurlarından alabildiğine uzak tuttuğuna bakılırsa, sanatçının Couperin’den bazı teknik özellikler öğrenmekle yetindiği, ama eserlerinin içeriği açısından çok sevdiği Couperin’in üslubuyla pek o kadar bağdaşamamış olduğu hemen anlaşılır. Onun için şimdi Bach’tan dinleyeceğimiz bir eser, bu iki önemli sanat adamının, yani Couperin ve Bach üsluplarının madde ve içeriklerine bizi kolayca yaklaştıracaktır. Böylelikle bu her iki sanatın iç ve dış varlıkları arasında karşılaştırma yapmak imkânı da kolayca elde edilmiş olacaktır. (Bach 3. No.lu Brandenburg konçertosu G-dur, Orkestra: Berlin Filarmoni, W. Furtwängler. Bach Fransız Süiti, No.5 sol minör, W. Kempf)

           Görülüyor ki sayın dinleyenlerim, Couperin sanatı, süs ve tasvir yoluyla daha çok dış âleme yönelmiş bir sanattır. Couperin bütün eserleriyle dinleyicilerini âdeta elle tutulur gözle görülür güzelliklere ulaştırmak azmindedir. Oysa Bach sanatında durum bunun tamamen tersidir. Bach, dış âlemden alabildiğine uzaklaşıp iç âleme dönmek ister. Dinleyeni elle tutulur bir belirginliğe değil, bilakis nereden gelip nereye gitmekte olduğumuz sorusunun önemli cevabına terk eder. Onun bu sanattaki saf ve mutlak ifadesi, her şeye rağmen ruhumuzda bir huzur ve sükûn yaratır. Bu Fransız Süiti gibi, hattâ  dans formunda yazdığı eserlerde bile, dış âleme yönelmek istediği oranda yine de iç âleme yönelmiştir. (Fantasia G-moll klavsen için, İngiliz Süiti, klavsen için, Bach Fantezi Süti, Sol majör No.5, Çalan: Wanda Landowska)

           Sayın dinleyenlerim, şimdi yine Couperin’e dönelim: Couperin’i bir dereceye kadar Romantizm’e bağlayan önemli bir nokta daha vardır ki bu da sanatçının programlı müzik dediğimiz tasvirli müziğe olan eğilimidir. Couperin, metni olsun olmasın, hemen her eseriyle dinleyeni belirli bir tasvire ulaştırmak ister. 19. yüzyılda hele Franz Liszt’in elinde müzik sanatının önemli bir türü haline gelen bu yolda bir tasvir durumuna da ilk olarak Couperin tarafından el konulmuş oluyor. Oysa tasvirden daima uzaklaşmak isteyen saf ve mutlak sanat mensupları, meselâ Viyana Klasikleri, şiirsel anlamda isim taşıyan eserlere değil de çok kere numara sırasıyla anılan senfonilere, oda müziği türlerine, sonatlara bağlanmışlardır. Öte yandan, Klasiklerden sırf şiir içeriğiyle, hattâ alabildiğine şairane adlarla ayrılan 19. yüzyıl Romantizm’ine her şeyden önce Couperin sanatının rehber olduğu muhakkaktır. Dahası, bu yol Couperin’de başlar, modern Fransız müziğinin önemli unsurlarından biri sayılan Maurice Ravel’de son bulur.

           Batıda müzik sanatının yüzyıllar boyunca maruz kaldığı bu türden bir başkalaşım göz önüne alınacak olursa, François Couperin’in kültür tarihindeki büyük rolü de o nispette kolay anlaşılmış olur. Öte yandan, sayın dinleyenlerim,  her zaman şiirle bağlantı arayan, hattâ doğaüstü düşüncelere değil de sürekli olarak dış âlemin görünür gerçeklerine el uzatan Couperin, şöyle söylemiştir: “Eserlerimi bestelemeye başlamadan önce kafamda daima bir konuya bağlı kaldım. Ve bu arada türlü fırsatlardan yararlandım ki böylelikle eserlerimin taşıdıkları adlar amacımı tamamen ortaya koymuş oldu.” Bu da gösteriyor ki, sayın dinleyenlerim,  Couperin’in eserleri arasından gelişigüzel seçtiğim bazı adlar bu türden yaratmaların niteliğini ortaya koymaya yeterlidir. Meselâ sanatçının karakter portresi niteliğindeki besteleri arasında şu türden isimlere sık sık tesadüf ederiz: “Sevili Teresa”, “Tatlı Jeanneton”. Ancak unutmamalıdır ki bu eserler Fransız Lizst gibi bir üstadın “Ormanın fısıltısı” yahut “Pınar başında” adlı eserlerine de ilham kaynağı olmuştur. Yine bu eserler Romantizm’den başlamak suretiyle günün modern akımlarına doğru yol almışlar, hattâ Ravel gibi modern bir besteciye de şu isimdeki eserleri yazmaya ilham vermişlerdir: “Haydn adına Menuet”, “Couperin’in mezarı”.

           Sayın dinleyenlerim,  Couperin’in bir başka özelliği de bir zamanlar Fransa’yı etkisi altına almış olan İtalyan üslubuna karşı beslediği sevgidir. Nitekim zamanında Lully gibi büyük bir üstadın ölümü, İtalyan müziğinin Fransa’ya tekrar girebileceği yolundaki bir endişeyi bir türlü önleyememişti. Çünkü Lully yaşadığı sürece İtalyan müziğini Fransa’ya sokmamak konusunda o derece katı hareket etmişti ki bu etki vefatından sonra da devam etti. Halbuki Corelli gibi tanınmış bir İtalyan üstadının ilk sonatlarını Paris’te heyecanla dinlemiş olan genç Couperin, sanatında İtalyan üslubuna tereddüt etmeden kapıları açmış, eserlerinde bu üsluba kendine has bir karakter vermeyi de başarmıştı.Yine bu etkiyle, “Apotheose de Lully” adlı büyük bir Trio Sonatı yazan Couperin, bu önemli eserinde Fransız ve İtalyan üsluplarını ayrı ayrı iki kemana temsil ettirmiş, ama eserin sonunda bu her iki üslubu da parlak bir bütüne bağlamayı başarmıştır. Hele sanatçının yazdığı 10 muhtelif konçerto İtalyan  ve Fransız üslupları gibi iki büyük ekolün bir arada işlendikleri eserlerdir. O halde müzikte bir tür “çok üslupluluk” yaratmış olan Couperin’in düşündüklerini ne büyük bir kudretle başarmış olduğu açıkça görülüyor.

           Sayın dinleyenlerim,  Couperin, Fransa’nın rasyonalizm döneminin yetiştirdiği önemli sanat adamlarından biridir. Descartes, Voltaire gibi şahsiyetlerin yüzyılıdır.  Couperin’in eserleri, onu bize sistemli bir düzensever, uyanık, açık sözlü bir düşünür, erdem sahibi bir terbiyeci olarak da tanıtır. Kendisi az zamanda Paris’in en iyi hocası olmak şerefini de kazanmıştır. Müzisyenlerle ileri derecedeki müzik heveslileri Couperin’den ders almayı âdeta toplum hayatının kuralıymış gibi görürler. Meselâ Anatole France gibi bir Fransız yazarı, romanlarından birine kahraman yaptığı genç bir kıza Couperin’den ders aldırır, çünkü bu genç kız her an yüksek sosyeteye girmek azmindedir. Bundan başka öteki sanatçılar da eserlerini Couperin’e ithaf etmek konusunda birbirleriyle âdeta rekabet etmişlerdir.

           Couperin aynı zamanda çevresi üzerinde nüfuzu olan bir sanat adamıydı. Sarayda prenslere ders vermiş, St. Gervaint kilisesiyle saray kilisesinde organist olarak görev yapmıştır. Zamanında Fransız sarayında en çok dinlenen müzik eserleri Couperin’in eserleriydi. Elde bulunan yağlı boya tablolardan da anlaşıldığı gibi, sanatçı sakin ve ciddi tabiatlı biriydi. Hattâ ölümüne kadar yakasını bırakmayan bir hastalık, Couperin’i devamlı bir melankoliye de uğratmıştı. Nitekim sanatçı günün birinde saraydaki derslerini kızlarından birine devretti. Zaten bu tarihten çok daha önce St. Gervaint kilisesindeki organistliği de yine sağlık durumundan dolayı yeğeni Nicolas’ya bırakmıştı. Couperin uzun yıllar kiliseye ve saraya hizmet ettikten sonra, müzik sanatını uygulama alanından elini ayağını çekti. Artık vatandaşları, hemşerileri için eserler meydana getirmeye başladı.

           Ne tuhaftır ki Couperin’in kendinden sonraki dönemlere ne bir mektubu, ne de özel bir arşivi kalmıştır. Yalnız yazdığı kitapları, sayısız kompozisyonları bu büyük sanatçıyı insanlığa yakından tanıtmaya yeterli olmuştur. Bu eserlerin önemli bir kısmı kaybolmuştur. Sanatçının ölümünden sonra eşi ve en yakın akrabaları da dahil olmak üzere hiç kimse elde bulunan vasiyetnameyi uygulamamıştır. Hattâ bu vasiyetname gereğince bastırılması gereken eserlerin önemli bir kısmı bugün tamamen yok olmuştur.

           Sayın dinleyenlerim,  Couperin’in ölümünden 30 yıl sonra Fransa’da bu isimde bir sanat adamının yaşamış olduğu artık bilinmiyordu. Dahası, sanatçının eserleri uzun yıllar ne basıldı, ne de dinlendi. Adı Orta Avrupa’da bir süre daha işitildi, çünkü J. S. Bach gibi üstatlar onun eserlerini, yazılarını yaşadıkları sürece öğrencilerine tavsiye ettiler. Ancak onlar da ölünce, Bach’ın başına gelen akıbet Couperin’in de başına geldi. Sanatçının adı ve eserleri yeryüzünde tam bir yüzyıl süreyle unutuldu. Ta ki günün birinde Fransa’da Farrang, Almanya’da Brahms ve Chrysander adlı sanat büyükleri geldiler. Onun eserlerini binbir zahmetle meydana çıkarıp yeniden yayımlamaya başladılar. İşte o zaman François Couperin adıyla sanıyla yeniden dirildi. Sanat çevrelerini yeniden meşgul etmeye başladı. Bu hal Couperin’in bir çokları gibi unutulacak bir insan olmadığını bütün dünyaya anlatmış oluyordu. İşte Couperin gibi bir sanat adamının yaşama ve yaratma mizacı sanat tarihine bu şekilde geçti. (Telemann, Ziyafet Müziği, Wiesbadener Collegium Musicum, Şef: E. Waghis)