Cevad Memduh Altar1902-1995
English | Français | Deutsch | Italiano | Español

PANEL

Yrd. Doç. Dr. Server ACİM'in konuşması:


         Efendim selamlar, merhabalar, hoş geldiniz, teşekkür ederim bana burada bu sunuyu yapma imkânı tanıyan herkese, düzenleneme kuruluna, Ersin Antep’e, Işın Metin’e, Bilkent Üniversitesi’ne ve tüm kurul üyelerine teşekkür ederim.

         Şimdi ben burada 4 küçük bölümden oluşturdum bu sunumumu. Cevad Memduh Altar’ın “Müzikte neden çokseslilik?” başlığını taşıyan bir çalışması var. Bu makalesi Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu tarafından Atatürk Kültür Merkezi Erdem Dergisi’nde yer alıyor (Cilt II, Sayı 2, Eylül 1986). Bu elimizdeki metin bir ayrı basım, bir off-print (Ankara, Şubat 1987); yani Erdem Dergisi’nde yayınlanmış, ayrı basım olarak da Şubat 1987 de basılmış.

         Şimdi ben bu yazıyı şöyle bir analiz ettiğimde, müzikte neden çokseslilik sorusu yazının başlığı ve yazı en başta -köşede- Atatürk’ümüzün 1934’te söylediği “Bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü, musikide yeni değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir” cümlesiyle başlıyor; ondan sonra müzik sanatında çoksesliliğin ne olduğundan ve tarihsel boyutundan, Avrupa’daki tarihsel boyutundan, sonra bizdeki, Cumhuriyet öncesi çokseslilik çalışmalarından bahsediliyor ve daha sonraki, Cumhuriyet sonrasındaki çalışmalardan bahsediliyor, ama burada bir çokseslilik tanımı var ki ben onu size yavaş yavaş okumak istiyorum, çünkü çoksesliliğin tanımı sanıyorum bu yazının yazıldığı dönemde, bugün aynen medyada sanat kavramının içinin boşaltılması gibi, çokseslilik konusunda bir tartışma, bir çatışma, bir kavram kargaşası yaşanmış olmasından dolayı, çoksesliliğe çok doğru, çok bilimsel bir tanım getirilmiş bu yazıda. Müsaadenizle oradan bir alıntı yapmak istiyorum.

         Şöyle demiş hocamız: “Müzik sanatının çoksesliliği kısa ve sade bir tanımlamaya göre şöyle oluyor” demiş, “çokseslilik, başka başka seslerin teorik uygulamalar ve kompozisyon bilimi doğrultusunda üst üste istif edilmeleriyle elde edilen cümlelerin bir anda ve bir arada seslendirilmelerinin devamı süresince oluşan çoksesli atmosfer ve böylesine bir atmosferin meydana gelmesine imkân tanıyan tınısal dokudur”. Bakın burada kendisi de eleştiriyor zaten: “Bugüne dek bizde gereğince anlaşılamamış olan bu çoksesli doku esere sınırsız bir anlatım gücü ve hayal etme zenginliği kazandırmakta, yani bir bakıma hayatın kendisini çağdaş doğrultuda simgeleştirerek sanata dönüştürmektedir” tanımını yapıyor ki bence bu çokseslilik tanımının en yetkin, en doygun tanımlarından biri olsa gerek diye düşünüyorum.

         Daha sonra yazının ilerleyen kısımlarında bu çoksesliliğin bilimsel oluşumundaki aynı zamanda felsefi boyutunu anlatıyor hocamız ve burada Cumhuriyet’in ilk yıllarında konservatuarların, senfoni orkestralarının, opera ve balelerin, koroların kuruluşunu, oluşumunu anlatıyor, kısaca cumhuriyet sonrası çoksesli müzik bestecilerimizin eserlerinden bahsediliyor. Burada bir detay var: Türk musikisi diye adlandırılan, alışılagelmiş terminolojiye çok daha doğru bulduğum bir tanım getiriyor: “monodik-modal” demiş; “monodik” yani teksesli, “modal” yani makama dayalı. “Türk musikisi alanında vermiş olduğu eşsiz eserlerle klasik musikimizin en üstün örneklerini yaratmış bulunan üstatlarımızdan” diyor, “Abdülkadir Melagi, Hafız Post Itri, Tâbi Mustafa, İsmail Dede, Zekâi Dede gibi, yaşadıkları çağın uzak yakın hiçbir İslam diyarında aynı güç ve nefasette eser verebilmiş hiçbir musikişinasa muhatap olmayan sanat büyüklerimizi ve onları aynı ideal doğrultusunda verdikleri eserlerle izlemiş olanları her zaman saygı ve ilgiyle anmamız, eserlerine titizlikle sahip çıkmamız, bu zengin ve renkli yaratılardan günümüzün çoksesli Türk sanat müziği için esinlenmemiz doğal olduğu kadar millî bir görevdir de” diyor. “Ne var ki sanat ve belgesellik değerleri paha biçilmez derecede yüksek olan bu ecdat eserlerinin yanında  Atatürk Türkiyesi’nin çoksesli Türk sanat müziği eserleri de vardır, varlığını her bakımdan duyurmuştur ve olağanüstü eserlerle kanıtlamıştır” diyor.

         Burada geçmişteki Cumhuriyet öncesi bestecilerin eserlerine çakılıp kalmak yerine Cumhuriyet bestecilerinin bu malzemeyi bir esin kaynağı, bir materyel olarak kullanmaları ve artık bunları aşması gerektiğini söylüyor ve Türk musikisi ses sistemi ya da makamsal müzik sistemi ve Batı müziği ses sistemi arasındaki tartışmaların da artık aşılması gereken tartışmalar olduğunu vurgulayarak devam ediyor; yine filozofik yani felsefeyle dolu müzik estetiğiyle bezenmiş pasajlardan sonra özellikle şuradaki Ata’mızın çok önemli bir sözünü olduğu gibi alarak bu metni analiz etmiş çok güzel bir şekilde, müsaadenizle okuyacağım:  “Güzel sanatların hepsinde ulus gençliğinin ne türlü ilerlemesini istediğinizi biliyorum, bu yapılmaktadır, ancak bunda en ileri götürülmesi
gerekli olan Türk musikisidir. Musiki hayatın neşesi, ruhu, sevinci ve her şeyidir. Yalnız musikinin türü göz önüne alınmaya değer niteliktedir. Hayat musikidir; bizim gerçek musikimiz Anadolu halkından işitilebilir. Bir ulusun yeni değişikliğindeki ölçü, musikideki değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesindedir. Ulusal ince duyguları, düşünceleri anlatan yüksek deyişleri, söyleyişleri toplamak, onları bir gün önce genel son musiki kurallarına göre işlemek gerekir, ancak bu düzeyde Türk ulusal musikisi yükselebilir, evrensel musikide yerini alabilir. Bu bir inkılap hareketidir.”

         Şimdi buradan yola çıkarak Ata’mızın bu sözlerini cümle cümle analiz  eden çok güzel bir metinle karşı karşıyayız. “Açıkça görülüyor ki ulu önderimiz yukarıdaki sözlerinde musiki hayatın neşesidir, ruhu, sevinci ve her şeyidir demekte, monodik-modal musikimizde büyük bir çoğunlukla şairin yalnız kendi dert, acı ve ıstırabına sahne olan lirik duyarlılıkta yetinmiyor, müzik sanatımızla daha başka güzelliklerin de açıklanabileceğine işaret ediyor, anlatım zenginliği bakımından çok daha olgun, çok daha hareketli bir müziğin özlemini çekiyor, yani konçertolar, senfoniler, senfonik şiirler, operalar ve daha neler neler bekliyor” demiş. “Atamız yukarıdaki ilkeler arasında büyük bir önemle yer alan ve ‘bir ulusun yeni değişikliğindeki ölçü, musikide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesindedir’ prensibini içeren o olağanüstü kanısıyla çağdaş doğrultudaki yeni değişikliğin ancak çağdaş bilimin uluslararası ortak tekniğinden esinlenerek kendi çoksesliliğimiz için oluşturulacak yeni bir teknikle mümkün olabileceğine yön vermekte ve yeni değişikliğe özgü ölçünün böyle bir değişikliği başarabilmekten başka bir şey olmayacağına işaret etmektedir” diyor hocamız .

         Burada metinde Ata’mızın söylediği söz, yani ‘güzel sanatların hepsinde ulus gençliğinin ne türlü ilerlemesini istediğinizi biliyorum, bu yapılmaktadır’ derken Atamız güzel sanatların diğer alanlarını musikiden ayırarak söylemiş olabilir, ancak burada ‘en ileri götürülmesi gereken Türk musikisidir’ derken müziğin sadece dert, ıstırap, acı değil, hayatı anlattığını, bir yaşamı temsil ettiğini anlatmış ve burada çok önemli bir ayrıntı var: ‘yalnız musikinin türü, yani kalitesi, niteliği çok önemlidir, ben burada müzikten bahsederken kaliteli, nitelikli bir müzikten bahsediyorum’u vurgulayan bir detay var. Atatürk’ün metinlerinin altında aslında alt, gizli metinler var, bunları Cevad hocamız çok güzel çözümlüyor ve bunlar şahsî olarak, kendi adıma söyleyeyim, benim için çok örnek oluşturan çalışmalar, çünkü meselâ “Bizim gerçek musikimiz Anadolu halkından işitilebilir” tek başına bir cümle değil, bu cümlenin bir öncesi var. Bu Ata’mızın söylediği, oluşturduğu cümleler bir piano, pianíssimo ile başlıyor, bir crescendo var, cümlenin ortasında fortíssimo olan çok önemli, vurucu bir cümle var, sonra descrescendo ile piano’da biten bir melodi gibi bir cümle bu, ben öyle yorumluyorum. Tek başına “Bizim gerçek musikimiz Anadolu halkından işitilebilir”i aldığınız zaman bunun öncesindeki cümleler neydi, bunun sonrasındaki cümleler ne?, bunu bizim nereye oturtmamız gerekir? diye net olarak düşünmemiz gerekiyor, ama Ata’mızın bu crescendo ile başlayıp biraz sonra şunu söylemek istediği için, şu “Anadolu halkından işitilir”i söylemiş, yani “Bir ulusun yeni değişikliğindeki ölçü, musikideki değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesindedir”, yani müzik tekniklerinde besteleme estetiği açısından yeni değişimler oluyor, bunları lütfen iyi algılayalım ve biraz önce söylediği “ulusal  ince duyguları, düşünceleri anlatan yüksek deyişleri, söyleyişleri toplamak, onları bir gün önce genel son musiki kurallarına göre işlemek gerekir” derken bizim Anadolu halkından, yani halk müziğimizin materyalini alıp bunları son armoni kuralları, en son estetik beğeniler, değerler içerisinde çağdaş bir şekilde müziğimizi oluşturalım ve bunu yaptığımız zaman bizim ulusal Türk müziğimiz çok üstün bir yere gelebilir ve evrensel camiada da, ortamda da yerini alacaktır. “Bu bir inkılap hareketidir” diye bitmesi de çok anlamlı, şu anlamda: biliyorsunuz Atatürk ilkeleri içinde “inkılapçılık” diye bir ilke var, bunu ben şöyle anlıyorum, yani devrimlerin sürekliliği, durmaması, bitmemesi, her gün yeni gelişimler, son hareketler ülkenin ihtiyaçları, sanatsal ihtiyaçları ve gerekleri doğrultusunda devrimlerin, -yani devrimler derken yıkıcı değil, ciddi, radikal, ama olumlu anlamdaki değişiklikler- yapılması gerekli, sanatın iyiliği adına, müzik sanatının iyiliği adına, o yüzden “Bu bir inkılap hareketidir” cümlesiyle bitmesi bu sözün sürekliliği olan bir şey, bunu hep sürdürün mesajı var bu alt metinde, bu anlayabilen insan için tabii.

         Çok uzattım kusura bakmayın, bu metin analiz ediliyor ve daha sonra Paul Hindemith’in ve diğer önemli insanların gelip ülkemizde inceleme yapması, önerilerde bulunması ve özellikle Paul Hindemith’in de “Sizin halk müziğinizi çağdaş doğrultuda işlemeniz...” demesi, yani biraz önce Ata’nın söylediği sözleri bir müzikçi daha sonra tasdik ediyor ve “Halk müziğinizi ele alıp bunu çağdaş bir şekilde çoksesli ulusal müziğinizi oluşturmanız en doğru yol olacaktır” diye Paul Hindemith de tekrarlamış. Bu da önemli bir detay. Daha sonraki sayfalarda yine bu sefer çoksesli müziğin felsefi boyutunu, müzik estetiği açısından boyutunu irdeleyen pasajlar var metinde. Burada biraz sonra Öğretmenler Marşı’yla ilgili olarak söylerken de yine hatırlatacağım, ama söyleyeyim, Batı’nın ünlü müzik bilgini ve estetisyeni Dr. Carl Grunsky, “Müzik Estetiği” adlı eserinin bir yerinde kısaca şöyle demektedir: “Şurası kesinlikle bilinmelidir ki armoniden yoksun bir melodi duygu ve amaçtan da yoksun bir melodidir”; yani ‘melodi tek başına değil, melodi ile armoni iç içe olan şeylerdir’ vurgusu da burada çok önemli.

         Burada bir konu daha var: yani işte ülkemizde çoksesli müzik çok yaygın değil falan gibi eleştirilerden kaynaklanan bir şeyin cevabı var burada. Yukarıdaki yorumlara da atıf yaparak yeni paragrafın başında hocamız şöyle bir şey söylemiş: “Buraya kadar açıklanan düşünce, anlayış, kanı, yorum ve yargılar,  hiç şüphe yok ki çağdaş ve çoksesli bir müzik kültürü ile ilgili uğraş ve çalışmaları  ön planda hedef olarak ele almanın felsefesidir ve hiç de zannedilmemelidir ki bu tur müzikler sadece kültürde ve sanatta ileri düzeye erişmiş ülkeler halkının yüzde yüzü tarafından ilgiyle benimsenmektedir”. Öyle zannetmeyin diyor. “Hayır aksine, oldukça ileri bir müzik zevk ve kültürünü gerektiren bu yaratışlar en ileri ülkelerde bile toplumun ancak yüzde 50-60’ını yakından ilgilendirebilir. Kültüre özellikle önem veren yönetimler türlü pedagojik yöntemlerle toplumun ilgisini en doğru ve en değerli müziğe çekebilmenin çabası içindedirler.” Bu da önemli bulduğum vurgulamalardan bir tanesi.

         Daha sonra burada 1985 yılında sevgili Özer hocam ile birlikte “Gençlik Yılı ve Avrupa Müzik Yılı gibi büyük çaptaki uluslararası kültür karşılaşmalarında Almanya’daki Müzik Okulları Birliği ve Avrupa Müzik Federasyonu tarafından hazırlanan olağanüstü nitelikli bir programla 24-26 Mayıs 1985 tarihlerinde Avrupa Gençlik Müzik Festivali’nde bir devlet töreni halinde değerlendirildi ve Türkiye de bu festivale Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nın orkestrasıyla ve dünyanın 6 kadın orkestra şefinden biri olarak tanınmış bulunan Carmen Moren yönetimi altında davetli olarak katıldı” diyor ve burada Özer hocamızın Orkestra Dergisi’nde 147. sayıda yayınlanmış  yazısından bir alıntı yapıyor ki bu orkestrada ben de kontrbas çalıyordum öğrenci olarak, yani bizzat yaşadım bu çok güzel olayı. Burada Nevit Kodallı’nın Telli Turna Süiti çalındı, Chopin’in piyano konçertosu, Çaykovski 5. Senfoni seslendirildi, Berlin ve Münih’te konser verdik. Ferhan Önder solistti.

         Ve “festivalin kapanış günü olan 26 Mayıs pazar günü Olympic Halle’de Almanya Cumhurbaşkanı’nın delegeleri kabul ve kapanış konuşmasından sonra tören 11 orkestra ve 23 koronun söylediği Johann Sebastian Bach’ın tören müziğiyle başladı. Sonra Türkiye’yi temsil eden orkestramız Nevit Kodallı’nın Telli Turna Süiti’ni çaldı ve dakikalarca alkışlandı”. Burada Özer hocamızın yazısından alıntı yapmış. “Görülüyor ki çağdaş bilimin ortak tekniğinden esinlenilerek oluşturulmuş bulunan kendimize özgü bir çokseslilikle yazılan ve uluslararası nitelikli normalize aletlerle çalınan bir eserimiz dünyanın her yerinde heyecan yaratmakta, gerektiğinde yabancı müzikçilerce de aynen uygulanabilmekte ve böylece çağdaş Türk kültürünün yabancı ülkelere gereği gibi tanıtılması imkânında da başarı sağlanmaktadır” diyor.

         Burada tekrar felsefi konulara yönelen birkaç pasajdan sonra ben yazının sonuna gelmek istiyorum. Yazının kapanış kısmında “Ulusal ince duyguları, düşünceleri anlatan yüksek deyişleri, söyleyişleri toplamak, onları bir gün önce genel son musiki kurallarına göre işlemek gerekir diye Ata’mızın bunu buyurmaları, özellikle müzik sanatımızda çağdaş bilimin uluslararası nitelikteki ortak tekniğinden esinlenilerek oluşturulacak ulusal bir çokseslilikten yararlanmanın zorunlu olduğunu daha o tarihlerde gereği gibi vurgulayıp zihinlere yerleştirmek içindir”. Bunun için söylemiş diyor, nitekim Ata’mızın bu uyarıları gerçekleştirilmiş ve 50 yılı aşan bir süreç içinde kıvanç verici sonuçlar elde edilmiştir. “O halde konumuzun müzikte neden çokseslilik sorusunu taşıyan başlığına verilecek kesin cevap şu olacaktır: Müzikte çokseslilik, ulu önderimiz Ata’ya göre ulusumuzun yeni değişikliğinde tek ölçüsü olan müzikte değişimi, yani çoksesliliği Atatürk ilkelerine özgü dinamizmin izinde sürekli olarak geliştirmek içindir” diyerek bitirmiş, yani inkılap hareketlerinin devam etmesi ve gelişmesi çok önemle vurgulanan noktalardan bir tanesi. Şimdi burada bu yazıyı neden yazmış olabilir diye düşündüm. Bu yazıldığı dönemde yaşanan Türk müziği, Batı müziği, çoksesli müzik ve Atatürk ilkelerinin ve devrimlerinin yeniden hatırlatılması gerektiğini hissetmiş olmalıdır diye düşündüm.

         Şimdi ikinci olarak söyleyeceğim şey şu: “Opera Tarihi” adlı o muhteşem 4 ciltlik çalışmasının, o çok güzel eserinin yazılış sebepleri neler olabilir? diye kendime sordum. Yani neden yazmıştır bunu hocamız? Bir kere bu alanda, yazıldığı dönemde, Türkçe kaynak bulunmayışı -Gazimihal’in çalışması da var ama yetersiz olması-, ya da bir katkı sağlamak istemiştir diye düşünüyorum. Artı, opera sanatını sevdirme çabaları olsa gerektir ve operanın en etkili sanat türü olması diye not aldım, yani operanın içinde bale var, tiyatro var, müzik var, insan sesi var, koro var, aşağı yukarı bütün plastik sanatlar, görsel sanatlar, hepsi operanın içerisinde, çok önemli  bir sanat ve çoksesli müziğin gelişmesine, yani gençlerin operayı sevmesine operayı tanıtarak  destek vermek istemesi. Artı, kendisinin de operayı seven bir insan olması, operasever bir yazar olmasından kaynakladığını  düşünüyorum.

         Üçüncü olarak, Öğretmenler Marşı’nı çok seviyorum ben Cevad Memduh hocanın, bu bir. İkincisi çok küçük bir analiz yaptım, Öğretmenler Marşı’nda neler gördüm? Bir kere Alman müzik ekolünden yetişmiş bir insan olarak, yurt dışında aldığı eğitimde oralarda dinlediği Alman operalarının etkisinde olsa gerek, bir Alman müzik ekolü etkisi hissettim. Artı, İtalyan opera müziği etkisi hissettim ki operasever bir yazar olduğu için bu çok normaldir. Özellikle “Aida” operasında trompet soloyla başlayan bir ezgi var. O ezginin başıyla Öğretmenler Marşı’nın ezgisinin başı çok etkileşim içerisinde. Müsaadenizle hemen şuraya geçip bir örnek vereceğim...

(İki ezginin ilk notalarını piyanoda çalıyor.)

         İkincisi, Öğretmenler Marşı’nın ezgisinde, yani armonik olarak “Müzikte neden çokseslilik”te söylediği “şurası kesinlikle bilinmelidir ki armoniden yoksun bir melodi duygu ve amaçtan da yoksun bir melodidir”  felsefesini, bu eseri yazarken de buna ne kadar bağlı olduğunu burada görmek mümkün, çünkü ezgiyi dinlediğinizde bu ezginin içindeki fonksiyonları, dereceleri zaten hissedebiliyorsunuz. Ezgiye baktığımızda ezgi zaten kendiliğinden “benim akorlarım, ait olduğum fonksiyonlar bu” diyor. Bu açıdan söyleyeceklerim bunlar.

         Son olarak, Cevad Memduh hocam yüksek lisansta hocamız olmuştu. Kendisinden Müzik Estetiği dersi almıştık. Cevad Memduh Altar dersini öğrencisinden daha çok çalışan bir öğretmendi. Bize hazırladığı ders notları kendi alanındaki yegâne örnek olma özelliğini taşımaktadır, hattâ bu ders notlarından bir kitap bile çıkabilir, bakın yanımda evdeki dolabımdan çıkarttım, bize verdiği ders notlarını bu şekilde klasörlemiştim ve bu yıllardır bende duruyor, hâlâ faydalandığım en önemli kaynaklar olma özelliğini taşıyor. Benim için çok önemli bunlar, şu anda söyleyeceklerim: öğretmen denen kişinin içinin sevgi dolu olması, öğrenciye sevgi ve şefkatle yaklaşılması gerektiğini, ama bu dengenin de bıçak sırtı bir denge olduğunu hocamdan öğrendim. Öğretmenin de aynı zamanda sonsuz öğrenci olması gerektiğini, kendi dilimizi çok iyi bilmemiz ve kullanmamız gerektiğini, sanat ile uğraşan kimsenin aynı zamanda felsefe, psikoloji, pedagoji gibi destek alanlarla da ilişkisi olması gerektiğini, artı, Atatürk’ü nasıl anlamamız gerektiğini Cevad Memduh Altar’dan öğrendim, çünkü derslerde bize bu konuları anlatırken Atatürk ile ilgili anılarını anlatırdı ve bunları anlatırken gözlerinde müthiş bir parlama olurdu ve o dönemlere, o günlere geri dönerdi, o günleri tekrar yaşardı bize anlatırken. Bu yüzden Atatürk’ü doğru anlamak konusunda ondan çok şey öğrendim ve bu yüzden bugün bazı ortamlarda yaşanan ve Atatürk’ün ülkemizi daha çağdaş bir toplum haline getirmek için kurduğu bazı kurumların yıpratılışını görmek beni çok daha fazla üzüyor, çünkü bu kurumlar ülkenin çağdaşlaşması adına kuruldu ve Atatürk ilkelerine kendi ülkemizin çok daha iyi bir yere gelmesi için çok daha fazla sahip çıkmamız gerekiyor, sanatçıların buna çok çok çok daha fazla sahip çıkması gerekiyor, ama bu gayretin daha fazla olması gerektiğine inanıyorum, çünkü kritik dönemlerden geçiyoruz. Peki, söyleyeceklerim bunlar. Beni dinlediğiniz için size çok teşekkür ediyorum. Saygılar sunuyorum efendim, teşekkürler.