Cevad Memduh Altar1902-1995
English | Français | Deutsch | Italiano | Español

RADYO

Ankara Radyosu’nda Joseph Haydn Haftası:
1-7 Haziran 1959
Açılış konuşması: 1 Haziran 1959, Pazartesi, Saat: 20.35
(Konuşan: Güzel Sanatlar Umum Müdürü Cevad Memduh Altar)

JOSEPH HAYDN
HAYATI VE ESERLERİ

Ölümünün 150. Dönüm Yılı Münasebetiyle
(1732-1809)

                        Avusturya’nın çok şirin bir köşesi olan Esterhaz kasabası, 1773 senesi Eylülünün birinci günü mühim bir hadiseye şahit olmuştu. Nitekim şehir halkı günlerdir ayakta idi. Bu sakin bölgenin hayatı boyunca bu derece hareketli günler olmamıştı. Yalnız Prens Nikolaus Esterhazi’nin şatosu değil, köyün küçücük meydanından tutun da, bağlara bahçelere, havuzlarla çeşmelere, dükkânlarla evlere, daracık sokaklara, halkın tek eğlence yeri olan birahanelere kadar her yer siliniyor, süpürülüyor, temizlenip süsleniyordu, bayraklar çekiliyor, çelenkler asılıyordu.  Civar köylerden akın eden çoluk çocuk, genç ihtiyar bir sürü meraklı, daha iki üç gün öncesinden kasabayı doldurmuştu. İmparatorluğun Macarlara vatan olan bu kısmının zengin folkloru, halkın dansında, oyununda, rengârenk giyiminde bilhassa göze çarpıyordu. Sachsen-Taschen Dükü Albert ile Arşidüşes Christine bile bir gün evvelinden Esterhaz’a gelmişlerdi. Burada herkes, Marie Therese’i bekliyordu. Bu ziyaret, İmparatoriçenin Esterhaz kasabasını ilk ziyareti olacaktı.

            Marie Therese, 1 Eylül 1773’te Esterhaz şatosuna indi. Bu ziyaretten büyük gurur duyan Prens Nikolaus, o zamana kadar görülmemiş bir şenlik programı hazırlamıştı. Fakat İmparatoriçeyi bu mütevazı kasabaya çeken sebep, ne şenlik, ne tören, ne de başka bir şeydi. Bu dikkate değer kadını oraya, yalnız ve yalnız büyük sanatkâr Joseph Haydn çekip getirmişti.

            Haydn, 77 yıllık ömrünün 30 yılını bu bölgenin iki küçük şehrinde, Eisenstadt ile Esterhaz’da geçirmiş, Prens Esterhazi’lerin saray orkestrası şefliğini yaparken, Viyana Klasikleri ile başlayan senfonik üslûba son ve kati şeklini gene buralarda vermiş, şöhreti gene buralardan bütün dünyaya yayılmıştı. Avusturya İmparatoriçesi Marie Therese, sırf onu görmek, müzik sanatına getirdiği yenilikleri yakından tanımak için onun ayağına gelmişti. Bugün her yerde ölümünün 150. dönüm yılı için anma törenleri tertiplenen Avusturyalı büyük sanatkâr Joseph Haydn, o tarihte henüz 41 yaşına ulaşmıştı. Çalışkan, enerjik ve daha genç yaşlarda musiki sanatında devir yaratacak kadar ileri bir hamle yapan Haydn, Eisenstadt ve Esterhaz gibi iki mütevazı şehri birer sanat merkezi haline getirmiş, dünyanın dikkat nazarını oralara çekmişti. Yoksa Marie Therese’in Haydn’ın ayağına kadar gitmesine hiç imkân var mıydı?

            Aynı gün yemekten sonra, arabalarla Esterhaz sarayının bahçesi gezildi. Ayrıca Marie Therese şerefine eğlenceler tertiplenen Çin Köşkündeki kristal aynalar, avizelerden süzülen ışığı etraf yayıyor ve davetlilerin rengârenk giyimine başka bir revnak katıyordu. Bir aralık Esterhazi Prensliği orkestrasının, Haydn’ın idaresinde ansızın çalmaya başladığı Maria Theresia Senfonisi (GA 48) büyük bir sürpriz oldu. Eser nihayete kadar çalındıktan sonra Haydn, Prens Nikolaus tarafından İmparatoriçeye takdim edildi.

            Ertesi gün büyük bir ziyafet verildi; kukla tiyatrosu seyredildi; akşama parlak bir fener alayı tertip edildi; köylüler millî kıyafetleriyle, çok sevdikleri kraliçelerinin huzurunda oyunlar oynadılar; şenlik gece yarılarına kadar sürdü. Sabahın erken saatlerinde yola çıkan İmparatoriçe, tekrar Viyana’ya, Schönbrunn’daki sarayına döndü.

            Esterhazi kasabasını ziyaret, Marie Therese’in ruhunde unutulmaz hatıralar bırakmıştı. Bunlardan en mühimi, Joseph Haydn’ı tanımanın hatırası idi. Haydn’ın operası, İmparatoriçenin hayalinden bir türlü gitmiyordu. Marie Therese hep şöyle diyordu: “Bundan sonra iyi bir operayı özledim mi, doğru Esterhaz’a giderim”.

            Aradan iki sene geçmiş, bu müddet zarfında opera sanatına büsbütün merak saran Joseph Haydn, kompoze edecek iyi bir mevzu aramaya koyulmuş ve nihayet bu imkânı elde etmişti. “Beklenmedik Tesadüf” (L’incontro improviso) adını taşıyan bu metni, Esterhaz sarayı tenorlarından Karl Frieberth, sırf Haydn için hazırlamıştı. Fakat işin mühim olan tarafı, o tarihlerde Batıya opera mevzuları veren esaslı kaynağın Osmanlı İmparatorluğu olması idi. Ancak o zamana kadar Osmanlı İmparatorluğunun dünyanın üç kıtasında yayılan hakimiyeti nedeniyle Türk dünyası ile ilgili hamaset destanları ve kahramanlık menkıbeleri, opera edebiyatına harikulâde konular vermişti. Hele 18. asır boyunca sahne sanatında Türk motifi, Haendel, Gluck, Haydn, Mozart ve Beethoven çapında üstatlara ilham vermişti. Ne gariptir ki, Mozart gibi bir sanatkârın, Saraydan Kız Kaçırma operasıyla (1782), Türklerin insan sevgisini eserlerine temel yapma yolunda teşebbüse geçmesinden tam yedi yıl önce (1775), Joseph Haydn da aynı motife el koymuştu. Vakıa Mozart, Marie Therese Avusturyasının elde etmeye muvaffak olduğu, Osmanlı İmparatorluğu ile barış ve anlaşma havası içinde, Türk motifli mevzularla daha 1772 yılından beri meşgul olmakta idi. Gene aynı tarihlerde Haydn ile Mozart’ın birbirleriyle âdeta rekabet edercesine Türklere yönelen mevzulara bağlanmaları, bir bakıma Marie Therese gibi büyük bir kadının, kendinden evvelki ve sonraki Avusturya hükümdarlarının çoğunun aksine olarak, Türklerle anlaşma ve iyi geçinme prensibine dayanıyordu.

            Marie Therese’in ziyaretinden tam iki yıl sonra, Esterhaz Prensliği ikinci defa olarak mühim bir ziyarete sahne olmuş, bu sefer Marie Therese’in oğlu Arşidük Ferdinand ile eşi, Erterhaz’a gelmişti. Diğer taraftan İmparatoriçenin ziyaretinden beri büyük çapta sahne eseri yazma merakına kapılan Haydn, Karl Frieberth’in Türklerle ilgili olarak hazırladığı Beklenmedik Tesadüf adlı eserin kompozisyonunu, 28 Ağustos 1775’te bitirmişti. Hattâ Arşidük Ferdinand şerefine tertiplenen şenlik programının en mühim kısmını, bu operanın ilk temsili teşkil ediyordu. Eser aynı gün, büyük bir başarı ile oynandı ve herkesi hayran bıraktı.

            Mozart’ın Saraydan Kız Kaçırma adlı operasına her bakımdan ilham kaynağı olan bu mühim eserin, Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde geçen vakası, şu hikâyeye dayanıyordu: Basra Prensi Ali, Mısır’daki Türk Sultanı’nın gözdesine âşık olur. Uzun ve tehlikeli hadiselerden sonra iki âşık kaçmaya hazırlanır. Halbuki Prens Ali’nin kölesi Osman’ın saflığı yüzünden, kaçma planını bir derviş öğrenir ve Sultan’a haber verir. Her iki sevgili, tam kaçacakları sırada yakalanır. Ölüm muhakkak, tek ümit ise itiraftır. İtaat ve itiraf, Türk Sultanı’nı mütehassis eder. Hattâ Sultan, kötü kalpli dervişin işkence ile öldürülmesini emretmişken, ani bir kararla sevgilileri affedip birbirine verir, dervişi de azat eder.

            Görülüyor ki Haydn’dan da evvel ilk olarak 1764’te meşhur opera kompozitörü Gluck tarafından da opera olarak işlenmiş bulunan aynı mevzu, günün birinde Haydn’a ilham vermiş, nihayet Mozart’ın gene bu mevzua dayanan Saraydan Kız Kaçırma operasına temel olmuştur. Şu farkla ki, kabahatlilerin yakalanması ile ilgili sahneleri, devrin hümanizma idealine uygun olarak, aşk ve hürriyet uğrunda değerlendirme fikri, Mozart’ta daha kuvvetli bir dramatizasyona yol açmıştır. Çünkü Haydn’ın işlediği vakada, Türk Sultanı’nın gözdesini kaçıran Basralı Türk Prensi Ali’dir. Böylelikle Haydn’da bir Türk diğer bir Türkü affetmiştir. Mozart’ın Saraydan Kız Kaçırma operasının ilk metninde ise, bir Türk Paşası olan Selim, gözdesi Constanze’yi kaçıran Hıristiyan Belmonte’nin kendi öz oğlu olduğunun gizlice farkına varır ve onu affeder. Halbuki orijinal opera metninin bu kısmını bizzat değiştiren Mozart, dramatik tesiri sırf insan sevgisi lehine çoğaltmak gayesiyle, Selim Paşa’nın gözdesi Constanze’yi kaçıran Belmonte’yi, Paşanın çok eskiden kaybettiği kendi öz oğlu olmaktan çıkararak, eskiden beri en korkunç düşmanı olan Hıristiyan bir kumandanın oğlu yapar; böyle nazik bir durumda bile tehlikeli rakibinin oğlunu Paşaya affettirir.

            İşte Haydn ile Mozart’ın Türk tesiri altında meydana getirdikleri müşterek motifli bir eserde açıkladıkları müşterek inan: “Sevgi ve feragat”!

            Haydn, Türklerle ilgili olan başka bir eser daha yazmıştı. Nitekim sanatkâr, “Beklenmedik Tesadüf” adlı eserinden yedi yıl önce, Carlo Goldoni’den mülhem olarak kompoze ettiği “Eczacı” adlı komik bir operada da Türklere temas etmişti. Bu eserde, ihtiyar ve pinti bir eczacı, genç kızını istediği erkeğe vermek istemez; derken Türk Paşası kıyafetine giren diğer bir genç, maiyetiyle birlikte eczaneyi satın almak bahanesiyle ortaya çıkar; bu tertip karşısında tir tir titreyen ihtiyar, nihayet kızı vermeye razı olur; işin içyüzü de sonradan meydana çıkar.

            Joseph Haydn, Avusturya İmparatoriçesi Marie Therese’in 40 yıl devam eden feyizli devlet idaresine (1740-1780) 8 yaşından 48 yaşına kadar fasılasız şahit olmuştu. Marie Therese’in maarif ve kültür sahasında meydana getirdiği büyük ölçüdeki kalkınmayı birlikte yaşamış olan Haydn, devrin reform hareketleri arasında, musikiye tek başına istikamet vermiş, hattâ Orta Avrupa sanatında Mozart ile Beethoven’in de katılmasıyla tamamlanan Viyana üslûbunun kurucusu olarak tanınmıştır. Bu arada sanatkâr, senfonik Viyana üslûbuna son ve kati şeklini vermiştir. Oda musikisini de aynı yoldan yenileyen Joseph Haydn’ın bilhassa yaylı sazlar kuvatüoru için meydana getirdiği eserler, müzik sanatında başlı başına bir merhale sayılır. Çok verimli bir sanatkâr olan Joseph Haydn’ın geniş ölçüdeki ibdaları [eserleri] arasında senfonileri, orkestra eserleri, uvertürleri, oda müziği kompozisyonları, az miktarda operaları, müzikli sahne ve Marionette (kukla) tiyatrosu eserleri ile Lied’leri, koroları, kanonları, konser aryaları, piyano kompozisyonları ve bilhassa “Hilkat”  [Yaradılış] ve “Mevsimler” adlı iki mühim oratoryosu, sanatkâra medeniyet tarihinde müstesna bir mevki vermiştir.

            Temiz ruhlu bir insan olan, yakınları tarafından Baba Haydn diye anılan sanatkârın, şahsı ve eserleri hakkındaki görüşleri de mühimdir. Onu en çok üzen şey, zamanında Berlinlilerin sanatına karşı gösterdiği alâkasızlıktı. Nitekim bizzat Haydn’ın Berlinlilerin kayıtsızlığını açıklayan bir mektubunda şu dikkate değer satırlar göze çarpar: “Oda müziği üslûbunda, Berlinliler hariç, bütün milletlerin teveccühünü kazanmak saadetine nail oldum [mutluluğuna eriştim], bunu bütün gazeteler ve bana gönderilen yazılar teyit ediyor; asıl garibime giden şey, hemen bütün işlerinde makul olan Berlinlilerin, eserlerime dair tenkitlerindeki ölçüsüzlükleridir, çünkü haftalık mecmuaların birinde beni göklere çıkarırken, bir diğerinde 60 Klafter (bir ölçü)  yerin dibine sokuyorlar ve bir sebep gösteremiyorlar… Tanrının izniyle, sırası gelince onlara ben cevap vereceğim: Silezyalı orkestra şefi Bay Dittersdorf bundan epeyce zaman evvel bana bir mektup yazmış ve maruz kaldığım ağır muamele karşısında kendimi bizzat müdafaa etmemi rica etmişti, ben de ona, bir kırlangıçla bahar gelmez, hani vaktiyle eserlerimin basitliğini iddia ettikleri zaman da başlarına gelmişti ya, bu sefer de onların ağızlarını tıkayacak tarafsız insanlar elbette bulunur diye cevap vermiştim. Fakat aşikâr olan bir şey var ki o da bunların hemen hepsinin eserlerimi elde etmek için büyük gayret sarf etmeleridir, bu hususu bana İmparatorluğun Berlin Elçisi Baron van Switen, bu geçen kış içinde Viyana’ya geldiği zaman bizzat teyit etmişti; bu kâfi değil mi?”.

            Eserlerinde bütün kalbiyle hayata bağlanan Haydn, hakikatte metafizik bir yolu tercih etmiş, aradığı huzuru başkalarını sevmede ve Tanrı sevgisinde bulmuştur. Nitekim büyük muasırı [çağdaşı] Mozart, Haydn sanatındaki cihanşümul [evrensel] kuruluşu icabı gibi açıklayabilmek için boşuna şu sözleri söylememişti: “Hiç kimsenin şakalaşma, içten sarsma, güldürme ve heyecan verme hassalarına Haydn kadar aynı derece tasarruf etmesine imkân yoktur”.

            Öyle bir zaman gelmişti ki, bugün 150. ölüm yılı anılan Haydn’a karşı bütün dünya kollarını açmıştı. Hattâ Fransa-Avusturya münasebetlerinin Nepoleon muharebeleriyle sarsıldığı bir zamanda bile, Fransa’nın Joseph Haydn’a duyduğu sevgide en ufak bir değişme olmamıştı. 1809 yılında düşman Viyana kapılarına dayanmış, Fransız topçusu şehri dövmeye başlamıştı. Hasta döşeğinde yattığı halde, evini terk etmemekte ısrar eden Haydn’ın hayatı birdenbire endişe uyandırmıştı. Sanatkârın evinin pek yakınında patlayan mermiler, kendisine bakanları hayli telaşa düşürmüştü. Birkaç yıl önce de olduğu gibi, Fransız orduları bu sefer de Viyana’ya girdi. Şehirde hiç kimsenin kalmadığı, sokakların muharebe meydanı manzarası arz ettiği bir sırada, Haydn’ın kapısını çalan bir Fransız hüsar subayı, sanatkârı heyecanla ziyaret etmiş ve ona Hilkat oratoryosunun meşhur bir aryasını okumuştu. İşte bu müzik, Haydn’ın işittiği son müzik oldu: çünkü 31 Mayıs 1809’da, saat bire yirmi kala, Joseph Haydn fani dünyaya gözlerini ebediyen yummuştu.

            77 yıllık bir ömrü idrak eden Joseph Haydn, Osmanlı-Avusturya münasebetlerinin gölge-ışık tezatları arasında vakit vakit memleketimize yönelmiş ve Türkiye’den edindiği intibaları [izlenimleri] sanatında işlemekten büyük bir zevk duymuştu. Bu arada sanatkâr, sırf Türk hayatından mülhem olarak [esinlenerek] 1775 yılında meydana getirdiği “Beklenmedik Tesadüf” adlı operasını, Reich’ın 1740-1775 yılları arasına isabet eden en buhranlı zamanlarında yazmıştı. Gene aynı devre içinde İmparatoriçe Marie Therese, büyük gayret sarf ederek, Osmanlı-Avusturya siyasetini müspet şekilde geliştirmişti. Hattâ Osmanlı tarihçilerine göre, İmparatoriçenin Türklerle yaptığı barışın devamı için gösterdiği büyük alâka, ayrıca “milletinin … muhabbet ve itimadını” kazanmasını mucip olmuştu. İşte Joseph Haydn, Avusturya ile Türkler arasındaki münasebetlerin oldukça feyizli bir safhayı idrak etmek üzere olduğu bir sırada, Türkiye’den mülhem biricik operasını yazmış ve eseri bizzat kendisi en muvaffakiyetli [başarılı] operası olarak vasıflandırmıştır.

            Joseph Haydn gibi memleketimizle ilgilenmiş bir sanatkârın eserlerini ve şahsiyetini, ölümünün 150. dönüm yılında açıklayabilmek maksadı ile Ankara Radyosu’nun hazırladığı Haydn Haftası’nı sayın dinleyicilerimize şu anda açıyoruz; sanatkârın muhtelif sahalardan derlenen bazı mühim eserleri, bu hafta içinde sayın dinleyicilere yakından tanıtılacaktır.

 

(Ankara, 24 Mayıs 1959
Hatay sokak 17B, D2
Yenişehir)