Ankara Radyosu
11 Şubat 1943
“Müzik konuşmaları”
Sayın dinleyenlerim
Bundan tam bir buçuk yüzyıl önce basılmış olan tıp kitaplarından birinde, Orta Avrupa’nın tedavi banyolarından söz edilirken, tanınmış bir banyo şehri için de şöyle denilmekteydi: “...Hayatlarının yarısını boş yere çare peşinde koşmakla geçirmiş olan, tedavi sanatının başvurulmadık hiçbir tarafını bırakmamış olan hastalar, bu şehirde iyileştiler. Eğer bir banyo şehri tavsiye etmek gerekiyorsa, ayağından şikâyet edenler burada doğru dürüst yürüdükleri için, kulakları hiç işitmeyen insanlar burada tekrar işittikleri için, gözleri görmeyenler burada tekrar gördükleri için, yalnız bu şehir tavsiye edilebilir. Hem de gözle görülür dertlere, her türlü vücut arızalarına karşı bu şehir tasavvur edilemeyecek kadar büyük mucizeler de yaratmış bir şehirdir.”
Yine aynı kitabın bir başka yerinde kitabı yazan doktor şöyle demektedir: “...Yalnız vücude hareket veren dış organlarımızın değil, faaliyetten geri kalmış duyu organlarımızın da burada iyileştiğine, mesela tam sağırlığın da burada tamamen geçtiğine tanık oldum...”.
İşte sayın dinleyenlerim, bu akşamki görüşmemizin kahramanı olan sanat büyüğü acaba hangi sanatçı olmalıdır ki işitme duyusunu tamamen kaybettiği için her çareye başvurduktan sonra bir de bu çareye başvurarak bu şehre gelmiş olsun? Ve ölümünden sonra satılan eşyaları arasından söz konusu olan tıp kitabı meydana çıkmış olsun. Bu takdirde hepimizin hiç düşünmeden bulduğumuz gibi, bu hasta, bu acılı sanatçı, Beethoven’den başka kim olabilirdi? Talihin arka arkaya gelen darbelerine insanüstü bir güçle karşı koyan bu sanatçı, hayatında hiçbir vakit bulamadığı şifayı bulurum umuduyla iki kez bu şehre, yani o zamanki Avusturya İmparatorluğu’nun Bohemya’daki önemli bir tedavi şehri olan Teplitz’e gelmişti. Hattâ bu büyük üstat, 1811 yılında arkadaşı Kont Brunswick’e bu seyahat hakkında yazdığı mektubun bir yerinde de şöyle diyordu: “Sana şu kadar söyleyeyim ki doktorumun tavsiyesiyle tam iki ay Teplitz’de kalmak zorundayım...”.
İşitme duyusunu tamamen kaybetmiş bir müzik dâhisinin ümitle atıldığı bu zorunlu yolculuk, nihayet 1811 yılının Temmuz ayında başlayabilmiş, sanatçı 2 Ağustosta Teplitz’e ayak basabilmişti. Beethoven bu güzel şehirde “Harfe” oteline yerleşti. Mümkün olduğu kadar insanlara az rastlarım ümidiyle çok kere geç vakit yemeğini “Mavi Yıldız” misafirhanesinde yedi. Öyle anları oldu ki bu üzücü anlarda sanatçı yalnız kendi iç âlemiyle uzun süre baş başa kaldıktan sonra, şehrin içinde ve dışında saatlerce süren gezmeler yaptı. Kısacası Beethoven mümkün olduğu kadar yalnız kalmak konusunda aldığı önlemleri bu şehirde eksiksiz uygulamayı başarıyordu.
Ancak insan, hem de Beethoven gibi, farkında bile olmadan kendini yalnız insanların arasında mutlu hisseden biri, nasıl olur da toplumdan bu derece nefret eder, insanoğluyla karşılaşmamak konusunda bu derece kesin kararlar verebilirdi? Hayır, bütün bunlar bu büyük adamın yine farkında olmadan aldığı geçici önlemlerden başka bir şey değildi. O, ister istemez insana koşmak zorundaydı. Hem de işitme duyusunu tamamen kaybettiği için insana elini uzatmak, insanın gözünün içine bakmak, insan sevgisini yalnız gözüyle, eliyle tatmak zorundaydı. Hem 9. Senfoni, bu büyük sevginin ortaya çıkması değil miydi?
İşte sayın dinleyenlerim, millet, memleket ve insanlık sevgisinin en sıcak heyecanını kalbinde taşıyan bu sanat büyüğü, hayatının hemen her safhasında insandan kaçar gibi görünüyordu, ama aslında insana büsbütün yaklaşıyordu. Nitekim sanatçı 1802 yılında gittikçe ağırlaşmaya yüz tutmuş olan kulak hastalığının verdiği acıyla artık öleceğine inanıyor ve Viyana civarındaki Heiligenstadt kasabasında her iki kardeşi Johann ve Karl’a yazdığı ünlü vasiyetnameye şöyle başlıyordu: “Ey beni kendilerine düşman bilen, inatçı veya haşin tanıyan insanlar, bana karşı ne kadar haksızlık ediyorsunuz. Size böyle görünen bu hallerin gizli sebeplerini bilemiyorsunuz. Kalbim ve ruhum çocukluğumdan beri iyilik duygularıyla doluydu. Önemli işer görmeyi ben de arzu ediyorum. Fakat unutmayın ki altı senedir müthiş bir felâketin kurbanıyım. Durumum insafsız doktorlar elinde büsbütün vahimleşti. Senelerce iyi olurum ümidiyle aldatıldım. Nihayet devamlı bir hastalık olduğu anlaşılınca, mizacen ateşli ve canlı bir insan olarak yaratılmış bulunmama ve toplumun neşesi yolunda uzman olmama rağmen, kendimi vaktinden evvel tecrit edip hayatımı yalnız sürüklemeye mecbur kaldım...”.
Görülüyor ki o sıralarda henüz 32 yaşlarında olan Beethoven’in öleceğini sanarak yazdığı bu vasiyetname bile, sırf ona karşı yapılan haksız ithamlara bir cevaptı. Beethoven bütün sertliğine, bütün haşinliğine rağmen topluma herhangi bir şekilde sokulma imkânlarını her zaman arayan bir insandı. Hele birçok sanat büyüklerinde olduğu gibi günün birinde onu da sarsmış olan gönül sızıları, gönül heyecanları, bütün arzusuna rağmen sanatçıya mutlu bir yuva kurma imkânını bir türlü verememişti. Hayatının sonuna kadar vakit vakit aradığı hayat arkadaşını artık bulduğuna inanan sanatçı her seferinde de hayal kırıklığına uğradı. Kafasında taşıdığı planlarla hayat yoluna tek başına ayak basan Beethoven, bu çetin yolu yine tek başına bitirmek zorunda kaldı.
Sayın dinleyenlerim, Beethoven her işinde olduğu gibi gönül işlerinde de çok titizdi. Büyük sanatçı kalben bağlandığı, kendisine candan hayat yoldaşı olacağına kani olduğu bir ruhu, değerli bir mücevheri kaçırır gibi herkesten kıskanarak kalbinde saklar, hiç kimseye, hattâ en yakınlarına bile kalbinde yatan aslanın kim olduğunu duyurmaz, ama günün birinde herhangi bir olaya kurban giden bu sevgili de büyük dâhinin öteki bilinmeyen sevgililerinin arasına karışır. Hiç kimse bir şey bilmez, hiç kimse bir şey sezmezdi. Bundan dolayı sanatçının geçirdiği gönül fırtınalarını en yakın dostları ancak sezerlerdi. Ve bütün bu acıların kimin için olduğunu pek az kişi bilirdi. Bunun içindir ki ne bir yazı, ne bir mektup, sanatçının ölümünden bu yana Beethoven’in meşhur “bilinmeyen sevgili”sinin kim olduğunu henüz meydana koyabilmiş değildir. Bununla beraber üzerinde durulabilecek bazı yazılar ve mektuplar da yok değildir, ama bütün bu yazılardan kesin bir sonuç çıkarmaya da hemen hemen imkân yok gibidir.
Şimdiye kadar yapılan bütün incelemelerden öyle anlaşılıyor ki sanatçının yalnızlığına kısmen neden olan bir başka konu da Beethoven’in şahsen müşkülpesent yaratılmış bir insan olmasıdır. Bakınız sanatçı, günün birinde şair Bettina Brentano’ya ne diyor: “Dünyada binlerce insan vardır ki aşk uğrunda evlenir, ama gerçek aşk bunların ancak binde birinde kendini gösterir.” Sayın dinleyenlerim, bu yazıdan da anlaşılıyor ki hayatı boyunca aşka bağlılıkları üzerinde kesin bir karar verememiş olan Beethoven, bütün bu işlerde belki de gereğinden fazla bir tereddüde kendini kurban etmiştir.
Sanatçının çok ateşli, çok canlı geçen hayatında, onun temiz duygularını ebediyyen sarsan, onu hayatı bakımından bir sürü felâkete sürükleyen olaylar da yok değildi. Acaba sanatçının 1812 yılının Temmuzunda Teplitz şehrinde eliyle yazdığı, üzerine yine kendi eliyle “Ölmez sevgiliye” ibaresini koyduğu o meşhur üç bölümlü mektup hangi ölmeyecek olan sevgilinindi? Hangi bilinmeyen sevgiliye yazılmış bir mektuptu?
Yaratma hayatını 3 devreye ayırdığımız Beethoven, 1802 yılından 1812’ye kadar süren ikinci yaratma devresi içinde birçok olaylara tanık olmuştu. Gönül acıları, sanatta devrim heyecanı, siyasi buhranlar, Napolyon olayları, sonuçsuz kalan evlenme girişimleri hep bu ikinci dönemin önemli olaylarından sayılır. Ama şurası muhakkaktı ki, Beethoven’i her seferinde biraz daha sarsan, biraz daha titreten bütün bu olaylar, sanatçıyla eserini alabildiğine birbirine bağlıyordu.
İşte 3. Senfoni ile başlayan bu sarsıntı dönemi içinde sanatçının çok titiz geçen hayatına Magdalena Willman, Kontes Theresa Brunswick, Kontes Guilia Guicciardi, Kontes Erdödy, şarkıcı Amalie Sebald, şair Bettine Brentano gibi tanınmış kadınlar karıştı. Ölmez sevgiliye yazılan meşhur 3 bölümlü mektup da yine bu dönemin sonunda kaleme alınmıştı. Acaba bu ölmeyecek olan sevgili, yukarıda adı geçen kadınlardan biri miydi? Yoksa bütün bu isimlere bugüne kadar keşfedilemeyen bir başka ismi de mi katmak gerekiyordu?
Gerçi Beethoven’in bu tanınmış kadınlarla olan ilişki derecesi az çok biliniyordu. Hattâ sanatçıya hiçbir vakit yüz kızartmayacak olan bu temiz ilişkilerden biri, reddedilen bir evlenme teklifiyle de sonuçlanmıştı. Ama bu olaylar Beethoven’in ancak ölümünden sonra metrukatı arasında bulunan üç bölümlü mektubun hangi sevgiliye yazılmış olduğunu meydana çıkaracak kadar açık olaylar değildi. Örneğin büyük sanatçı, 1800 yılına doğru yakın ilişki içinde bulunduğu Kontes Brunswick’e ruhen çok bağlanmıştı. Bu kadının Beethoven’i sarsan kadınlardan biri olduğu biliyordu. Acaba ölmeyen sevgili bu kadın mıydı?
Sonra Beethoven 1800 yılını izleyen yıllarda Kontes Juietta Cuicciardi’ye bağlanmıştı. Bu güzel kız 1800 yılında henüz 17 yaşında bulunuyordu. Beethoven’den 3 yıl piyano dersi alan bu kız da kendini ruhen büyük sanatçıya bağlı hissediyordu. Hattâ Kontes Cuicciardi, bir arkadaşına yazdığı mektupta büyük sanatçının kendisine nasıl ders verdiğini anlatırken, “Beethoven’in kendi eserlerini çaldırdığını, bu eserlerin çalınışında en doğru ifade tarzına da ulaşılıncaya kadar sanatçının en ufak ayrıntıya kadar uğraştığını, bu arada üstadın tasavvur edilemeyecek derecede sert hareket ettiğini, bütün bu çalışmalarda en ufak yanlışlığa en büyük bir öfkeyle karşılık verdiğini, bazı kereler notaları kaldırıp yere fırlattığını, hattâ bazen hırsından notaları parçaladığını, o sıralarda çok muhtaç olmasına rağmen derslerinden para da almadığını...” söylemektedir.
İşte sayın dinleyenlerim, Beethoven hepinizin severek dinlediğiniz “Ayışığı” piyano sonatını 1802 yılında bu genç kontese ithaf ediyor. Sanatçının arkadaşı Wegeler’e her zaman “büyülü kız” diye tanımladığı Kontes Cuicciardi, günün birinde Beethoven’e evlenme arzusunu ihsas ediyor, ama kontesin ailesi Beethoven’i küçümsüyor Kontes, 1803’te Kont Gellanberg ile evlenmek zorunda kalıyor. Ve bu büyük sevgi, sanatçının o zamanki hal tercümesi demek olan “Ayışığı” sonatıyla kapanıyor. (Burada plaktan bu sonat dinletilir.)
Görülüyor ki, sayın dinleyenlerim, büyük sanatçının Kontes Cuicciardi’ye olan bağını bize en iyi şekilde gösteren bu eşsiz eser ne temiz bir sevginin ifadeiı. Acaba ölmeyen sevgili bu genç kız mıydı?
Bu acı hatıradan sonra geçen 5 uzun yıl, bizi Beethoven’in hayatında Kontes Erdödy ile karşılaştırmaktadır. Beethoven, bu süre içinde Erdödy’lerle çok yakın bir dostluk kurmuştu. O zaman 23 yaşında olan Kontes, hasta olmasına rağmen çok güzel piyano çalıyordu. Sanatçının kendisine ithaf ettiği Re majör Triso’su, bu hassas kadını büyük dâhiye sımsıkı bağlamıştı. O sıralarda Beethoven Erdödy ailesiyle bir arada oturuyordu. Bu beraberlik bazı can sıkıcı olaylara yol açmıştı. Arada ufak bir dargınlık oldu. Sonra yine barıştılar. Ancak Beethoven kendisine başka bir ev bulup Erdödy’lerden ayrıldı. İşte bu ilişki de dâhinin hayatında karanlık bir nokta olarak kaldı. Aradan 10 yıllar geçti. Beethoven öldü; herkes acaba ölmeyen sevgili Kontes Erdödy miydi? diye düşündü durdu ama bu bilmece de bugüne kadar bir türlü çözülemedi.
Sayın dinleyenlerim, Beethoven bu olaydan 2 yıl sonra bedenen çok çökmüştü, ama ruhen bütün tazeliğini, bütün ateşini korur haldeydi. Sanatçı işte bu sıralarda işitme duyusunu büsbütün kaybetti. O sıralarda Goethe’nin yakın dostu ve döneminin tanınmış bir adı olan Matmazel Bettine Brentano, sırf onu tanımak üzere Viyana’ya gelmişti. Brentano, Beethoven’i ayrı ayrı ikamet ettiği 3 evin birinde nihayet bulup meydana çıkardı. Onun dehasına hayran oldu ve Goethe’ye Beethoven hakkında yazdığı mektupta, “Onu görünce seni de, dünyayı da unuttum” diyecek kadar içten bir heyecan gösterdi. Öte yandan bütün bu yılları korkunç bir yalnızlık içinde geçirmekte olan mustarip sanatçı da Bettine’yi şahsen tanımış olmasına çok değer vermiş olacak ki, bu hassas kadına yazdığı mektupta “kendisini toplum denizinin sahile fırlattığı bir balığa” benzetiyor ve “kumlar üzerinde çırpına çırpına ölmek üzereyken kendini tekrar toplum denizine çeken lütufkâr deniz perisinin Bettine olduğunu” söylüyordu. Sanatçı bir süre sonra kendisine çok sevdiği Goethe’yi de şahsen tanıtan Bettine’ye bu mektupta kalben bir bağlılık gösteriyordu.
Sayın dinleyenlerim, şimdi yine kendi kendimize şu soruyu sorabiliriz: Acaba ölmeyen sevgili şair Bettine Brentano muydu? Hayır, muhakkak ki ölmeyen sevgili bu da değildi. O halde dâhinin hayatını biraz daha karıştıralım. Şurasını unutmamalı ki bütün bu olaylar gerçekleşirken, Beethoven hâlâ hayatının ikinci yaratma dönemi içindeydi. Nihayet olaylar, ruhen çok zedelenmiş olan sanatçıyı bu dönemin en son yılı olan 1811 içinde biraz önce bahsettiğimiz tedavi şehri olan Teplitz’e çekip götürdü. Sanatçı, bir yıl sonra bu şehre yaptığı bu ikinci seyahatinde Goethe ile tanıştı. Geçen konuşmalarımın birinde de arz ettiğim gibi, yine bu şehirde Beethoven ile büyük şair arasında bazı anlaşmazlıklar oldu. İşte sanatçı, bu şehirdeki ilk kalışında, dönemin ünlü şarkıcısı Amalie Sebald ile tanıştı. Beethoven, 1811 yılında şair Tiege’ye gönderdiği mektubun bir yerinde şöyle diyordu: “...Amalie hakkında bildiğim bir şey varsa o da şu: Amalie’nin hayatta olmasına rağmen onu daha evvel Teplitz’de tanımamış olduğuma âdeta kızıyorum. İnsanın iyi bir şeyi hemen elde etmesi ve onu yine hızla elden kaçırması kadar feci bir şey yok.” Gerek bu mektuptan gerek Beethoven’in daha sonraları kaleme aldığı yazılardan anlaşılıyor ki, sanatçı Amalie’ye candan bağlanmıştır. Şimdi sayın dinleyenlerim, kendi kendimize yine şu soruyu sorabiliriz: Acaba ölmeyen sevgili Amalie Sebald miydi?
Görülüyor ki bütün bu bağlanma ve ayrılıklarda sanatçı temiz bir arzunun meşru bir şekilde bağlanamayışından sıkıntılıdır. Aile ve yuva onun için moral kurumların en büyüğüdür. Beethoven’in buraya kadar geçen hayatının gönül fırtınaları az çok bilinmektedir, ama Amalie Sebald’ten sonra sanatçının daha başka gönül fırtınaları içinde bocalayıp bocalamadığı henüz bilinmemektedir. Yalnız 2. yaratma döneminin son yılı bizi yeni bir gönül olayıyla karşılaştırıyor. Tanıdığı ve kendine yakın bildiği her kadının iffetini ismetini her şeyin üstünde korumayı görev bilen büyük dâhinin ilk Teplitz seyahatinden tam bir yıl sonra, yani 1812 yılı yazında yine doktorlarının tavsiyesiyle tekrar Teplitz’e gittiğini ve oraya ayak basar basmaz 6-7 Temmuz tarihlerinde üzerinde “ölmeyen sevgiliye” ibaresi bulunan o ünlü 3 bölümlük mektubu yazdığını görüyoruz. Beethoven bu mektubu yazıyor, ama her nedense gönderemiyor. Ya da gönderiyor ama bir süre sonra ölmez sevgilisinden bu mektubu yine geri alıyor. Aynı mektup vefatından sonra sanatçının metrukatı arasında meydana çıkıyor. Dâhinin kalbinde mühim bir yer almış olan bu ölmez sevgilinin ismini sanatçı büyük bir titizlikle saklamaktadır.
Sayın dinleyenlerim, bakalım Beethoven’in çok önemli olan bu mektubun 7 Temmuz 1812 sabahında yazdığı üçüncü bölümünde ölmez sevgilisine neler söylüyor: “Şu anda yatağımda, aklım hep sende, ölmez sevgilim. Bütün bu anlarımda acaba dileklerimiz olacak mı? diye kaderi beklerken bazen neşeleniyorum, bazen kederleniyorum. Ben ya hep seninle yaşarım, ya da hiç yaşamam. Evet, senin kollarına atılacağım âna kadar senin yanında kendimi öz yuvamda hissedebileceğim âna kadar, senin ellerinle sardığın ruhumu ruhlar diyarına gönül rahatlığıyla gönderebileceğim âna kadar burada, uzaklarda sürünmeye ahdettim. -Evet maalesef bunun böyle olması lâzım.- Sana olan sadakatimi anladıkça, bütün bu işlere tahammül göstereceğin muhakkak. Hiçbir vakit kalbimde bir başkası yer almayacaktır. Hiçbir vakit -hiçbir vakit- Tanrım, insan bu kadar sevdiği birisinden neden bu kadar uzakta olmalı? Hayatım şu anda da olduğu gibi hep endişe içinde geçiyor. Senin sevgin beni mutlu ettiği kadar bedbaht da ediyor. Hele hayatımın az çok sadeliğe, az çok dengeye muhtaç olduğu bu çağlarda, bu sadeliği, bu dengeyi bulmama imkân var mı? Ruhum, şimdi duyuyorum ki burada her gün bir posta hareket ediyormuş. Onun için mektubu hemen burada keseyim ki bir an evvel eline varsın. İçin rahat olsun, huzur içinde geçmesi gereken bir hayat günün birinde bizi beraber yaşama amacına ulaştıracaktır. İçin rahat olsun, beni sev, bugün ve dün sana ne hasret gözyaşları döktüm. Sana -sana döktüm- hayatım- her şeyim - var ol- ah beni durmadan dinlenmeden sev- sakın seni seven bu sadık kalbi küçümseme. Ebedî senin, ebedî benim, ebedî bizim, L.”.
Sayın dinleyenlerim, diğer iki kısmı da şimdi okuduğum üçüncü kısım gibi önemli olan bu samimi mektup, ifadedeki bütün romantikliğe rağmen, Beethoven’in hayatı boyunca ulaşmayı başaramadığı yuva ve aile hasretini bize açıkça göstermektedir. 57 yıllık ömrünün –bizce bilinen- gönül acılarını sırasıyla anlatmaya çalıştığım bu sanat dâhisinin “ölmez sevgili” olarak tanıdığı insan acaba kimdi? Sanat dünyasının 116 yıldır çözemediği bu sorun belki de hiç çözülemeyeceğine göre, bu ölmeyen sevgiyi şu veya bu isme mal etmeye çalışmaktansa, sayın dinleyenlerimden ölmeyen sevgilinin belirsiz haliyle ayrılmayı tercih ederim.