Radyo Dergisi
Mart 1949
Sayı: 87
Müzik sanatında
Cevad Memduh Altar
İnsanoğlunun güzele olan sevgisi, dünyanın her yerinde aynı duyguları açıklar. Onun için, hakiki sanat eseri, milletlerarası bir kıymet olma önemini taşır. Sanatta güdülen amaç, anlatılmak istenilen şeylerin bir yerde değil, her yerde anlaşılabilmesini sağlar. Bu böyle olunca, millî bir karakteri açıklaması gereken güzel sanatlar, zamanla dünyanın her yerinde sevilir, milletlerarası millî olmanın sırrına ulaşır. Aksi takdirde Bach’larla Mozart’ların, Liszt’lerle Debussy’lerin, yaşadıkları muhitten çok uzak yerlerde, bu derece sevilip sayılmaları mümkün olur muydu?
Son iki yüzyıl içinde teknik ve estetik muhtevası [içeriği] bakımından bütün millî müziklere önderlik etmiş olan çığır, Viyana Klasikleri çağıdır. Tabiatın insanlara armağanı olan “çokseslilik” prensibi, Batıda Rönesans’tan yüzlerce yıl evvel müzik eserlerine tatbik edilmiş, hele son beş yüzyıl içinde, geniş ölçüde bir sanat anlayışına temel olmuştur. Johann Sebastian Bach ile beraber esaslı bir nizama bağlanan 12 çeşit yarım ses tekniğinin (Tampere Sistem), dünyanın bütün topluluklarına, millî duygularını kolayca ve istedikleri gibi açıklama imkânını veren milletlerarası bir sistem olarak kabul edilmesinden sonra, günün birinde senfonik eserlere temel olma istidadını gösteren form, armoni ve tematik işleme prensipleri, gene Viyana’da son şeklini almış ve dünyanın bütün müzisyenlerine ve müzik meraklılarına ortaklaşa bir teknik olarak öğretilmiştir. Ancak, ruhlarını, kulaklarını, böyle bir tekniğin estetiğine açık tutabilen sanatseverler, dünya ölçüsünde bir sanat başarısının zevkine varabilmişlerdir. Bütün bu realiteler de gösteriyor ki, müzik sanatında millî çıkarlara önderlik etmiş olmanın önemini daima saklayacak olan Viyana Klasikleri üslûbunu anlamaya ve sevmeye çalışmak, her şeyden önce kültürel bir icabı yerine getirmek demektir.
Haydn ile başlayan Viyana Klasikleri üslûbuna, Batının uzak yakın çeşitli bölgelerinden koşup katılan sanat adamları içinde büyük şöhrete ulaşmış olanlar gözden geçirilirse, bu üslûbun yalnız Orta Avrupa için değil, bütün sanat dünyası için ne derece verimli olduğu anlaşılır. Doğrudan doğruya Viyana üslûbuna mensup olanlar ile sonradan bu üslûba girmiş veya bu üslûp içinde daha başka çığırların meydana gelmesini sağlamış olanlar arasında anılması gereken sanat büyükleri şunlardır: Gluck, Haydn, Mozart, Beethoven, Schubert, Brahms, Bruckner, Lanner, Strauss, Hugo Wolf, Gustav Mahler.
Her şeyden önce Haydn, Mozart ve Beethoven gibi üstatların eseri olan Viyana Klasikleri üslûbunun en verimli devri, 18. yüzyılın ikinci yarısı ile 19. yüzyılın ilk yarısı arasına düşer. Bu itibarla ilk önce büyük üstat Gluck, müzikli dram sanatını Viyana’da en son olgunluğa ulaştırma imkânını elde etmiştir.
Haydn ve Mozart gibi üstatlar, İmparatoriçe Maria Therese ve Josephine zamanında, Viyana Klasikleri üslûbunu kurmaya muvaffak oldular. Onun için, insanî bir duygunun bütün inceliklerini açıklayan Haydn sanatında göze çarpan, sırf o espri dolu mizah iledir ki, Viyana Klasiklerine has üslûp ve estetiğe temel atılabilmiştir. Nitekim Haydn, kendi yaratış enerjisini şu cümle ile anlatmak istemiştir: “Tanrı’yı düşündükçe, kalbim büyük bir sevinçle çarpar, o anda sesler, tıpkı bir makaradan boşanırcasına içime dolar… ve Tanrı’m bana neşe dolu bir ruh verdiği içindir ki, kendisine neşe içinde yaptığım bu hizmeti bağışlayacaktır”.
Tıpkı Haydn gibi Mozart’ın da Viyana Klasikleri üslûbunun kurulmasında büyük yardımı olmuştur. Mozart’ı bu üslûbu kuranlardan ayırt eden biricik fark, yaratış dehasının, müzik sanatının bütün şekillerine aynı nispette hükmedebilmesidir. Bundan dolayı Mozart, dört sesli kanonları da içine almak üzere, şarkılar, korolar, senfoniler, sonatlar, oda müziği eserleri, konçertolar, müzikli sahne eserleri v.s. yazmış, bu arada insanlık dramının abidesi demek olan “Don Giovanni” operasını meydana getirmiştir.
Bu büyük sanat adamına ölümün çok genç yaşlarda yüzünü göstermesi, bütün gayretlere rağmen bitirilemeyen o meşhur Requiem’in dünyanın her yerinde Viyana Klasikleri üslûbunun değişmez bir sembolü olarak sevilmesini sağlamıştır.
Haydn ile Mozart’ın başladığı işleri Beethoven gibi bir dâhi yepyeni bir anlayışla geliştirmeye devam etmiş ve üzerine aldığı ödevi başarmaya azmeden bu büyük üstat, Orta Avrupa müziğinde o zamana kadar göze çarpan Barok unsurlara taze ve feyizli bir akide [inanç] aşılamaya muvaffak olmuştur. Bu arada gene Beethoven, sanatta ferdi kabiliyetleri dumura [felce] uğratan zincirleri kırmış, insan kudretinin mukadder sanılan hayat trajedisine bile hükmedebilecek durumda olduğuna, bütün insanlığı inandırmıştır.
Franz Schubert gibi bir sanatkârın yaratma kabiliyeti de, ancak Beethoven sanatının gölgesinde gelişip olgunlaşmak istidadını göstermiştir. Büyük filozof Nietzsche, Franz Schubert hakkında şöyle demektedir: “Müzik sanatının dünya ölçüsündeki mirasına sahip olan Schubert, gene aynı mirası kana kana ve bütün saflığıyla sarfetme fırsatını elde etmiştir”. Schubert sanatının özelliği, her şeyden önce sonsuz bir melodi zenginliği üzerine kurulmuş olmasındadır. Bu sanat, içinde zarif, temiz, ince duyguların yaşadığı bir dünyaya benzer. Gene ayı dünyada neşe ile kederi, bütün insan duygularının üstünde bir büyüklük ve sonsuzlukla ifade edebilme imkânı da elde edilmiştir. Bu itibarla, Schubert müziğinde de, Viyana Klasikleri’nden gelen bir ruhun, daha çok şarkı üslûbu içinde öz benliğini elde etmiş olduğu görülür.
Bu derece verimli bir esas üzerinde gelişmeye devam etmiş olan Orta Avrupa üslûbunda, Beethoven ve Schubert’i, 19. yüzyılın ikinci yarısında Johannes Brahms, Anton Bruckner, Hugo Wolf ve Gustav Mahler gibi sanatkârlar takip ettiler. Bunların arasında, vaktiyle yerini yurdunu bırakıp ta Ren kıyılarından Viyana’ya koşup gelmiş olan Beethoven’in yaptığı gibi, anavatanı Hamburg’u terk edip Viyana’ya gelen genç bestekâr Brahms, başlangıçta Viyana üslûbuna has ifade kıvraklığından tamamen mahrum bir durumda idi. Fakat Viyana islûbunun çekici etkisinden bir türlü kurtulamayan Brahms, kendini içten gelen bir insiyakın [içgüdünün] akışına bırakıvermiş ve günün birinde Orta Avrupa sanatının biricik merkezi olan Viyana’ya ister istemez yönelmek zorunda kalmıştır. Bu takdirde Brahms sanatının Viyana üslûbu ile karışmasından meydana gelen sentetik bünye, Klasik sanatla Romantik sanatın ortasında, öylesine bir yaratışın meydana gelmesini sağlamıştır ki, ancak geleneksel sanatın bütün özelliklerini içine almış olan bu tip bir yaratış sayesinde, güney ve kuzey sanatları arasındaki tezatları armonik bir bütüne çevirebilme imkânı da elde edilmiştir.
Johannes Brahms’a çağdaş olan tanınmış bestekâr Anton Bruckner’e gelince: Brahms sanatına tam mânâsıyla tezat teşkil eden Bruckner senfonileri, Johann Strauss’ın Viyana’yı bir vals salgını ile altüst ettiği sıralarda meydana getirilmiş olan mistik mahiyette eserlerdir. Kendisine mahsus görüşü ve anlayışı ile sanatında uçsuz bucaksız bir ideale doğru yükselen Bruckner, huşu içinde yazdığı senfonilerinde daima Tanrı’ya dönmüş, hattâ bu eserlerden birini Tanrı’ya ithaf etmiştir. Zamanının sanat esprisine oldukça aykırı düşen Bruckner buluşları, ancak son zamanlara doğru anlaşılabilmiş ve üye adedi gittikçe artan “Bruck’i Sevenler Derneği” ise sanatkârı tanıtma sevdirme yolundaki sistemli çalışmalarında büyük bir başarı göstermiştir.
19. yüzyılın ikinci yarısında gelen Viyana üstatları arasında tanınmış bestekâr Hugo Wolf, sanat ihtirasını ancak geniş ölçüde şarkı yazma heyecanıyla tatmin edebilmiştir ve günün birinde cinnetle neticelenen hayatı, şeytanca bir mest oluşun aleviyle yana yana tükenip gitmiştir. Orta Avrupa ses literatürünün en büyük üstatları arasında yer alan Wolf’un dehası, ne yazık ki ölümünden çok sonra anlaşılabildi.
19. yüzyılın sonuna kadar Klasiklerden gelen espriye sımsıkı bağlanmış Viyana, nihayet Gustav Mahler çapında bir bestekâra da sahip olarak, sanat tarihi karşısında üzerine aldığı ödevi başarı ile sona erdirdi. Görülüyor ki, müzik edebiyatında milletlerarası ortaklaşa tekniğe temel olan Viyana Klasikleri üslûbu, dünya sanatına önderlik etme vasfını bugüne kadar muhafaza etmiştir; ve bütün millî çığırlar, Viyana Klasikleri elinde son şeklini almış olan böyle bir ortaklaşa teknik üzerinde gelişip olgunlaşmışlardır.