Cevad Memduh Altar1902-1995
English | Français | Deutsch | Italiano | Español

RADYO

Ankara Radyosu
14 Ocak 1943, Perşembe

CHOPİN NEDEN ÖLDÜ? (1810-1849)

           Sayın dinleyenlerim, 18. yüzyılın sonlarına doğru klasik müzik üstatlarının senfonik müzik alanında başardığı büyük işleri Beethoven bir zafer çelengiyle taçlandırmış ve yine bu üstat Viyana'yı bir sanat kâbesi haline sokmuştu. Haydn’la beraber dünyaya gözlerini açan Mozart’da öz benliğine kavuşan Beethoven’de en son olgunluğuna ulaşan “Viyana klasik üslûbu”, (burada konuşmaya hafif hafif 7. Senfoni Allegretto’su eşlik eder) yalnız bu noktada değil birçok noktalarda dönemin sanat ruhuna hükmetmiş, müzik sanatının kaderini bu üslûp tayin etmişti. Nitekim Viyana klasik üslûbuyla beraber mutlak sanat tarzı sahne müziğini de etkisi altına aldı. Müzik sanatının opera, programlı müzik, senfonik şiir gibi çeşitli şekillerini yine bu tarz yalnız estetik içerikleriyle değil, şekil içerikleri bakımından da bir türüne bağladı. Bu durumda müzik sanatı uzun süre aynı üslûptan beslendi, ama Viyana klasiklerinin yarattığı form esaslarını daha bugüne kadar bırakamadı.           

           Şu halde müzik için ulaşacak hangi amaç kalmıştı: Gerçi Beethoven, hele son eserleriyle 19. yüzyılın sanatı olan Romantizmi vaktinden çok önce müjdelemişti, ama romantiklerin başları sayılan Weber’ler, Schubert’ler, Schumann’lar bile yine Beethoven’in klasik üslubu içinde gelişmişler, kendilerini her zaman bu üslûp içinde mutlu hissetmişlerdi. (Burada 7. Senfoni kesilir.)

           İşte tam bu tarihlerde sanatseverler bir an için gözlerini Viyana’dan Paris’ çevirmek zorunda kaldılar. 1830 yılından sonra, hattâ Beethoven’in ölümünü on uzun yılın bile kalplerden silemediği bir sırada, narin, çelimsiz ama çok içli bir sanatçının elinde, yine Beethoven’in yarattığı mutlak bir sanat havasından beslenmekte olan piyano müziğinin büsbütün başka bir dille konuşmaya başlaması (Chopin’in ilk eserlerinden biri kısaca duyulur.) sanat dünyasının gözünden kaçmamıştı. İhtilallerle, siyasi darbelerle geçen Napolyon dönemi içinde büsbütün demokratlaşmış olan büyük üstat Beethoven’in bütün eserlerinde insanlığın acılarını dile getirmesine karşılık, Paris’ten kulaklara dolan bu yepyeni ses, yalnız kendi derdini anlatan lirik bir bünyenin konuşmasıydı. Gerçekten de 1830 Paris Temmuz ihtilali, yine aynı yıl içinde Belçika’nın hürriyet ihtilalinden sonra bağımsızlığa  kavuşması, nihayet Polonya’da kopan ihtilal ve iç savaş gibi büyük olaylar, bu nahif bünyeli sanatçının ifade üslubunu değiştirememiş, en önemli siyasi olaylar bu içli sanatçının elinde birer lirik şiir edasıyla ifade edilmişti. (Burada İhtilal Etüdü duyulacak.) Zaten Beethoven dünyası ile hemen her noktada birleşen bu duygulu sanatçı, yalnız bu noktada, yani ifade noktasında döneminin bütün sanatçılarından ayrılıyordu. Acaba dönemine göre büsbütün başka konuşan, hem de yalnız piyano müziği sahasında ölmez eserler yaratmış olan bu nahif bünyeli sanatçı kimdi? Hiç şüphesiz bütün sayın dinleyenlerimin de bildikleri gibi bu ifade Chopin’den başka kimin olabilirdi?

           Fransız bir baba ile Polonyalı bir annenin oğlu olan bu sanatçı, 1831 yılında 21 yaşında büsbütün Paris’e yerleştikten sonra hayatının son 18 yılını hiçbir sanatçıda görülmemiş bir çabayla piyanosuna vermişti. Hattâ az zaman içinde genç Chopin için yalnız Paris’te değil dönemin bütün sanat merkezlerinde hararetli bir dedikodu da başlamıştı. Hele Paris sanat çevresinde verdiği konserlerle, sanatseverlerin önünde çaldığı eserlerle Paris’i az zamanda fethetmiş olan bu ateşli genç, Fransız edebiyatının önemli simalarından biri olan George Sand’ı bile kendine bağlamış, bu enerjik kadını hiç zahmet etmeden kendi romantik hayatının içine çekip alıvermişti. Öte yandan Chopin’in Mi minör Piyano Konçertosu’nun Paris’teki ilk çalınışını (burada bu eser duyulur) beraber yaşamış olan Fransızların büyük müzik adamı Fétit de bu ümit dolu genç için sanat dünyasına şöyle haykırıyordu: “Burada öyle bir genç var ki, kendini heyecanının doğal seyrine bırakmış olan bu genç, hiç kimseyi örnek almadan yepyeni bir tarz bulup çıkardı. Yahut da bu gencin bulduğu şeylerin bir kısmı olsun bizim uzun zamandır boş yere arayıp bulamadığımız şeylerden, yani kökenini hiçbir yere bağlamak imkânı olmayan bir sürü orijinal tasavvurlardan başka bir şey değildir. Onun melodilerinde öyle bir ruh, onun pasajlarında öyle bir hayal yahut da bütün Chopin’de öyle bir orijinallik var ki tarifine imkân yok.” (Burada müzik sona erer.)

           Şimdi bu kadar zengin, bu derece kapsamlı bir sanat benliğini elde etmiş olan Chopin, belki de daha verimli olacağı bir çağda, yani 39 yaşında acaba neden hayata gözlerini yumuyor? Bu ince duygulu sanatçı hakkında öteden beri kulaktan kulağa işitilen bir efsane vardır ki bu efsane Chopin’i her seferinde de hasta, verem, doğduğu günden beri hastalıklı yaratılmış bir insan olarak dünyaya tanıtmaktadır. Hemen bir yüzyıldan beri işitilmekte olan bu hazin hikâye kim bilir kaç kişinin gözlerini yaşarttı! Verem basillerinin amansız yıkımına rağmen dünya sanat büyüklerinin pek azına nasip olan verimli bir sanat hayatını yaşamış bulunan bu genç dâhi, kim bilir şimdiye kadar kaç insanın kalbini kendine bağladı! Bugün bile hemen her piyano hocası bu soylu çalgının en büyük şairi olan Chopin’i öğrencilerine tanıtırken, onun sınırsız sanat buluşlarının en küçük bir parçasını olsun yazmak için hasta döşeğinde bile nasıl boğuştuğunu, ufak bir çaba harcadıktan sonra dehasının kendine yeniden güç vereceği âna kadar onun ateşler içinde nasıl yatağına sığındığını her seferinde aynı heyecanla anlatır. Acaba bütün bu hikâyeler, bütün bu acıklı efsaneler doğru mudur? Yoksa bu hikâyelerin hiçbiri doğru değildir de Chopin’in lirik sanatı mı zamanla böyle hazin bir efsane yaratmıştır? Ne olursa olsun şurası muhakkaktır ki Chopin hakkında elde bulunan 25 kadar edebi kaynak ile mevcut biyografilerinde sanatçının esas karakterini bize çizecek olan tek bir satıra bile rastlanmamakta, bütün bu malzeme Chopin efsanesini tam olarak çözmeye yeterli gelmemektedir.

           Şimdi az çok kabul görecek bir sonuca varmak için bütün bu hazin masallar dışında kalan bazı önemli noktalara başvuralım ve Silezya Üniversitesi bilim adamlarından Prof. Keith’in yıllardan beri bu konuda yaptığı incelemeleri gözden geçirelim. Bir kere Chopin’in ailesinin sağlık durumu hiç de fena değildi. Sanatçının annesi olsun babası olsun her ikisi de uzun yıllar yaşadılar. Hattâ bir biyografın dikkatini çektiğine göre Chopin’in babası 75 yaşında veremden ölüyor. Ailenin 4 çocuğu dünyaya geliyor. Aile bunlardan yalnız birini 13-14 yaşlarındayken bir göğüs hastalığından kaybediyor. Chopin doğduğu sıralarda, yani 1810 yılında aile reisi Varşova liselerinin birinde Fransızca öğretmenliği yapıyor. Ancak bu kişi bir iki yıl içinde özel bir okul açıyor ve Varşova’da zenginler çocuklarını bu okula veriyorlar. Bu da gösteriyor ki Chopin, hele çocukluk yıllarında ne bir mahrumiyete katlanmış, ne de ana baba sevgisinden mahrum kalmıştır.

           Chopin’in çocukluk çağında soluk benizli olduğu elde bulunan yazılardan kesin olarak anlaşılmaktadır. Bununla beraber bu noktaya fazla önem verilmemesi gerekip gerekmediği kestirilememektedir. Öte yandan küçük Chopin’in en küçük yaşlarda bir müzik dâhisi olduğu, arkadaşlarıyla oynamayı sevdiği kadar kendisini piyanosuna vermeyi sevdiği de bilinmektedir. O halde onu hayatı boyunca tedavi eden 14 değişik doktorun düşüncelerini ayrı ayrı araştırarak bu çok genç ölen sanat dâhisinin hayat grafiğini kısaca karıştırmak, bize bu büyük sanatçının hem şahsiyeti hem de erken ölümünün nedenlerini daha iyi anlatacaktır.
Beethoven sanatının bütün Avrupa’yı etkisi altına aldığı bu tarihte, yani 1820 yıllarına doğru Varşova’da henüz 10 yaşlarında soluk benizli, narin yapılı bir çocuk çevrenin dikkatini sürekli olarak kendine çekiyordu. Bu çocuk arada sırada sanatseverleri şaşırtacak kadar etkileyici konserler vermekte, fakat bu konserlerin hepsinde birdenbire solan benzi bütün hayranlarını endişeye düşürmektedir. Genç dâhinin nahifliği yalnız benzinde değil, yazılarında da kendini gösteriyordu. Nitekim 19 yaşlarına doğru yazdığı varyasyonların notasını orkestra müzisyenleri bir türlü okuyamamış ve programın birdenbire değiştirilmesi gerekmişti. İşte yine bu tarihlerde sanatçının ölesiye çalıştığı görülüyor. Bu sıralarda Chopin dostlarından birine yazdığı bir mektupta bizzat şöyle söylüyordu: “İşlerim beni sürekli çalışmaya mecbur ediyor. Çok kere gündüzlerimi geceye, gecelerimi gündüze çevirmek zorunda kalıyorum.”

           İşte böyle ölçüsüz bir çalışma genç Chopin’de oldukça ilerlemiş olan zafiyete ileri yaşlarda veremi de karıştırıyor ve Chopin hele 20 yaşlarından itibaren her an ölmek üzere olduğuna artık kendi de inanıyordu. Böyle elim bir durumun sanatçı ruhunda yarattığı üzüntüyle olacak ki genç Chopin bazı günler saatlerce sokaklarda hasta hasta dolaşmaya mecbur kalıyordu. İşte tam bu sıralarda Chopin’in büyük üstat Beethoven’in de doktorluğunu yapmış olan Dr. Hofrath Malfatti ile şahsen tanışmış, hemen hemen her akşamını onunla birlikte geçirmeyi âdet edinmişti. Öte yandan çok hayret edilen bir nokta vardı ki o da sanatçıları çok seven bu tanınmış doktorun Chopin hakkında hiçbir şey söylememiş ve hiçbir şey yazmamış olmasıdır. Fakat bu tarihlerde, yani 1830-32 yıllarına doğru sanatçının kendini bile korkutan hastalığı pek çabuk iyiliğe yüz tutmuş ve Chopin ufak bir seyahatten sonra tekrar Paris’e işinin başına dönmüştür. Fakat bu aralık Chopin ruhen de devamlı üzüntüler içindeydi. Hatta sanatçı birkaç ay sonra yakın dostlarından birine şöyle yazıyordu: “Tanıdığım çok insan var, fakat bunların hiçbiri beni anlamıyor.” Görülüyor ki sanatçı aynı zamanda asabidir. Hele sayın dinleyenlerim, bu “hiç anlaşılamamak” şikâyetinden daha başka bir şikâyet tarzı var mıdır ki bu sanatçıda asabi ruh üzüntüsünü bize daha iyi anlatmış olsun.

           Genç Chopin 1835’te Marie Wodzinski’ye âşık olur ve iki âşık gizlice nişanlanırlar, ancak bu gizli nişanlanma da sanat için unutulmaz bir acıyla sonuçlanır. Önce kendilerini Chopin’in ailesinden çok yüksek tutan Wodzınki’ler uzun bir süre nişanın resmen ilanından çekinirler. Görülüyor ki Beethoven’de olduğu gibi Chopin için de bir küçümsenme söz konusudur. Yalnız bu olay, Chopin’i ruhen ezmeye yeterlidir. Derken nişan yapılır, ama iki yıl sonra Marie sanatçıya soğukluk gösterir ve nişan bozulur.

           Sayın dinleyenlerim, bu olayı bize anlatan biyografların bir ikisi nişanın Chopin’in hastalığı yüzünden bozulmuş olduğunu söylüyorlar. Oysa şaşılacak en önemli nokta, nişanın bozulmasından az bir zaman önce, bizzat Marie’nın bir arkadaşına yazdığı mektupta “Chopin’i çok sıhhatte ve çok neşeli” göstermesidir. Demek bu ayrılık olayı sağlıksızlık yüzünden değil, Marie’nin kaprisi yüzünden meydana geliyor. Hele nişanın bozulmuş olduğunun da resmen ilan edilmemiş olduğuna bakılırsa, Chopin’in sırf küçümsenmesi yüzünden nişanın bozulmuş olduğu da derhal anlaşılır.

           İşte sayın dinleyenlerim, Chopin ruhen büsbütün hırpalanmış olduğu bu sıralarda konser vermek bahanesiyle Londra’ya gidiyor ve tam bu tarihte sanatçının çok hasta olduğu Londra’da ilan ediliyor. Elde mevcut belgelerin Chopin’in Londra’daki durumu üzerinde bize fazla bilgi vermediğine ve “’de genç sanatçının yine Paris’te göründüğüne bakılırsa Londra turnesi başarıyla sonuçlanmıştır. O aralık sağlığı bakımından biraz daha kendine gelmiş olan sanatçıya Paris’te yeni ufuklar açılmıştır. Ancak bu ufuk genç üstadın sanat başarısına açılmış, ama sağlık durumu için biraz daha kapanmıştı. Nitekim biraz evvel George Sand gibi dönemin kalemiyle tanınmış bir kadınını bile kendi hayatına kattığını söylediğim Chopin hakkında bizzat bu enerjik kadının sihrine kapılmıştı. Ve hattâ George Sand bu tarihlerde Chopin’in Paris’in ünlü doktoru olan Gaubert’ı aramakla meşgul olduğunu bir dostuna yazıyor. Dr. Gaubert, Chopin’e üzülecek hiçbir hastalığı olmadığını söylüyor. Ona yalnız dinlenme tavsiye ediyor. Bütün gün çalıştıktan sonra bir de gece yarılarına kadar eser bestelemenin abartılı bir mesai olduğunu bildiriyor. George Sand ise aynı doktorun her ikisinin de sakin bir yere gitmelerini,hattâ Balear adalarından birine çekilip dinlenmelerini tavsiye ettiğini söylemektedir.

           İşte sayın dinleyenlerim, bu iki kişi, herhangi bir nedenle bu seyahate ayrı ayrı çıkarlar. Yine aynı tarihlerde kaleme alınmış bir yazıda: “Chopin’in kırık dökük, her tarafından soğuk rüzgârların estiği bir posta arabası içinde 4 gün süren yorucu bir yolculuktan sonra gül gibi taze, pancar gibi kırmızı bir yüzle hedefine vardığı” bildirilmektedir ki bu tarif de ileri bir verem hastalığı taşımakta olan bir insan için kullanılacak cümle değildir sanıyorum.

           Öte yandan bu şair çiftin Balear adalarındaki hayatı gerçekten şairane geçiyordu. Hattâ Chopin bir dostuna “Hayat burada çok güzel geçiyor, sağlığımdan memnunum” diyor. Her gün dolaştığından bahsediyor. Bahsediyor ama işte bu dolaşmaların birinde müthiş bir fırtınaya tutulan Chopin, şiddetli bir bronşitle yatağa düşüyor. Bir yandan George Sand’ın hastaya bakmak konusundaki acemiliği, öte yandan oturdukları yerin şehirden uzak olması dolayısıyla yiyecek içecek sağlamakta karşılaştıkları güçlükler, sonra ayrı bir hastabakıcının da bulunamaması, ada halkının kayıtsızlığı gibi nedenler hastalığı bir hayli arttırıyor. Chopin işte bu hastalığı hayatının sonuna kadar üzerinden atamıyor. Hatta Balear adalarının onun hayatına mal olan bronşiti bile o zamanki mizah tonu içinde dostlarından birine anlatan Chopin, kendini tedavi eden 3 doktor hakkında şöyle söylüyor: “Doktorlardan birincisi bana öleceksin dediı, ikincisi ölmeme birkaç gün kaldığını söyledi, üçüncüsü de zaten ölmüşsün dedi.”

           İşte tam bu sıralarda daha feci bir olay da baş göstermişti. Her ikisinin de elinde avucunda beş para kalmamıştı. Artık ne altlarında bir şilte, ne de yemek pişirecek bir tencereleri vardı. Sobaları olmadığı için mangal kullandılar. Bu hal zaten çok hastalanan Chopin’e müthiş bir öksürüğe tutulmasına neden oldu. Ancak bütün bunlara ek olarak sanki ada doktorlarının biraz önce de söylediğim teşhisleri yetmiyormuş gibi, ada halkı da hastalığın bulaşmasından korktukları için onlara hizmet etmekten mümkün olduğunca çekinir olmuşlardı. Hattâ 15 Aralık 1837’de ev sahipleri onları evden attı. Her ikisi de Palma civarındaki yıkık bir manastırın tek pencereli bir odasına sığınmak zorunda kaldılar. Artık George Sand bile dostlarından birine gönderdiği bir mektupta “Chopin’in bitkin bir halde olduğunu ve eskisinden daha çok öksürdüğünü” yazıyor. Ama Chopin tam bu sıralarda Palma manastırında bitkin bir hale geldiği sıralarda sırf demir iradesinin verdiği çabayla en önemli eserlerini besteliyordu. Ancak bu arada başka olaylar da Chopin’i sürekli olarak hırpalıyordu.

           Manastırın koyu bir sessizlik içinde uyuduğu bir geceydi. George Sand’ın da anlattığı gibi, siyah elbiseler giymiş, boynuzlu ve kızıl yüzlü şeytanlarla korkunç cinler ve periler müthiş bir gürültüyle ansızın manastırı bastılar. Dehşetli bir korku içinde uyanıp bu olaya tanık olan Chopin, bu sefer artık asabını da kaybetmiş, o günden itibaren Parma manastırını cinlerin perilerin kaynaştığı bir yer olarak görmeye ve sık sık acı buhranlara tutulmaya başlamıştı. Oysa, sayın dinleyenlerim, bu olay ada halkının yılda bir defa kıyafet değiştirerek yaptıkları bir eğlenceden başka bir şey değildi. Chopin bu olayın yarattığı asabi buhrandan yavaş yavaş kendini kurtarabildi, ama adada geçen eziyetli hayat George Sand’ı bile bezdirmiş olacak ki bu sağlam iradeli kadın, çok sevdiği Chopin’i bile bazen bütün gün yalnız bırakarak adada uzun gezmeler yapıyor, genç arkadaşının beslenmesini bile ihmal ediyordu.

           Yine bir akşamdı. Uzun bir gezmeden dönen George Sand, Chopin’i beti benzi solmuş bir halde piyanonun başında buldu. Ve onu tanıyıncaya kadar da birkaç dakika geçti. İşte müzisyenler için olduğu kadar doktorlar için de önemli olan bu olay, piyano edebiyatına Chopin’in en güzel Prelüde’lerinden birkaçını daha kazandırmış ve o gün manastırda yapayalnız kalmış olan sanatçıya en elim ânında bile sanatıyla baş başa bırakmıştı. Nihayet Chopin’in sağlığı bir türlü düzelemediği için George Sand onu tekrar Paris’e götürmeye karar verdi. Bu sefer de ada halkı hastalık bulaşır korkusuyla onu gemiye kadar olsun taşımaktan çekindiler. Binbir güçlükle gemiye götürülebilen sanatçı ilk defa olarak Palma’da çok miktarda kan kaybetmişti. Buna benzer ikinci bir olay da Barcelona’da oldu. Chopin Marsilya’da bir müddet daha oturup kendin tedavi ettirmek zorunda kaldı.

           Ancak, sayın dinleyenlerim, Chopin bu feci durumdan da az zamanda yakasını kurtarmayı başarmıştı, Sağlığında belirgin bir iyileşme görüldü. Bir yıl sonra iki âşık Cenevre’ye gittiler. Bu şehirde Chopin tanınmış bir doktor tarafından tedavi edildi. Sanatçı önemli eserlerinden bir kısmını, örneğin Si minör Sonat’ını bu şehirde yazdı. Nihayet doktorlar Chopin’in tamamen iyi olduğunu, artık Paris’e dönebileceğini söylediler. Paris’e sevinçle dönen genç sanatçı, bu sefer her zamandan daha büyük bir aşkla mesleğine sarıldı. Hattâ bu sıralarda haddinden fazla ders vermeye de başlamıştı. Chopin çoğu geceler sabaha kadar hem piyano çalıyor, hem de Prelude’lerini besteliyordu. Günün birinde bir öğrencisinin başarısına sevinen Chopin, derhal piyanoya oturmuş ve büyük sanatçı Bach’ın en büyük Prelüt ve Füg’ünden 14’ünü birden çalıvermişti.

           İşte Chopin böylece bütün gün ders vermek ve gecenin bir kısmında da beste yapmak suretiyle verem basilleriyle mücadele ediyordu. Dahası, Chopin en çok bu sıralarda eser yaratma hırsına kapılıyor, gece gündüz eve kapanıp, hiçbir uyarıya kulak asmadan çalışıyor, ağlıyor, odasının içinde oraya buraya dolaşıyor, öfkeyle kendini parçalıyordu. Eğer gerekirse bir tek ölçüyü düzeltmek için o ölçüyü yüzlerce defa tekrar etmekten çekinmiyordu. Sanatçı, bu sıralarda zamanı, hemen hemen günün 18 saatini çalışmaya hasretmekle geçiriyordu. Bu durum elbette verem basillerini memnun ediyordu. Ama George Sand’ın da söylediği gibi Chopin, 1844 yıllında tekrar normal bir hayat sürmeye başlamıştı.

           Ancak çok geçmedi, sanatçı tam 2 yıl sonra kendini yine delice bir çalışmaya verdi. Aynı yıl içinde önemli bir olay da geçmişti. Chopin George Sand’la olan müşterek hayata bir son vermiş ve bu durum hassas sanatçıyı fena halde sarsmıştı. Nihayet feci belirtiler ilk defa olarak 1847 yılında görüldü. Artık bu sefer sanatçı adamakıllı hasta düşmüştü. O kadar ki George Sand’ın kızına bile halinden şikâyet eden Chopin şöyle diyordu: “Sanki boğulacağımı sanıyorum. Başım çok ağrıyor”. Öte yandan genç üstadın artık sağlığı bakımından çökmüş olduğu şu olaydan da anlaşılıyordu: Bir gün bir dost ziyaretinden dönen Chopin, merdivenin ortasında Geoege Sand’la karşılaşıyor. Hayatında önemli izler bırakmış olan bu kadınla bir iki kelime konuştuktan sonra ayrılıyorlar. Chopin kendisini çok sarsmış olan bu olayı bir dostuna şöyle anlatıyor: “Geri dönmeyi çok istedim. Ama merdiven çıkmak benim için o kadar önemli bir işti ki”.

           Sayın dinleyenlerim, Chopin’in sağlık durumu artık çok üzücü bir hale gelmişti. Ancak o, bu haliyle bile kendini sürekli olarak çalışmaya veriyordu. Öğrencileriyle de yeniden meşgul olmaya başlamıştı. Hele 1840 yılı içinde sanatçıda yeniden baş gösteren sağlam bir çalışma enerjisi aynı zamanda Chopin’e Paris’te ender dinlenecek mükemmellikte bir konser verme fırsatını da bahşetmişti. (Bir Chopin eseri çalınır.) Bu başarının verdiği sevinç ve ümitle eski enerjisiyle çalışabileceğini tahmin eden sanatçı, doğru Londra’ya gitmiş, oraya yerleşmiş, hattâ her gün ders vermeye bile başlamıştı. Ancak bu sıralarda tekrar hastalandı, yine de her şeye rağmen Kraliçe Victoria’nın huzurunda verdiği konser Chopin’in ender konserlerinden biri oldu.

           Bu sıralarda genç üstadın sağlık durumu biraz düzelir gibi olmuş, ama bu sefer de parasızlık sanatçıyı ezmeye başlamıştı. Öte yandan o harikulade güzel eserleri sanatçının yalnız geçimine bile yetecek parayı sağlamaktan acizdi. Bu durum karşısında sanatçı yeniden çalışmak zorunda kaldı. Ve İngiltere ile İskoçya’da yaptığı konser turnelerinin birinde artık ümitsiz denilecek derecede hasta düştü. Ama her şeye rağmen İskoçya’da verilen konser başarıyla sonuçlanmıştı. İşkoçya’da biraz dinlendikten sonra nefes darlığını ve baş ağrılarını gidermeyi başaran sanatçı, sevdiği vatanı Polonya yararına konser vermek üzere tekrar Londra’ya dönmüştü.

           Her an ölümün eşiğinde akıp giden bu derece değişik, bu derece canlı bir çalışma, bu demir iradeli insanı artık yıkmaya azmetmiş olacak ki, perişan bir halde tekrar Paris’e dönen sanatçı, hayatının sonunun yaklaştığını kendisi de anlamış ve artık ders veremez bir hale gelmiş, hattâ eser yaratma arzu ve iradesini bile kaybetmişti. Hele parasızlık bu feci hastalığı gün geçtikçe daha kötü bir duruma sokuyordu. Bununla beraber özsaygısını hayatının her ânında korumuş olan Chopin, dostları tarafından yardım kastiyle gönderilen paraları her seferinde reddediyor, her yardımdan kaçıyordu.

           Güneşli bir Haziran günüydü. Çok sevdiği kız kardeşiyle dertleşmek isteyen bedbaht sanatçı, eline kalemi aldı ve sonsuz bir kederle kardeşine yazdığı mektuba şu satırları da karaladı: “...İmkân bulursan gel... hastayım”.

           Sayın dinleyenlerim, bütün bu incelediğimiz durumlar da gösteriyor ki nahif bünyeli bir insan olmakla beraber irsî bir vereme müptela olmayan Chopin, Doktor Keith’in söylediği gibi sırf insan kudreti dışında bir çalışma, bir didinme yüzünden basit bir boğaz iltihabının tehlikeli bir hastalığa dönmesine neden olmuştu. Nitekim biraz evvel de bahsedilen mektuptan tam 6 ay sonra sanatçı artık konuşamaz bir hale gelmiş ve etrafındakilerle ancak işaretlerle anlaşabilmişti. Bu durumda onu 3 doktor birden tedavi ediyordu.

           Sayın dinleyenlerim, Chopin gerçi yoksuldu, ama öte yandan da uluslar arası tanınmış bir şahsiyet olduğu için, dönemin tanınmış doktorları bu ünlü kişiyi her türlü maddi menfaatten uzak bir sevgiyle tedavi konusunda âdeta rekabete girişmişlerdi. Nitekim aynı doktorlar uzun bir konsültasyondan sonra artık güney Fransa’da yapılacak bir hava değişikliğinin bile sanatçı için yararlı olamayacağı sonucuna varmışlardı. 1849 yılının sonlarına yaklaşılmıştı. Bu konsültasyondan tam 2 ay sonra Chopin artık oturamayacak bir hale gelmişti. Aynı yılın Ekim ayı içinde sanatçı hayata ebediyyen gözlerini yummuş ve 39 yıl süren bir hayatta bulamadığı sükûna artık ister istemez kavuşmuştu. Hele son aylarında birkaç şarkı söylemek suretiyle Chopin’in hayatının son 24 saatini olsun ona iyi geçirtmeyi arzu eden tanınmış bir opera sanatçısının koşa koşa ta Nice’ten Paris’e ulaşması da çok hazin bir hikâye olmakla beraber, Doktor Keith’in dediği gibi bu hikâye tıp tarihi bakımından maalesef önem verilecek bir olay değildi.

           İşte sayın dinleyenlerim, çok sağlam yapıda bir insan olduğu, hemen her hastalığı hızla bertaraf etmesinden, kendini her sarsıntı sonunda yine eski enerjik işine vermesinden anlaşılan bu büyük adamı, öyle dedikleri gibi mariz bir bünye değil, sağlam bir mücadele, bitmez tükenmez bir yaratma dehası yıkmıştı.