
Ankara Radyosu
4 Mart 1943
27 Ağustos 1945 (tekrar)
Saat: 21.15
Sayın dinleyenlerim mektup deyip geçmeyelim. Zaman oluyor ki hiç kimsenin gözüne ilişmeden bir kitabın yaprakları arasında yıllarca gizlenmiş olan ya da herhangi bir yere sıkışıp kalmış olan bir mektup bir yüzyıl sonra nasıl ele geçiyor? Herhangi bir bilim insanının ya da bir sanatçının hiç bilinmeyen bir yanını nasıl bize aydınlatıveriyor? İnsanların kafasını yıllarca yormuş olan bazı olayların gizli taraflarını birdenbire açığa vuruveriyor. Kısacası yazıldığı anda ne yazanın ne de yazılanın fazla önem verdiği bir mektup parçası zamanı gelince ne zorlukları yenmiyor, ne meseleleri halletmiyor. İşte onun için büyük adamların birçoğunun hayatlarında ya da öldükten sonra peşlerini bırakmayan bazı yazarlar ne yapıp yapıp onların yazılarını, mektuplarını elde etmek için her türlü masrafa, her türlü zahmete katlanmışlardır. Nitekim bazen bu işe özellikle merak sarmış olan bir kişinin elinde herhangi bir tanınmış insanın tarih sırasıyla birbirini izleyen tam bir yazışma dosyası bulunur. Bu türden dosyalar zamanla büsbütün önem kazanırlar. Öyle zaman olur ki özel arşivlerde bulunan mektup koleksiyonları hükümetler tarafından önemli bir parayla satın alınarak resmî arşivlere devredilirler. Ya da bu gibi değerli yazışma dosyaları bazen herhangi bir ailenin malı olarak evlâttan evlâda devrolup gider.
Sayın dinleyenlerim, müzik büyüklerinden bir çoğunun yazışma dosyaları da bugün tanınmış müzelerde özenle saklanmaktadır. Mesela büyük üstat Beethoven’in yazdığı mektuplar yahut kendisine başkalarından gelen mektuplar, hattâ kulakları hiç işitmediği için insanlarla anlaşmasına vasıta olan konuşma defterleri kısmen Viyana Müziksevenler Birliği arşivinde, kısmen Berlin Devlet Bilim Akademisi’nin müzik arşivinde, kısmen de sanatçının kendi basımcısı olan Leipzig’daki ünlü Breitkopf und Härtel basımevi arşivinde saklanmaktadır. 1927 yılında bütün dünyada büyük dahinin ölümünün yüzüncü yılı için törenler düzenlenmişti. Breitkopf und Härtel basımevi de arşivinde bulunan Beethoven mektuplarını kronolojik bir sınıflandırmaya tabi tutarak, o zaman Leipzig’de açılan Beethoven sergisinde eski belediye binasının salonlarında sergiledi. Biz bu sergide sanatçının el yazısını gördük. Burada sanatçının arkadaşı ve kendi eserlerinin basımcısı Breitkopf’a bir dost olarak yahut bir iş adamı olarak yazdığı mektupları gördük. Bu mektupların orijinallerini okuyup sökmek çok güç olduğu için ancak bu yazıların yanı başlarında duran basılı transkripsiyonlarını hayretle okuduk. Büyük üstadın biyografilerinde karşılaştığımız birçok gerçeği, birçok olayı bu mektuplardan öğrendik, ve bu mektuplardan anladık.
Bazen Batının tanınmış sanat adamlarından herhangi birinin yazışmalarının özel bir koleksiyonda veya resmî bir arşivde önemle saklandığı bir anda yahut herhangi bir bilim veya sanat büyüğüne ait bir yazışma dosyasına artık hiçbir mektubun veya hiçbir satırın ilave edilemeyeceğine kesin olarak inanıldığı bir anda, hiç umulmadık bir taraftan ele geçen bir mektup veya bir yazı bu yolda ne müthiş hatalara düşüldüğünü de bizlere anlatmaktadır. Ve bu durum arşiv meraklılarını daha büyük bir özenle yeniden aramalara, yeniden uğraşmalara itmektedir.
İşte sayın dinleyenlerim, tıpkı buna benzer olaylardan biri de bundan birkaç yıl önce gerçekleşti. Günün birinde İtalya’da meydana çıkan bir mektup büyük İtalyan bestecisi Verdi’nin hayatıyla meşgul olan yazarları ve biyografları hayrete düşürdü. Geçen yüzyılın Wagner’den sonra en büyük opera bestecisi olan Verdi’nin hayatı, yaratmaları veya mizacı hakkında artık son sözleri söylediklerine inanan bazı kalem sahipleri bu mektubu görünce düştükleri hatayı anladılar ve üstadın özel hayatı hakkında bilmedikleri daha başka şeyleri de öğrendiler. Bu mektubun 1928 yılında meydana çıkması Batı sanat dünyasında âdeta bir olay oldu.
Sayın dinleyenlerim, 1813 yılında, yani Wagner’in doğduğu yıl dünyaya gelen Verdi’nin Rossini’den sonraki bestecilerin en önemlisi olarak tanınması, hele 1883 yılında Wagner’in ölümünden sonra Verdi’nin dönemin tek sahne üstadı olarak kutlanması bu büyük sanatçıyı haklı olarak18. yüzyılın büyükleri arasına katıyordu. Il Trovatore, Don Carlos, Macbeth, Rigoletto, Maskeli Balo, La Traviata operaları yazılalı bir hayli zaman olmuştu. O âna kadar İtalyan sahne sanatının -hattâ Rossini gibi bir sanat adamı elinde bile- daha çok dış âleme, maddi âleme bakan yaratma havası içinde Verdi’ye bir türlü ısınamamış olan İtalyanlar 1871’de Aida operasının, daha sonraları da Otello operasının en çok ülke dışında yarattığı derin sevgi ve ilgiyle olacak ki ne büyük bir üstat önünde bulunduklarını geç anlamışlar ve ona sımsıkı sarılmışlardı. Bu suretle hayatının ve sanatının olgunluk çağlarına artık çoktan ulaşmış olan Verdi ülke içinde ve dışında alabildiğine yüceltiliyordu. İtalyan sahne sanatının bu ilk büyük üstadını omuzlarında taşıyan İtalyanlar müzik sanatının bu yaşlı dahisini aynı zamanda bir hükümdar mertebesine de yükseltiyorlardı. Zaman oldu ki Verdi İtalyanlar için bir aziz kadar, bir peygamber kadar sevilmeye başlandı. Hattâ tam bu sıralarda imza veya el yazısı toplamaya merakı olanların, onun bir imzasını almak veya bir fotoğrafının altına onun bir iki satırcık yazısını temin etmek için günlerce üstadın peşinden koşanların sayısı da gün geçtikçe artmaya başladı. Bu hal Verdı’yi imza ve yazı toplamaya meraklı olanlara âdeta düşman etmişti. Üstat bunların elinden kurtulmak için bucak bucak kaçıyordu. Hattâ öyle bir zaman geldi ki kimseye görünmemek için gizlice saklandığı en uzak sayfiyelerde bile keşfedildi. Günün birinde şöyle bir olay da geçti: Haftalarca peşinden koşan genç ve güzel bir kadının albümüne Verdi pek de nazik olmayan şu cümleleri yazmak zorunda kalmıştı: “Uslu çocuklar burunlarını karıştırmazlar, yalan söylemezler. Güzel ve iyi kalpli kadınlar da ihtiyar, içi sıkıntılı, titiz insanlardan el yazısı istemezler. Kadınların aşk mektubu biriktirmeleri daha doğru olur.”
İşte sayın dinleyenlerim, Verdi’nin henüz bu kadar başta taşındığı, daha doğrusu -tabir caiz ise- sanat namına bu derece rahatsız edildiği bir zaman değildi ki Maskeli Balo operası henüz yazılıp bitmişti. Şimdi bu Maskeli Balo’nun bir parçasını dinleyelim ve sonra konuşmamıza devam edelim... (Burada Maskeli Balo’dan bariton aryası)
Bu eserin yazıldığı tarihlerde henüz 44 yaşında olan genç Verdi tıpkı yaşlı Verdi gibi reklama, şöhrete önem vermeyen bir sanat şahsiyetiydi. Hattâ büyük üstat yaşlılığında bir türlü sevemediği mektup yazmayı genç yaşlarında da hiç sevmemişti. Ama genç Verdi’nin karakterinde kendini gösteren bu yönler 1928 yılına kadar Verdi biyografları tarafından keşfedilmiş değildi, ta ki ünlü Fransız müzik adamı Sully Prudhomme, İtalyanların önemli bir müzik dergisinde 1928 yılında Verdi’nin 100 kadar mektubunu yayımlayana kadar. İşte o zaman sanatçının ikinci eşi olan Strepponni’nin 1857 yılında yazdığı bir mektubunun da aynı dergide yayımlanması büyük üstat Verdi’nin karakterini büsbütün açığa vurmuş oldu. Aynı zamanda şen yaradılışlı bir kadın olduğu bu mektupta kullandığı üslûptan da anlaşılan Madame Verdi’nin bu yazısı kocasının bilinmeyen taraflarını sanatçının ölümünden tam 27 yıl sonra bize açıklıyordu. Paris operası arşivindeki el yazıları arasında keşfedilen bu mektubu Madame Verdi kocasının Paris’te eserlerini basan basımevinin sahibine göndermişti. Bakalım sayın dinleyenlerim, sanatçının sevgili eşi, yakın dostu ve basımcısına kocası adına yolladığı bu mektupta neler söylüyor:
“1857, 4 Temmuz, Busetto, Sevgili Leon, Eğer işkence yapmaya kendinizde bir salahiyet görüyorsanız, bu işkenceye hak kazanmamış bir insan varsa o da hiç şüphesiz benim. Daha eserin ilk temsili akşamı Verdi’ye mektup yaz dedim, o da bana tabii yazacağım diye cevap verdi. Bu hadise 10 Haziranda olmuştu. 10 Haziran da geçti ve siz de 1 Temmuza kadar boş yere oyalanıp durdunuz. Çok kere ben size yazmak istedim, fakat o her seferinde de “bu sabah yazacağım, bu akşam yazacağım, yarın yazacağım” diye benim de yazmama mani oldu. Böylece 20 gün daha geçti gitti... Siz onu bilirsiniz, o bir kere işe başladı mı, kendini işine verdi mi dünyanın hiç bir yerinde görülmemiş bir amele gibi çalışır. Fakat bir de tembelliğe başladı mı ondan sonra Allah rahatlık versin efendim! Artık uzun zaman ortada yeni bir şey yok demektir. Üstelik bir de tarıma olan merakı artık bir mani, bir delilik, bir divanelik, bir illet halini aldı. Yani sizin anlayacağınız hele bu işte alabildiğine abartmaya başladı. Tarladaki ekinleri, mısırları, üzümleri görmek için artık şafakla beraber kalkıyor. Bütün bu işkenceden eve yorgun dönüyor. Bu vaziyette bir de eline kalemi alması için onu harekete geçirmeye hiç imkân var mı? Çok şükür ki her ikimizin de bu yolda bir hayata duyduğumuz ilgi arasında yalnız şafak sökerken bir ayrılık baş gösteriyor. Çünkü onun yakından görmek istediği şeyleri ben pekâlâ yatağımın içinden seyretmekle de yetinebiliyorum. Zannedersem siz de bana bu hususta hak verirsiniz.
“Mektubunuzu kendisine benim okumamı istedi, çünkü yaban kedisinin elinden çıkmış bir yazıdan farkı olmayan kendi yazısını gözü görmüyor da, sizin yazınızın okunaklı olmadığını söylüyor. Mektupta geçen her anlamlı cümle onu delicesine güldürdü. Allah bilir bu satırları siz hep onun güleceğini bilerek yazdınız. Calzado meselesini, hele Yahudiyi [Meyerbeer] reklamla deli etmek hususundaki fikirlerinize gülmek için ağzını öyle bir açtı ki onu midesinin içine kadar görmek mümkündü. Siz de bilirsiniz ki bu ayı bir gülünce [İtalya’da kocalar için kullanılan en güzel bir iltifatmış] tam güler. Hele o içi içine sağmayan Calzado’nun Verdi’yi Mercadante ile yahut Meyerbeer ile kızdırabileceğini sanması kadar garip şey olamaz!... İyi olduğu kadar da saf bir adam!... Fakat biz bu alaycı adamı bırakalım da asıl işimize dönelim.
“Komik opera işi üzerinde size iyi bir haber vermeyi çok isterdim. ama Allahım öyle anlaşılıyor ki Napoli’deki opera mevsiminden sonrası için o birtakım taahhütlere bağlanmış. Uzun zamandır zincire vurulmuş olduğunu, şimdi ise kendini bu zincirden kurtarmak için yeterli serveti bulunduğunu söylüyor. Siz de bilirsiniz ki onun üzerinde en ufak bir nüfuzum olsaydı Paris’teki büyük tiyatroların müdürleri şerefli ve aynı zamanda tercih edilir işlere bağlanmak yolunda ona dediğini yaptıracak benden daha iyi bir yardımcı bulamazlardı. Onu biraz yönlendirmek istesem beni hemen başından defetmeye kalkıyor... Ne demek istediğimi anlıyorsunuz... Hem de bana ağız bile açtırmıyor. Her seferinde bana “Biliyorsun ki önümüzdeki Napoli mevsiminden sonra Paris’e gideceğiz, o zaman bu işlerle meşgul oluruz... şimdilik sana verecek hiçbir cevabım yok” diyor.
“Aşağı yukarı 8 gün sonra Rimini’ye gidiyoruz. Stiffellis operası Rimini’de Aroldo adıyla oynanacak, çünkü dinî sansür orijinal metnin oynanmasına müsaade etmedi. Yalnız metinde değil, tabiatıyla müzikte de değişiklikler oldu. Artık bu aralık onun ne kadar öfkeli olduğunu tasavvur edersiniz. Hem de sırf bu yüzden yazlığı bile terk etmek zorunda kaldığı, aradığı şeyleri bulamayacağı bir memlekete, hattâ soğuk bir memlekete gitmeye mecbur olduğu bir zamanda nasıl öfkeli olmasın?
“Verdi her ikinizi de kucaklıyor ve Laura’ya tarafından güzel şeyler söylenmesini rica ediyor. Bana gelince, ben de sizi saçlarınızdan yakalar ve sizi çok sevdiğimi söylerim. Adio sevgili Leon - sevimli bulvarda yine görüşelim. Josephine Verdi.”
Görülüyor ki sayın dinleyenlerim, 88 yaşında ölen büyük sanatçı Verdi bu mektup yazıldığı zaman hayatını henüz yarılamış ve ancak 44 yaşına ulaşmıştı. Bir çok Verdi biyografları üstadın ancak ileri çağlarda, olgun çağlarında sanat başarısından gelen haklı her türlü taşkınlıklardan uzak bir gururla evinde olduğu kadar işlerinde ve hattâ çevresinde sarsılmaz bir otorite elde etmiş olduğunu söylüyorlardı. Fakat hiç kimse genç Verdi’nin henüz hayatının yarısında bu kadar güçlü bir iradeye, bu kadar kuvvetli bir otoriteye sahip olacağını aklından geçirmiyordu. Biraz önce söylediğimiz gibi daha çok ileri yaşlara ulaştığı zaman kendisinden imza almak, bir satır yazı koparmak için peşinden koşanlardan, gereksiz reklamdan ve propagandadan nefret eden, bucak bucak kaçan büyük üstadın genç yaşlarda bile yine bu sağlam karakteri taşıdığı, ilk olarak 1928’de meydana çıkarılan bu kısa mektuptan anlaşılmıştır. Yine bu mektup bu büyük sanat adamının gelişmesine büyük hizmeti dokunmuş olan akıllı bir hayat arkadaşının düşünen, yaratan, kafasıyla çalışan bir kocaya olan ince bir mizah gizli saygısını, sevgisini, içinden gelen bağını göstermesi bakımından da önemli bir mektuptur. (Plak: Il Trovatore’den bariton aryası -Luna’nın aryası-; Talihin Kudreti operasından soprano aryası)