Ankara Radyosu
28 Kasım 1943, Pazar
Saat 9.45-10.45
Prens Lobkowitz ve Kontes Rasumoffsky’ye ithaf edilmiştir. 22 Kasım 1808 de ilk olarak Viyana’da çalınmıştır.
Sayın dinleyenlerim,
1808 yılına doğruydu. Viyana’da yaşayan büyük bir sanat adamı, her nedense felekten öç almak hevesine kapılmıştı, ama adını hepimizin saygıyla andığımız bu büyük adam, yani Ludwig van Beethoven, insanoğlu için mukadder olan bir sürü felâketi, bir çok acıyı arka arkaya sıraladıktan sonra, bazı insanların yaptığı gibi hayata küsmemişti. Tam tersine, her acı, her felâket onun hayata olan, insanlara olan bağlarını büsbütün güçlendirmişti; ona büsbütün yaşama enerjisi vermişti.
Gerçekten de bu büyük adam, felâket içinde çırpındığı halde mutluluk içinde yüzüyormuşa benziyordu. Kederden yakasını bir an sıyıramadığı halde, sanki neşesine payan yokmuş gibi görünüyordu. Onun içindir ki eserlerinde derin anlamlı bir ıstıraptan vakit vakit yakasını kurtarmayı başaran büyük sanatçı, kendini her an mutluluk ve neşe gibi kavramların biraz daha yakınında sandı. Hattâ bu iki büyük kavram, yani mutluluk ve neşe için ne şarkılar bestelemedi, ne kasideler yazmadı. Fakat ne yazıktır ki hayatının sonuna kadar bu iki kavrama biraz olsun yaklaşamadı.
Hiç şüphe yok ki sayın dinleyenlerim, insanlığın en eski fikir kaynaklarından beslenmiş olan Beethoven gibi bir sanat büyüğünü birçok büyükler gibi insanlığın ortak inançlarından koparıp ayırmaya imkân yoktu. Çünkü yüzyıllar boyunca ağızdan ağza gelen bütün söylentiler insanoğlunu uğursuzluk denilen hurafeye az çok inandırmıştı. Nitekim Beethoven’i de yaşadığı sürece vakit vakit etkisi altına almış olan bu yolda bir hurafe, büyük sanatçıya mezara kadar arkadaşlık etti. Onun trajik ölümünü de yine bu hurafe vaktinden çok önce hazırlamıştı. Hattâ yine bu hurafe, bu büyük adamı vaktinden çok önce dünyadan yüz çevirmek zorunda bırakmıştı. Nitekim insanlığa ilk Tanrı sevgisini, ilk Tanrı korkusunu aşılamış olan eski efsaneler, Herkül gibi bir tanrının bile sırf intikam yüzünden, haset yüzünden mahvolup gittiğini haber veriyordu. Binlerce yıldır uğursuz bilinen haset, intikam, ihtiras gibi şeyler, kahraman Siegfried’i ve onun o feci akıbetini Richard Wagner gibi bir sanat büyüğüne konu yapmak imkânını vermişti.
İşte onun için insanoğlunun çeşitli ahlâki davranışlarını hayatı boyunca kafasında tahlile çalışan Beethoven de, günün birinde Viyana’da çok sevdiği bir ormanda her zamanki gezintilerinden birini yaparken, her zaman seve seve dinlediği kuş sesini kulaklarının yavaş yavaş işitemez bir hale geldiğini hissettiği sıralarda, o güzel kus sesi dâhinin kalp kulağına sanki bir tehditmiş gibi aksetmeye başlamıştı. Sağırlık gibi bir felâketin yarattığı derin bir uğursuzluk havası içine ister istemez düşen büyük dâhi, 5. Senfoni’sinden itibaren talihle, kaderle boğuşmak yolundaki bütün hazırlıklarını tamamlamış bulunuyordu. Gerçekten de 5. Senfoni’yi de böyle bir ruh hali içinde yazmaya başladı.
Onun içindir ki, sayın dinleyenlerim, Beethoven bütün Orta ve Batı Avrupa bestecileri gibi musikiyi insanın felsefi kanılarını açığa vurmaya bir araç olarak kullanıyordu. Onun için de sanatçı, fikirlerini, dertlerini seslerle kavramlaştıran ilk “müzik filozofu”ydu. Öte yandan dâhinin hayatının hemen her safhası mücadeleyle geçmişti. Her felâketi soğukkanlılıkla karşılayan Beethoven, hayatının sonuna kadar her mücadeleden zaferle çıkmıştı. Hattâ “kuvvetli bir iradenin mukadder sanılan en sert akıbetleri bile önlemeye kadir olabileceği kanısı”nı ortaya attı. 3. Senfoni’sinde sırf bir kahramana atfettiği bu büyük gerçeği, 5. Senfoni’sinde bütün bir insanlığı kapsayacak şekilde işlemekten geri kalmadı.
Beethoven döneminin büyükleri de yaratma konusunda ona ilham verdiler. Her şeyden önce cumhuriyetçi fikirlerle dolu olan sanatçı, 3. Senfoni’sini döneminin en demokrat kahramanı olarak tanıdığı Napolyon’a ithaf etmişken, onun günün birinde kendini imparator ilan etmesinden dolayı duyduğu üzüntüyle bu senfoniyi sonradan “meçhul bir kahramana” ithaf etti. 5. Senfoni’sinde ise yine o cumhuriyetçi fikirlerle “insanlığın mücadele zaferini” dile getirdi. Beethoven, Do minör tonunda bestelediği 5. Senfoni’yi dostlarından Prens Lobkowitz ile Kontes Rasumoffsky’ye ithaf etmişti. İlk olarak 1808 yılı Aralık ayının 22. günü Viyana’da çalınan bu senfoni, Beethoven’in 3 safhaya ayrılabilen yaratma dönemlerinin ikincisinde bestelenmiştir. Bu dönem 1803 yılından 1815’e kadar 12 yıl devam etti. Sanatçı bu dönemde 45 yaşını doldurmuş bulunuyordu.
Beethoven, hayatının bu en olgun çağına gelinceye kadar birçok felâketler geçirmişti. Bir müzisyen için en önemli organ olan kulakları da yine bu devrede ağır bir hastalığın ardından büsbütün sağır olmuştu ki, bilhassa bu büyük felâketin de diğer elem, dâhinin mektupları, sonra da başkalarıyla anlaşmayı sağlamak için kullandığı yazışma defterleri de bizlere her zaman doğrulayabilir. İşte bütün bu felâketler, umut ve inancından bir nebze bile feda etmeyen sanatçının felsefi inançlarında ve kanılarında tam bir istikrar yarattı. Zaten sanatçı ikinci yaratma döneminin başlarında “sanatta şahsiyet”, “sanatta istikrar” gibi önemli yetiler de elde etmiş bulunuyordu. Beethoven, ilk defa 3. Senfoni’sinde büyük çağdaşları Haydn ile Mozart’ın etkisinden kurtulmuştu. Daha sonraki senfonisini ve bu arada 5. Senfoni’yi artık kanılarında tamamiyle özgür, tamamiyle bağımsız olan bir Beethoven beslemişti.
Sayın dinleyenlerim, bu yüksek eser tasarıdan gerçeğe dönüşünceye kadar sanatçının ruhunda tam 5 yıl yaşadı. Çok müşkülpesent bir sanat adamı olan Beethoven, hiçbir eserini kafasında iyice olgunlaştırmadan kâğıda dökmezdi. Bunu bize sanatçının karalama defterleri de tamamiyle ispat edebilir.
Beethoven mizacı itibariyle çok ateşli, hattâ tam anlamıyla erkek mizaçlı bir sanatçıydı. Hattâ günün birinde herhangi bir eserini dinlerken ağlayan bir dostuna kızmış, şöyle demişti: “Müzik bir erkeğin ruhuna ateş verir, yoksa rikkat kadına yaraşır”.
Sayın dinleyenlerim, şimdi de 5. Senfoni’nin 4. bölümünü ayrı ayrı kısaca açıklamaya çalışalım. 5. Senfoni’nin hızlı olan 1. bölümü bütün esere hâkim olan şu kısa ama anlamlı sekizlik motifle başlar: (Örnek olarak esas tema: Ta ta ta taaaa!) Nitekim Beethoven kendisi, kafasında yıllarca taşıdığı bu güzel motifi şöyle açıklıyordu: “Kader kapıya böyle vurur”. Diğer taraftan sanatçının eserlerinin hemen hiçbirinde bu derece kudretli bir motife tesadüf etmeye de imkân yoktur. Beethoven bu çok kısa olan motifi klasik senfoni formuna tam bir sadakatle işlemiş, hattâ sanatçı bu kadar kıt bir malzeme ile muazzam bir mimarî vücuda getirmiştir. Bu bölümün genel görünümünü şöyle tanımlayabilir ve açıklayabiliriz:
Müthiş bir mücadele! Zaferden ümit yok, kısa süren tema işlemesinde, mücadeleci bitap bir haldedir. Bu bölümün son cümlesi olan tekrarda bütün şiddetiyle bir hamle daha gösteren mücadeleci, en son kısımda gücünü tamamen kaybetmiştir. (Burada plakların bir kısmı baştan aşağı dinlenir.)
Sayın dinleyenlerim, senfoninin ağır olan ikinci, yani Andante kısmına gelince: Bu bölüm gerek fikir itibariyle, gerek temanın varyasyonuna benzeyen gelişmesiyle birinci bölüme tam bir tezat teşkil etmektedir. Şimdi de bu bölüme esas olan temayı dinleyelim. (Örnek olarak esas tema.)
Sayın dinleyenlerim, burada Beethoven bizlere tam bir güven, tam bir inançla hitap etmektedir. Bu bölümdeki varyasyonlar, esas fikri derin, esrar dolu bir hava içinde işlerler, geliştirirler. Şimdi bu kısmı baştan aşağı dinleyelim. (Plak)
Sayın dinleyenlerim, eserin 3. Bölümü olan Allegro’suna gelince: büsbütün başka bir ruh hali taşıyan bu bölüme âdeta şeytani bir ruh hâkimdir. Burada sanki büyük bir olayın doğurduğu esrar dolu bir titreyişte, öfkeli, anlamlı bir gülüş kendini hissettirir, ancak tema dinleyenlere eserin ilk bölümünü arada sırada hatırlatmakta da gecikmez. Şimdi bu temayı dinleyelim. (Örnek olarak esas tema.)
Burada eserin fikir ve anlam bakımından gelişmesi sanki herhangi bir olayın neden olduğu öfkeyi anlatmaktadır, ancak bu bölüm hiç durmadan derhal 4. bölüme bağlanır. Bu bölümün zafer teması ise dinleyenlere karanlıktan aydınlığa geçişi anlatır. Hattâ bu bölüm sırf zaferi temsil etmektedir. Şimdi bu son iki bölümü dinleyelim. (Plak)
Sayın dinleyenlerim, görülüyor ki sanatkâr 3. kısımdaki şiddeti, hattâ eserdeki karanlık havayı dehşetli bir feveranla eserin son, yani kurtuluş kısmına bağlamıştır. Mücadelemiz zaferle neticelenmiştir. Bu kısma müthiş bir heyecan hakimdir. Burada insanoğlunun sırf irade kudretiyle nelere kadir olacağını anlatmak istemiştir. Bunun bütünü dinleyenlerde bir “zafer marşı” etkisi uyandırır. Nitekim şu küçük hadise bize bu kısmın özelliğini kolayca anlatmaya yeter. 5. senfoninin son kısmını dinleyen Napolyon ordusuna mensup bir Fransız askeri birdenbire heyecanlanmış “İmparator! Yasasın İmparator!” diye haykırarak Napolyon’u ve onun zaferini anladığını ima etmiştir. Eserin çok ağır, çok donuk seyreden ilk 3 kısmının ardından bu 4. kısım bilhassa orkestraya katılan küçük piccolo flütünün de etkisiyle tam bir zafer havası içinde sona ermiştir.
Sayın dinleyenlerim, 5. senfoni dinleyenler üzerinde bir etki oluşturur, hattâ bu eser henüz tanınmaya başladığı zamanlarda Romantizmin üstatlarından büyük Mendelssohn tarafından yaşlı şair Goethe’ye piyanoda çalınırken, devrin en modern sanatı olarak kabul edilen Beethoven müziğine bir türlü alışamayan Goethe elinde olmadan heyecan duymuştur. Hattâ şöyle demiştir: “Pek muazzam bir eser! Çok büyük, çok hiddetli bir eser, insan bu senfoniyi dinlerken adeta evin yıkılacağından korkuyor. Ya bir de bu eseri bir sürü insan hep birden çalarsa neler olmaz!” Bestekâr Hermann Zumpe ise şöyle diyor: “Ben bu muazzam eserde seslerden daha başka şeyler duyuyorum. Bence bu eser üstadın hal tercumesidir. İnsanlar bu senfoniyi diz çökerek, gözlerini göğe dikerek dinlemelidirler. Bu eseri ancak böyle dinlerseniz yükselebilirsiniz.”
Sayın dinleyenlerim, Beethoven devrinin en büyük sanat eleştirmeni olan E.T.A. Hofmann ise 1810 senesinde 5. Senfoni hakkında yaptığı bir tahlile şöyle başlamaktadır: “Önümde üstadın eserlerinin en önemlisi duruyor. Hiçbir bestekâr onun önünde birincilik iddia edemez. Burada sanatkârın anlatmak istediği şeyleri tamamen duymuş hiç kimse onun bu kompozisyonunda alelade muhakeme hudutlarını aşarak duyduklarını bütün ruhuyla anlatmak için sarf ettiği gayreti uluorta tenkit edebilecek bir durumda değildir.”
Hofmann’ın yargısı bu büyük sanat adamının ruh halini şüphesiz en doğru bir şekilde bizlere açmaktadır, bizlere yaklaştırmaktadır.
Sayın dinleyenlerim, Beethoven’in 5. senfonisini mümkün olduğunca özetleyerek, hattâ ünlü eleştirmenlerin bu yoldaki görüşlerini incelemek suretiyle tahlil etmeye çalıştık. Avrupa’nın tanınmış sanat çevrelerinde sık sık dinlenen bu büyük eser insanlara vakit vakit cesaret verecek bir ümit kaynağı olacak kadar kuvvetli bir eserdir.