Cevad Memduh Altar1902-1995
English | Français | Deutsch | Italiano | Español

RADYO

Ankara Radyosu
9 Şubat 1947, Pazar
Saat: 10.00-11.00

NASIL ÇALIŞTILAR?

Tarihin tekrarlarla dolu olması tabii bir şeydir. Uzak ve yakın geçmişte meydana gelmiş öyle olaylar vardır ki, bunları doğuran sebepler çok kere aynı zaruretlere dayanır.

Batıda 19. yüzyıl başlarına rastlayan olaylar -bir bakıma- bugünkü olaylardan farksızdır. Nitekim 1805’te Napolyon orduları Avusturya üzerine yürürken, Viyana çok tehlikeli bir duruma düşmüştü. Napolyon küçük Ren devletlerini himayesi altına aldığı vakit, Prusya da Fransa’ya savaş açtı. 1806 yılında başlayan bu savaş, Napolyon’un Berlin’e girmesiyle sonuçlandı. Bütün bu olayları zamanımız olaylarından ayıran bir tek önemli nokta vardı, o da cephe gerisindeki büyükçe şehirlerde normal hayatın uzun müddet sekteye uğramamış olmasıydı. Hatta bu arada insanlığın sanat alanındaki yaratışları da az çok gelişmeye devam ediyordu. Filozof, olayları iç ve dış görünüşleriyle vasıflandırabiliyordu. Ressam, duyuş ve anlayışını büyük bir tevekkülle tuvale geçirebiliyordu. Müzikçi, yıllardır kafasında taşıdığı problemleri bazen huzur içinde çözebilme imkânlarına malikti. Nitekim büyük üstat Beethoven, 1805-1806 yılları harbinin en önemli bir olayı olan Austerlitz muharebesinin en civcivli ânında, Fidelio operasını Viyana’da ilk olarak sahneye koydu. (Plak: Beethoven, Fidelio (Leonore’nin aryası), soprano: Hilde Konetzni, Şef: Dr. Hans Schmidt, Berlin Devlet Operası orkestrası)

Tam bu sıralarda Napolyon orduları Avusturya’yı,  hatta Viyana’yı işgal etmişti. İngiltere donanmasının, Amiral Nelson idaresinde Trafalgar deniz harbini kazandığı günü takip eden aylarda ise İngiltere’de ilk buharlı gemi icat edildi. Napolyon’un 1806’da Berlin’e girdiği sıralarda, büyük filozof Hegel “Ruhun Fenomenolojisi” adlı eserini tamamlamıştı. Gene aynı yıl içinde Yakın Doğu’da ele geçirilen kitabelerdeki çivi yazısı okundu. Bu arada Beethoven de 4. Senfoni’si ile Fidelio operasının en güzel uvertürlerinden biri olan 3. Leonora uvertürü’nü ve meşhur Keman Konçertosu’nu meydana getirdi. (Plak: Beethoven, Op. 61 Re minör Keman Konçertosu, I. kısım, Viyolonist: Josef Wolfstahl, Şef: Manfred Gurlitt, Berlin Filarmoni Orkestrası)

Görülüyor ki o tarihlerde savaş, cephe gerilerindeki fikir ve sanat hareketlerini aksatacak durumda değildir. Herhalde haberleşme servislerinin çok basit olması da bazı önemli olayların aktüel kıymetine zarar veriyordu. Mesela Beethoven’in 1805-1806 yıllarındaki savaş boyunca kaleme aldığı mektuplar gözden geçirilecek olursa, hayatını yalnız sanatına ve insan sevgisine vermiş olan bu büyük adamın, yanı başında olup biten kanlı olaylardan mektuplarında pek az bahsetmiş olduğu görülür. Beethoven’in yazdığı mektuplar, tarih sırasıyla kitap halinde yayımlanmış olduğuna göre, bunlardan 1805 ve 1806 yıllarında yazılmış olan mektuplar, büyük bestecinin savaş içinde bile sanatıyla baş başa olduğunu, eserlerinin basımcılarıyla baskı işleri üzerinde anlaşmaya çalıştığını açıklamaktadır. Ancak bu mektupların bir iki yerinde zamanın karışıklığından bahsedilmiş, yalnız bir mektupta doğrudan doğruya savaş konusu üzerinde durulmuştur. Hatta Beethoven o sıralarda esasen Fransız orduları tarafından işgal edilmiş olan Viyana’da, devrin hürriyet ruhundan esinlenmiş olarak meydana getirmiş olduğu Fidelio’nun bir an önce sahneye konması işiyle meşguldü. Bundan dolayı Beethoven 1806 tarihli not defterlerinin birine şu satırları yazmaya mecbur kalmıştı: “Kendimi topluluk girdabına kapıp koyuverdiğim gibi, topluluğun bütün engellerine rağmen opera yazabilmem de pekâlâ mümkündür. Sağırlığımın artık sır olacak bir tarafı kalmadı; hatta sanat işlerinde bile.” Anlaşılıyor ki devrin bütün karışıklıkları, onun kafasında taşıdığı sanat problemlerinin en başında gelen Fidelio operasını önleyememişti. (Plak: Beethoven, Coriolan uvertüsü, Londra Senfoni Orkestrası, Şef: Pablo Casals)

Diğer taraftan Beethoven, gene 1805 yılında yazdığı bir mektupta, kıymetli talebesi Ries’in savaşa gitme keyfiyetini şu satırlarla anlatmak istemiştir: “…talebem Ries de bu meşum harp yüzünden omzuna tüfek almak zorunda kaldı. Hatta birkaç güne kadar tanımadığı, bilmediği yerlere gitmek üzere buradan uzaklaşacak”. Büyük sanatçı, 1806 savaşının bütün şiddetiyle devam ettiği sıralarda kaleme aldığı bir mektupta, zamanın olaylarını ancak “Silezya’da olup bitenler” ibaresiyle tanımlamış, gene aynı olayların mektuplaşmaya engel olduğuna işaret etmiştir.

Beethoven, 1806 yılı savaşının Orta Avrupa’yı kasıp kavurduğu bir sırada, Leipzig’deki basımcısı Breitkopf & Härtel’e yazdığı mektupta ise şöyle diyordu: “Bu şartların işinize gelip gelmediğini bana yazınız. Zannedersem hem sizin, hem de benim için en doğru hal şekli bu olacak. Bu husustaki fikrinizi öğrenir öğrenmez size üç keman kuvatüoru, yeni bir piyano konçertosu, yeni bir senfoni, Fidelio operasının partisyonunu ve oratoryomu göndereceğim.” Bu mektuptan da anlaşılıyor ki, 1805’te Viyana, 1806’da da Berlin Napolyon tarafından işgal edilmiş, fakat bu olayların hiçbiri Beethoven’in 4. Senfoni’si gibi büyük çapta bir eserin meydana gelmesine engel olamamıştır.

Beethoven’in 1805 ve 1806 yıllarından sonraki eserleri, hatta en son yaratmalarından biri olan 9. Senfoni’si, Batının korkunç olaylara sahne olduğu sıralarda yazılmıştır. Bilhassa 9. Senfoni, savaş yıllarında edinilen izlenimlerle dolu bir eserdir. Bu büyük senfoni, her şeyden önce sonsuz bir insan sevgisinin açıklanmasına vesile olmuştur. Hatta 9. Senfoni’nin en sonuna, Schiller’in “Neşeye İlahi” adlı şiirini koro için bestelemek suretiyle eklemiş olan sanatçı, insan sevgisini yalnız alet müziği ile değil, aynı zamanda insan sesiyle de açıklamak istemiştir. Richard Wagner gibi bir üstat bile, 9. Senfoni’yi 1846 yılında Dresden’de ilk olarak idare ettiği zaman, eserin her kısmını dinleyenlere izah etmeden geçememiş ve senfoninin bazı yerlerini vakit vakit Faust’tan aldığı mısralarla da karşılaştırmak suretiyle, dinleyeni istediği hayale ulaştırabileceğini sanmıştır.

Richard Wagner’in Beethoven tahlillerine kısaca temas etmek, bundan yüzyıl önceki insan topluluğunun, sanat çalışmalarıyla ne şekilde ilgilendirildiğini açıklaması bakımından önemlidir. Nitekim Wagner, 9. Senfoni’nin yazılıp bitirildiği tarihten 22 yıl sonra Dresden’de yaptığı tahlilde, eserin birinci kısmının içyüzünü kısaca şu cümlelerle anlatmak istemiştir: “Neşeye ulaşmak ülküsü ile didinen bir ruhun, bizleri dünya saadetinden mahrum bırakan düşman kuvvetlerin baskısını önlemek için göze aldığı büyük kavganın bu kısma temel olduğu düşünülebilir… Burada bu derece korkunç bir düşmana karşı asil bir inat ve erkekçe bir meydan okuma gayretiyle de karşılaşmaktayız ki, bu gayret birinci kısmın ortalarına doğru düşman kuvvetiyle açık bir savaşa tutuşur. Bu boğuşma içinde, sanki güçlü kuvvetli iki güreşçiyi görür gibi oluruz. Nihayet birbirini alt edemeyen bu güreşçilerin her ikisi de, zamanla, boğuşmadan vazgeçerler. Bazen varlığını duyduğumuz tek tük parıltılar arasından, adeta bizleri arıyormuşa benzeyen mutluluğun acı dolu bir tatlılık içindeki gülümsemesi de gözümüzden kaçmaz;… Tam bu mutluluğa ulaşacağımız sırada, hilekâr düşman bizi yeniden önler. Bizleri korkunç kanatlarının gölgesiyle örten bu düşman, uzak bir inayete dikilmiş gözlerimizi de bulandırır; bu suretle tekrar karanlık bir düşünceye dalarız; bu düşünce, gene inatla karşı koymaya devamı ve bizden neşeyi çalan bir unsurla boğuşmayı yeniden göze alma kararından başka bir şey değildir. Bu kısmın en sonunda, karanlık ve neşesiz bir havanın gitgide bütün azametiyle genişleyip korkunç bir şekilde dünyayı kapladığı ve dünyadan öç almak istediği anlaşılır; fakat Tanrı dünyayı neşe için yaratmıştır.” (Plak: Beethoven, 9. Senfoni, I. kısım, Şef: Leopold Stokovski, Filadelfiya Senfoni Orkestrası)

9. Senfoni’nin ikinci kısmının da Wagner’e göre kısaca izahına gelince: Wagner bu kısmı da şu cümlelerle açıklamak istemiştir: “Bu kısmın daha ilk ölçülerinde karşılaştığımız ritim, içimizde hemen vahşi bir istek yaratır: Bu istekle yepyeni bir dünyaya gireriz ve bu dünyada bir dalışa, bir mest oluşa doğru sürüklenir gideriz;… Burada … büsbütün başka ve hiç bilmediğimiz bir mutluluğu tutmaya çalışırız. Çünkü biraz evvel gördüğümüz ve bizlere ta uzaktan varlığını duyuran mutluluk, artık tamamen bizden uzaklaşmıştır. Bu kısımda süratle başlayan orta cümle ile, önümüzde maddi bir hevesin, mütevazı bir neşenin yarattığı bir  sevinç sahnesi daha açılıverir; burada sık sık işitilen bir tema oldukça basit bir neşeyi ifade eder gibi görünür. Bu hal, saf ve sade bir neşenin açıklanmasından başka bir şey değildir. Fakat bu derece mahdut bir sevinci, öteden beri aradığımız mutluğu yakalama yolunda yaptığımız yarışın hedefi olarak tanımaya da katlanamayız… Artık hiçbir şeyi göremez oluruz, kendimizi, aradığımız mutluluğa doğru bizi durmaksızın sürükleyen, o yorulmak bilmez içgüdüye terk etmek için, yüzümüzü bu sahneden çeviririz… Fakat gene o ilk mütevazı neşe ile karşılaşırız. Bu sahneyi de gözümüze göründüğü anda süratle iteriz, kendimizden uzaklaştırırız.”

Wagner’in 9. Senfoni için meydana getirdiği bu tahlil de gösteriyor ki, insanlığın bundan yüz yıl önceki politika buhranları arasında meydana getirilmiş olan bu büyük eser, poetik bir teselliden başka bir şey olmamakla beraber, sırf insan sevgisine dayanan bir sanat çalışmasının sonucu olmanın önemini taşımaktadır. (Plak: Beethoven, 9. Senfoni, II. kısım, Şef: Leopold Stokovski, Filadelfiya Senfoni Orkestrası)