Ankara Radyosu
23 Mart 1947, Pazar
Saat: 10.00-11.00
Mozart’ın doğum yılı olan 1756’dan itibaren, Salzburg’lu Mozart ailesinin günlük hayatında dramatik olaylar birbirini kovalamaya başlar ve bunlar, Mozart’ın 1781 yılında 25 yaşına basmasıyla beraber, en son hadde ulaşmış olur; hattâ 1781 yılında baba ile oğul arasında bazı anlaşmazlıklar da baş gösterir.
Mozart’ın babası Leopold, vaktinden evvel olgunlaşmış, pratik zekâlı bir insandı. Bu kişi, 18 yaşında Salzburg Üniversitesine yazılmış, bir müddet sonra müzisyen olmaya karar vererek Salzburg sarayı orkestrasına katılmıştı. Leopold bu orkestrada, önce dördüncü viyolonist olarak işe başlamış, ikinci viyolonistliğe kadar yükselmiş, 38 yaşında Saray Bestecisi unvanını almış, 44 yaşında da orkestranın şef yardımcılığına tayin edilmişti. Otoriter bir kişi olan Leopold, meslek arkadaşlarına kendini saydırabilmişti. Meydana getirdiği eserlerle, küçük Wolfgang’ın doğum yılında yayımlamayı başardığı Keman Metodu, onun mesleğinde de tanınmasını sağladı. Her şeyden önce soğukkanlı bir vazife adamı olan Leopold, bütün işlerinde haksever olma arzusunu açıklamaktan geri kalmazdı.
Diğer taraftan Leopold, mahcup mizaçlı bir insandı. Nitekim gençliğinde Hollanda’da bulunmuş olan Leopold, davetli olduğu bir baloda, tanımadığı bir hanıma fazla iltifat ettiği için, günlerce aynaya bakmaktan bile utanç duyduğundan hatıratında bahsetmektedir. Leopold, bütün bunlara ilave olarak, hiç de yumuşak mizaçlı bir baba değildi. Hele oğlu hakkındaki hükümlerinde, oldukça sert hareket etmekten çekinmezdi. Dönemin belirli bir zümresiyle sınırlı olan Rokoko havasının bütün gereklerine boyun eğen bir otorite olarak tanınmış olan Leopold, bu havanın gerektirdiği etikete olduğu kadar, kiliseye de bağlı kaldı. Fakat her şeye rağmen, açıklanması güç bir iç tezadın meydana getirdiği tepkileri önleyemeyen Leopold, günün birinde ruhen iki ayrı Leopold’e bölündüğünün de farkına varamadı. Bu iki Leopold’den biri, kuvvetli bir ahlakçılık görüşü ile hareket eden Leopold idi; öteki de, kendine özgü moral anlayışın uygulamada doğurduğu üzücü sonuçlar karşısında vakit vakit sarsılan Leopold idi.
Leopold Mozart için hayatta en büyük başarı, “popüler” bir insan olabilmekti. Ona göre, bir sanat adamı, her ne pahasına olursa olsun eserlerinde alabildiğine basit bir duygu seviyesine inebildiği oranda “popüler” olur ve geniş insan kitlelerine hükmedebilirdi. Onun için Leopold, 24 yaşında Paris’te bulunan oğlu genç Mozart’a yazdığı mektupların birinde şöyle diyordu: “Yalnız müzikten anlayanları değil, aynı zamanda müzikten anlamayanları da düşünmeli, -müziği hakikaten anlayan 10 kişiye karşı, müziği anlamayan 100 kişinin mevcut olduğunu sen de bilirsin-. O halde, uzun kulakları da gıdıklaması gereken popüler şeylerin yaratılabileceğini unutma…”. Halbuki genç Mozart, babasından duyduklarının tamamen aksine olarak, sanatta aşırı derecede popüler olmaktan kaçmış ve arzu edilecek derecede popüler olmaya, hayatının en özlü eseri olan Sihirli Flüt operasında ulaşabilmiştir.
(Plak 1: Mozart, Sihirli Flüt operasından Pamina’nın aryası) 4 dakika
Baba ile oğul arasında esaslı bir kıyaslama yapılacak olursa, daha başka farklarla da karşılaşmak mümkündür. Leopold, ihtiraslı, fırsatları kaçırmayan, sayısız araçlardan yerinde faydalanmayı bilen bir insandı. Halbuki asabi, narin ve çekingen yaradılışlı bir çocuk olan Mozart, devamlı olarak sinir buhranları geçirmekteydi. Ancak oğlunun bu halini bilen baba, ileri derecedeki sinir buhranları karşısında bile, o her zamanki terbiye tecrübelerinden vazgeçecek durumda değildi. Meselâ sarayın baş trompetçisi Schachtner’in hatıratı karıştırılacak olursa, baba ile oğlun ilişkilerini açıklayan dikkate değer fıkralarla da karşılaşmak mümkündür. Nitekim Schachtner, bu fıkraların birinde şöyle demektedir: “Wolfgang, tam 10 yaşına gelinceye kadar, elinde olmayan nedenle, bir müzik eseri içinde çalınmayıp, tek başına üflenen trompetten son derece korkardı; hele ona doğru çevrilen bir trompetin, kalbe nişan alınmış dolu bir tabancadan farkı yoktu. Babası onu bu çocukça korkudan kurtarmak istiyordu; ve bir keresinde bana, çocuğun bütün karşı koymasına rağmen, trompetimi ona doğru üflememi emretti, fakat Allahım! ya ben bunu yapsaydım. Daha trompetin sesini işitmeden, Wolfgang’ın beti benzi attı, çocuk yere yığılmak üzereydi, eğer öttürmeye biraz daha devam etseydim, çocuğun bayılıp kaskatı kesileceği muhakkaktı…”. Görülüyor ki, basit bir trompetçi olan Schachtner bile, pedagojiyi bir tür zor kullanma olarak gören babaya göre daha aklı başında bir insandı.
Küçük Wolfgang ile ablası Nanerl’i, o zamanın konforsuz posta arabaları içinde yabancı memleketlere kadar götürmekten zevk alan Leopold, kızıl, kızamık, çiçek türünden çocuk hastalıklarını, bu gibi turnelere engel olmaktan başka rolü olmayan münasebetsiz hastalıklar diye nitelendiriyordu. Bundan dolayı, bu hastalıklardan birini henüz atlatmış olan çocuklarını çok kere önüne katıp, uzun ve yorucu müzik yolculuklarına çıkmakta bir sakınca görmediği gibi, bu tür yolculuklardan haftalarca önce, çocuklarının yaşını biraz daha küçültüp, “Tabiatın bir harikası” ya da “Avrupa’nın ve bütün insanlığın iftihar edebileceği en büyük harika” diye reklam yapmaktan da çekinmezdi.
Leopold Mozart, dönemin bütün aristokrasi çevrelerinde âdet olduğu üzere, oğlunun cinsel eğilimlerini de olgunluk çağlarına kadar baskı altında tutmuş, hattâ genç Mozart’ın güzel Aloysia Weber’e olan sevgisinin en ince safhalarına kadar el uzatmaktan geri kalmamıştır. Öyle ki, babasından aldığı kesin emir üzerine Mannheim’da Aloysia Weber ile olan samimi ilişkisine son verip, birdenbire Paris’e hareket etmek zorunda kalan Wolfgang, hele annesinin esrarlı ölümü karşısında Salzburg’a dönmek cesaretini bile kaybetmişti. Diğer taraftan, onun Paris’te geçen günlerinin, Leopold’e göre tesir şekli büsbütün başka bir manzara gösteriyordu. Bu durumda Leopold için genç Mozart’ın Paris yolculuğu, babası ile ablası Nanerl’e Paris’te iş veya gelir imkânları sağlamak maksadıyla atılmış bir adımdan başka bir şey değildi.
Küçük Mozart’ta çok ufak yaşlarda baş gösteren bazı acayipliklerin, çocukluk şeklinde yorumlanamadığı takdirde, babadan oğla geçmiş olması da düşünülebilir. Meselâ Viyana’da çok küçük yaşlarda İmparatorun huzurunda piyano çalmış olan harika çocuk Mozart, “Amatörler önünde çalmaktan hiç de hoşlanmadığını” söylemiş, ancak İmparatoriçe Maria Theresia’nın piyano hocası Wagenseil’ın “kendi sanatını anlayabileceğini” söyleyerek, bu kişinin salona çağrılmasında ısrar etmiş, Wagenseil çağrıldıktan sonra da notasının yapraklarını onun çevirmesini istemiştir. Sonra bunlar yetmiyormuş gibi, İmparatorun piyano çalışını da beğenmeyen küçük Mozart, boyuna bosuna bakmadan, Kayzer’in piyano çalışıyla açıktan açığa alay etmiştir.
Oğlunun her haline aşırı derecede karışan Leopold’den, başlangıçta Mozart’ın bir hayli çekinmiş olduğu muhakkaktır. Fakat yaşı ilerledikçe, babasının günün birinde huyunu değiştirebilmesi ihtimalinden büsbütün ümidini kesen Mozart, ruhen kurtuluşu ancak hadiselere karşı ilgisiz kalmakta bulmuştu. Ama her şeye rağmen, Mozart’tan faydalanma imkânından mahrum kalıp kalmadığını anlama yolunda arada sırada yapılması gereken tecrübelerden vazgeçemeyen Leopold’ü, oğlunda birdenbire baş gösteren ilgisizlik bir hayli şaşırttı. Hattâ Leopold, 1782 yılında, Barones Waldstätten’e yazdığı bir mektupta, o sıralarda 26 yaşına basan oğlu için, kısaca şöyle diyordu: “Oğlumun esaslı bir hatasını saptamış olsaydım, çok daha rahatlayacaktım; hatası şurada: bazen çok sabırlı, ağır, huzur içinde, bazen de çok mağrur. Hele bütün bunlar bir araya geldi mi, insanın tembel olmaması için sebep yok. Bazen fazla sabırsız, heyecanlı ve neticeyi beklemeye tahammülü yok… ya hep, ya hiç, ikisinin orasından mahrum…”.
(Plak 2: Mozart, Sol-minör Senfoni, I. kısım) 6 dakika
İşin garibi, genç Mozart, babasının bile kolayca keşfedemeyeceği bir yaratış dehasına sahipti. Leopold’ün yukarıda bahsi geçen mektubunda da söylediği gibi sakin ve huzur içinde görünen bir mizacın altında, ne müthiş bir volkanın yanmakta olduğunun kimse farkında değildi. Bu nedenle, genç sanatçıyı büyük ölçüdeki yaratışlara hazırlayan bu volkanın tam o sıralarda birdenbire patlamasıyla meydana gelen yaratmalar (Don Giovanni uvertürünün başındaki re-minör giriş müziği, do-minör piyano fantezisi, sol-minör senfonisi), Mozart’ın ruh durumunu olduğu gibi açıklayan eserlerin en başında geliyordu.
(Plak 3: Mozart, Don Giovanni operası uvertürü) 7 dakika
Diğer taraftan, bütün bu yaratmaların, aynı zamanda Salzburg hükümdarına karşı girişilen savaşın bir zaferi olarak meydana gelmiş oldukları da muhakkaktır. Çünkü Mozart, gene aynı yıl içinde (1781’de) Salzburg hükümdarı Hieronymus Colleredo’nun öteden beri yapmakta olduğu hakarete tahammül edemeyerek, ani bir kararla Salzburg’u terk etmiş, hür bir insan olarak Viyana’ya yerleşmişti. Hattâ Mozart’ın bu derece emin ve devamlı bir görevi birdenbire terk etmesi, babası Leopold’ü büsbütün şaşırttı. Bu suretle, şahsi menfaatinin de bundan zarar göreceğini anlayan Leopold, oğlunu tekrar Salzburg’a dönmeye zorladı; ve ısrarın fayda vermeyeceğini görünce, hükümdar Hieronymus’un tarafına katılmakta sakınca görmedi. Fakat sarayın hakaretine maruz kalmış olan Mozart’a artık hiçbir söz kâr etmedi. İşte bu kritik anlarda mutlaka olağanüstü bir iş başarmak zorunda olduğunu anlayan Mozart’ın, ani kararları arasında, birdenbire evlenme arzusu da baş gösteriverdi. Bu olay, baba ile oğlun arasında, önlenmesi imkânsız bir uçurumun açılmasına da yeterli oldu. Ne çare ki, Mozart, artık tamamen bağımsız bir insan olmaya karar vermiş bulunuyordu.
Mozart, 4 Ağustos 1782’de, Aloysia Weber’in kız kardeşi Constanze ile evlendi. Büyük sanatçı bu tarihten tam bir yıl önce “Saraydan Kız Kaçırma” adlı operasını yazmaya başlamıştı. Bu opera, her şeye rağmen, Mozart yaratmaları için talihin bir cilvesi mahiyetindeydi. Mozart, bu eşsiz eserle, gerçek bir sanat eserinin nasıl yazılması gerektiğini de babasına anlatmış oluyordu. Hattâ 1781-82 yılları, 25-26 yaşlarına ulaşmış olan Mozart için, her bakımdan birer kurtuluş yılı oldu.
Mozart’ı vakit vakit sarsan üzüntüleri, bağımsız bir sanat adamı olma yolunda ileri çağlarda göze aldığı çetin savaşları, bütün bu ideallerin kısmen olsun gerçekleşmesini, sanatçının tam o sıralarda birbiri ardına meydana gelen sahne eserlerinin içerdiği semboller içinde aramak yerinde olur. Onun içindir ki, “Saraydan Kız Kaçırma” operası ile “Don Giovanni” ve “Sihirli Flüt” operaları, her şeyden önce baba-oğul ilişkilerinin birer sanat eseri halinde açıklanmasından başka bir şey değildir. Meselâ “Saraydan Kız Kaçırma” operasının esas kahramanı olan Bassa (Belmonte’nin babası), Mozart’a göre ideal bir baba olduğu kadar, iyiliğin timsalidir de; hattâ hümanite fikirlerinin müjdecisidir. “Don Giovanni” operasındaki Komthur tipi de moral kudretleri simgeleyen insanüstü bir kahramandır. Bütün bu ideallerin “Sihirli Flüt” operasında gerçekleşmesine vesile olan bir başka sembol de sihirbaz Sarastro’nun tipinde vücut bulur.
(Plak 4: Mozart, Saraydan Kız Kaçırma operasından 2 arya) 5 dakika
(Plak 5: Mozart, Sihirli Flüt operasından arya) 3 dakika
Mozart tarihinde göze çarpan baba-oğul ilişkisi, büyük sanatçı için her şeyden önce bir varlık davasıdır. Bu davada, Mozart’ın eski rejimden sıyrılıp, hür bir rejime intikal etmek suretiyle, Beethoven’e de önderlik etmiş olduğu unutulmamalıdır. Bundan dolayı Beethoven, revolüsyon devrinin sanatta en büyük temsilcisi olarak kalmıştır. Görülüyor ki Mozart, bütün yaratmalarında, sonu olmayan bir kanunun, yani hürriyetin temsilcisidir.
Denememizi burada bitirmeden önce, son sözü, bu incelemeyi hazırlarken Mozart hakkındaki özlü yazılarından faydalandığım, tanınmış müzikolog Ernst Decsey’e vermek ve bu bilim adamının şu önemli cümlesini dikkatle gözden geçirmek doğru olacak. Decsey şöyle diyor: “O, babasına karşı göze aldığı çetin, üzücü, asap yıprandıran mücadelede, enerjisi sayesinde olduğu kadar, temiz kalpliliği sayesinde de başarılı olmuş ve böylelikle kendi zaferini, yenilen için anıtlar dikerek süslemiştir”.
(Plak 6: Mozart, Saraydan Kız Kaçırma operası uvertürü) 4 dakika
(Plak 7: Mozart, Don Giovanni operasından 2 arya) 8 dakika