Cevad Memduh Altar1902-1995
English | Français | Deutsch | Italiano | Español

PANEL

Evin İLYASOĞLU'nun Panel'e gönderdiği yazı


"CEVAD MEMDUH ALTAR'IN ÖĞRETTİKLERİ
Evin İlyasoğlu
Boğaziçi Üniversitesi

       "Cevad Memduh Altar, giderek kabasabalaşan toplumumuzun, örneği tükenen zarif insanıydı. Gencecik bir öğrenciden, sıradan bir besteciye, çiçeği burnunda bir yazardan, ilk kez sahneye çıkan bir soliste kadar, herkesi sevecen bir saygıyla, özel bir coşkuyla kucaklardı. Ona göre herkesin kendini bir aydın olma yolunda eğitmesi ve aydın olmanın da bedelini ödemesi gerekirdi. Her aydın, toplumda bu özelliğin, yani aydın olma ayrıcalığının, sorumluluğunu taşımalıydı. Kendi kültür birikimi kadar yabancı dilleri bilmesi, uluslararası aydınlarla boy ölçüşebilmesi gerekirdi.

       "Cevad Memduh Bey ile her sohbetimizde, keşke hemen teypime uzanıp açıversem, söylediği hiç bir sözü kaçırmasam, telaşını yaşardım. Onun tanıklıklarını irdeleyerek dile getirişi başlı başına bir tarihi yaşamaktı: Bülent Tarcan'ın çocukluğundan, Saygun'un gençliğine; Atatürk'ün sofrasından ilk radyocuların coşkusuna; müziğin eski çağlarından yarınlarına; değişen toplum değerlerinden, değişen kültür-sanat anlayışına, sanat müziğinden pop müziğine kadar neleri konuşmazdınız ki onunla! O yumuşacık ses tonu, karşısındakine, kaç yaşında olursa olsun, gösterdiği saygı, verdiği değer, onun üstün kişiliğinin göstergesiydi.

       "Benim ilk kitabım olan "25 Türk Bestecisi / 25 Turkish Composers"'adlı çalışmama önsöz yazmasını rica ettiğimde, kitabın taslağını eline aldı, önce İçindekiler bölümüne, sonra da Kaynaklar bölümüne baktı. Kitabın Türkçe ve İngilizce oluşunu ve yararlanılan kaynakları büyük övgüyle karşıladı. Bir kitapta kaynak göstermenin önemini anlatırken yalnız yazarın o özel çalışma için yararlandığı kaynaklar değil, o konuda o ülkede çıkmış ne kadar kaynak varsa sıralamanın gerekliliğine dikkatimi çekti. Hatta yabancı dillerde yazılmış benzer yayınlardan seçmeleri de kaynak olarak göstermenin önemine değindi. Yabancı dil öğrenmek için herkesin özendirilmesi gerektiğine inanıyordu. Ayrıca en ufak bir alıntının bile mutlaka kaynak gösterilerek yapılması gereğini yine o gün özel örneklerle anlatmıştı.

       "25 Türk Bestecisi'ne yazdığı önsözde her zamanki inancı doğrultusunda Atatürk Türkiye'sinin aydınlık geleceğine değinmişti: "Bu kitapta, Atatürk'ün de ele aldığı reform ilkelerinin, çoksesli çağdaş Türk sanat müziğinin evrenselleşme çabasıyla ilgili bilançosunu, kendine özgü bir yöntem içinde açıklayabilmek ne güzel şey. İşte bilanço, ulusal kültür ve sanatlarda, çağdaş bilimin ortak tekniğinden yararlanabilmenin, uygar toplumlara neler kazandırabileceğini de bizlere açık seçik gösteriyor". (Pan Yayıncılık, 1989)

       "Cevad Memduh Altar, Osmanlı İmparatorluğundan Cumhuriyet dönemine geçiş yıllarında ilk gençliğini yaşamış; Avrupa'da eğitim gören ilk kuşağın üyelerinden birisi olmuş ve yirminci yüzyılın neredeyse ilk günlerinden son günlerine kadar tanıklığını yapmış bir entellektüeldi. İlk kez radyoda açıklamalı klasik müzik programları hazırlayıp sunması; Musiki Muallim Mektebindeki öğretmenliği, Güzel Sanatlar müdürlüğü, neredeyse ölümüne dek Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı'ndaki Müzik Estetiği dersleri, yayınları ve özellikle dört ciltlik Opera Tarihi ile Türk sanat dünyasına hâlâ yeri doldurulamayan hizmetler vermişti.

       "Bir televizyon programındaki söyleşimizde uluslararası nitelikteki besteciyi şöyle tanımlıyordu: "Uluslararası arenaya eserini verecek bestecinin, mesleğinin gerektirdiği teknik bilgileri çok iyi bileceği gibi, ötesindeki konulara da vakıf olması gerekir. Genel kültür! Besteci opera yazacaksa sanat tarihi bilmelidir. Dekorasyon bilmelidir. Bir dekoratöre havale edilerek iş bitmez. Wagner, "Gesamtkuntswerk" olarak adlandırmış operayı: Bütün sanatların birleşimiyle meydana çıkmış bir ortak birleşim. Resim, heykel, mimari, tümüyle müzik var. Esaslı bir kültür birikimi: Felsefe, dünya tarihi, sanat tarihi, edebiyat, ülkesinin operaya konu olacak anektodları, kendi memleketinin tarihi, dünya tarihi, medeniyet tarihi, tasavvuf, edebiyat... Ayrıca dünyada müzik kültürüne birinci derecede katkıda bulunmuş memleketlerin müziğini de çok iyi tanıması lazım. Uluslararası nitelikte eser verebilmek için, yalnız opera bestecisi için değil, senfonik şiir yazan için de bu geçerlidir. Program, hayalinizde eseri dinlerken gözle görünürmüşçesine biçimlenir. Ne gibi bir konuyu, ne gibi bir kapsam gerektiğini açıklayan bir metindir bu program. Richard Strauss'un eserlerinde besteci, karakteri veya olayı adeta gözle görünür gibi biçimlendirmiştir. Besteci herşeyi ile bir bütün oluşturur. Önce melodi, sonra armoni değil. Evvela o eseri kafasında çok sesli olarak düşünecek, dikey olarak enstrümanları yerine koyacaktır. Şiir de müzikle aynı anda doğar."

       "Onunla yaptığımız söyleşilerde aydın insanın kendisini beslemesi gereken genel kültürün önemi kadar, kuşaktan kuşağa geçen kültür birikiminden de söz etmiştik. Sürekli değişimin kaçınılmazlığına inanıyordu: "Kuşaktan kuşağa geçen kültür birikimi sanatın kaderindeki sürekli değişimdir. Sanat tarihi kültür tarihi olacak ve sürekli yenilenme sürecini öngörecektir. Bu değişimle satürasyon ve sürsatürasyon devri gelir. Sonra sesesyon, tükenmişlik dönemi gelir: Bu, yeni bir dönemin müjdeci ışığıdır. Nitekim Barok satüre olunca Klasik dönem doğmuştur. Onun tükenmesiyle Romantik, ardından çağdaş dünyamızın kapıları açılmış. Bu sürekli değişim-gelişim-kendini tazeleme, sanatın kültürel değişimini gösteren tarihi yazmıştır. Bir noktada durup kalsaydı, tarihe lüzum kalmazdı. İnsanlık tarihi de böyle, teknoloji tarihi de."

       "Bir söyleşide ülkemizde müziğin Halk Müziği, Sanat Müziği, Hafif Müzik, Çoksesli Türk Müziği, Tek sesli Türk müziği, arabesk, v.b. gibi alt başlıklara ayrılmasını irdelemiştik. Altar, bu ayrışmaya karşı çıkıyordu: "Müzik birdir. Dünyanın her yerinde bu böyledir. Bizim geçmişte bir geleneğimiz vardır. Özü, kökü esastır. Ondan esinlenerek geleceğin müziklerini yazarız. Ama kökü birdir. Dünü vardır, yakın geçmişi, bugünü, yarını, yarınları vardır, geleceği gelecekleri vardır. Kökten uzaklaşırsanız geleceğe olan inançlarınızı kaybedersiniz."

       "Cevad Memduh Altar 20. yüzyılı ilk günlerinden neredeyse sonuna dek solumuştu. Dolayısıyla bütün bir çağın tanığı olmuştu. Çağa yön veren nice besteciyi yakından tanımış, yeni akımların doğuşunu kaynağın başındayken izleme şansı bulmuştu. Kendisine bir konuşmamızda, 20. yüzyıl müziğe ne getirdi, diye sorduğumda şu yanıtı almıştım: "Müzikten ne götürdü diye sorsanız, daha doğru olur. Müzikten çok şeyi götürdü. Çünkü savaşlar, yıkıntılar yaşandı. Toplumların çalkalanması, gözü yaşlı bedbaht insanlar; inan'ın çöküşü, zayıflaması. Bütün bunlar sanata yansırken müziğe de karanlık çizgiler getirdi. Gözlerimizi yaşartan, coşturan müzik bitti. Çünkü işlevsel armonide aynı Bach'ın esprisini aramak değil, yeni güzellikler arayıp bulmak gerekiyordu. Bugün konser programlarında hala, yüzde doksan dokuz, fonksiyonel armoni ile yazılmış eserler yer almakta. 21. yüzyılda yeniden melodiye dönüş olmazsa felaket olur!"

       "O sıralarda radyoda çağdaş müzik programları yapan, yurt dışına çıktıkça yeni kuşak bestecilerin kayıtlarını kovalayan ben, doğrusu Cevad Memduh Bey'in bu saptamasına biraz kırılmıştım. "Peki ama, bu çağın müziği bu çağın dilini konuşuyor. Bir yerde yapıcı yönleri de olmalı", şeklinde bir saptamada bulundum. Cevad Memduh Bey, yine o dingin ve sabırlı edasıyla açıklamasını sürdürdü: "J.S. Bach, "İyi Tampereli Klavsen" başlıklı eserinde fonksiyonel armoninin bütün kurallarını ortaya koymuştur. Bu mükemmelliğin üstüne ancak yeni estetik güzellikler eklenebilirdi. Çağımız başındaki bestecilerin amacı işlevsel armoniyi reddetmek değil, yenileştirmekti. Stravinski de Hindemith de temelde bunu güttüler. 12-ton bestecileri bir ekoldü. Ama Webern veya Berg'in elindeki gibi işlenmiyor artık 12-ton yöntemi. Hele 60'lı yıllardan sonra ne çok deneme yapıldı. Elektronik müziğin de çeşitleri var. Müziğe hakaret kabilinden olanı da var. Hatta gürültüyü de müzik saydılar, olmadı. İşte görüyorsunuz konser programlarında hala geleneksel dağarcık! Alois Haba (Necil Kazım'ın hocasıdır) çeyrek ton piyanosu icat etti, hâlâ deniyorlar, yayılamadı Avrupa'ya. Fonksiyonel armoni görünmez bir malzeme olan sesin işlenmesidir. Bu tabiatın yapamayacağı ses değil. Doğanın sana hediye ettiği işlevsel yapıyı yıkma! Çağ başındakiler onun içinde kalamamışlar, yeni boyutlar aramışlar, ama ihanet de etmemişler."

       "Anlamıştım ki, çağ başındaki bestecilerin arayışı Cevad Memduh tarafından kabul görüyor, ama sonrakilerin deneyimleri kabul görmüyordu. Bu, onun yeniliğe kapalı, denemeyi reddeden bir kişi olduğunun göstergesi değildi. Fonksiyonel armoniye öylesine hayrandı ki, çağlar boyu birikmiş bir geleneği bir kaç deneme uğruna gözardı etmeye razı olmuyordu.

       "Cumhuriyet'in ilk günlerini, ilk coşkusunu yaşamıştı. Atatürk'ün müziğe yaklaşımını, geçiş dönemini ve çoksesliliği geliştiren kurumların kuruluşunu yakından izlemişti. Türk müziğinde devrimin gerekliliğini ve çok seslilikle gelen yeni boyutları şöyle anlatıyordu: "Türk sanat müziğinde artık eski üstadların yazdıkları devam etmiyordu. Bu müzikte baştan aşağı bir lirizm hakimdir. Bitti mi bununla müzik? "Ah, vah, ölüyorum.." Dramatik, trajik, mistik, filozofik, teknik, çeşitli öğeler var müziğin içinde. Teknik olarak da yalnız çokseslilik eklemek bir çözüm değildir. Mitolojik, epik, halkın birey olarak birikimini sergileyen müzik yazılmalı. Aslında Türkiye'de bir tek müzik var: Kendi kültür birikimimizin ürettiği müzik. Eğlence müziğinde de bunu görmeye başladık. Mesela Yeni Türkü'nün yaptıklarına hayran oldum. Temelde gelenek oluşmaya başlıyor. Önleyemezsiniz... Nasılsa girecek bir değişime. İşte hafif müzik diye nitelenen, yine temelini makamsal yapıdan alıp geliştiren Yeni Türkü."

       "Sözümü, yine onunla yaptığımız bir televizyon söyleşisinden, onun saptamalarıyla bitirmek istiyorum: "Kültür kendi kendini yenilemelidir. Kültürü yenilemekle görevli olan kişiler kendilerini tazelemekle yükümlüdürler. Kültürel birikimlerini ruhsal birikimlerini zenginleştirmelidirler. Bir memleketin bireyleri kültürel, bilimsel ve duygusal birikimlerini akıl ve ruhsal yaşantılarıyla zenginleştirirler."

Teşekkür ederim."