“İlk Öğretim” Dergisi
16 Nisan 1941
Sayı: 83
Arkadaşlar, Devlet Konservatuvarımızın genç sanatkârları tarafından Ankara’da temsil edilen “Tosca” operasının ve “Otelci Kadın” komedisinin mevzuunu ve bu temsillerde gösterilen muvaffakiyeti, sahifelerimize yazılarını aldığımız salahiyetli muharrirlerin kalemlerinden okuyacaklardır:
Yazan: Cevad Memduh ALTAR
1858 senesinde dünyaya gelen Puccini’nin meşhur operası olan Tosca, ekseri opera metinlerinde olduğu gibi, siyasi bir esas üzerinde inkişaf etmektedir [gelişmektedir]. Buradaki esere hakim olan aşk hadisesi, ihtiras, hile ve entrika gibi beşer [insan] mizacının muzlim [acımasız] anlarıyla karşılaşmakta ve eser fikrî muhtevası [içeriği] itibariyle Wagner dramının özünü teşkil eden “aşk yoluyla feragat”i en popüler ve en vazıh [açık] mânâda ifade etmektedir.
Vaka Napolyon zamanında Roma’da geçer. İtalya bir yandan Napolyon, bir yandan Avusturya ordularının tazyikine [baskısına] maruzdur. Memleket dahilinde kraliyet taraftarlarıyla aleyhtarları birbirleriyle şiddetli bir mücadeleye girişmişlerdir. Devrin tanınmış bir muganniyesi [şarkıcısı] olan Tosca, siyasi mahkûm Angelotti’nin bulunduğu yeri sakladığı için kendisine işkence yapılan kraliyet aleyhtarı ressam Cavaradossi’nin âşığıdır. Tosca, fazla işkenceye maruz kalan sevgilisini kurtarmak için, siyasi mahkûmun saklandığı yeri polis müdürü Scarpia’ya haber vermek ıstırarında [zorunda] kalır. Scarpia, Tosca’yı her ne pahasına olursa olsun elde etmek azmindedir. Bu sefer işkenceden kurtulan Cavaradossi, memleketini kurtaracak yegâne halaskâr [kurtarıcı] olarak tanıdığı Napolyon’a karşı gösterdiği sempati bahanesiyle, Scarpia’nın emriyle idama gönderilir. Cavaradossi, Roma’nın meşhur St. Angelo kalesinde kurşuna dizilecektir. Scarpia, Tosca kendisine ram olduğu takdirde, sevgilisine hakiki kurşunla ateş edilmeyeceğini ve zahiren tatbik edilecek idam hadisesini müteakip, kendilerine evvelden verilecek bir permi ile huduttan dışarı çıkabileceklerini Tosca’ya vaat eder. Zalim polis müdürünün bu hilesine inanan Tosca, uzun düşüncelerden sonra bu teklife muvafakat [kabul] etmekle beraber, imzalı permiye sahip olacağı anda eline geçirdiği bir bıçakla polis müdürünü öldürür. Artık hem tehlike bertaraf edilmiş, hem de firar imkânı elde edilmiştir. Ne çare ki, şatonun taraçasında bu zahiri idamın neticesine emniyetle intizar eden [bekleyen] Tosca, tüfek seslerini müteakip yere yuvarlanan sevgilisinin yanına vardığı zaman müthiş bir tezatla karşılaşır. Cavaradossi hakikaten kurşuna dizilmiştir. Neye uğradığını anlayamayan Tosca, polis müdürünü katlettiğinden dolayı tevkife [tutuklamaya] gelenlere teslim olmamak için kendisini şatonun taraçasından Tiber nehrine atar ve faciayı bu suretle kapar.
Puccini’yi layemut yapan bu opera ile “Verismo” (hakikat operası) [gerçekçilik] ekolünün ilk hakiki eseri yaratılmış, fakat Madam Butterfly (Baterflay) gibi –mevzu itibariyle çok enteresan ve çok lirik olan– bir operanın temsilinden sonra, Tosca mevzuunun basitliği daha iyi anlaşılmıştır.
Tosca operasında müzik, mevzua ve metne hakimdir. Burada eserin tatlı bir samimiyet ve bazen narin bir salon tonu içinde seyreden müzikal muhtevası [içeriği], heyeti umumiyesi itibariyle [eserin bütününde] hakiki bir dram mahiyeti arz eder. Çanlar, korolar, konserler, sololar, heyecanlı frazlar [cümleler] ve nihayet ihtiras ve cinayet sahneleri, esere sonsuz bir hareket ve vuzuh [açıklık] verir. Puccini bu eserinde Verismo ekolünün diğer tanınmış şahsiyetlerinin noksanlarını da telafi ettiği için, bu ekolün hakiki banisi [kurucusu] telakki edilmiştir. Nitekim muasırı [çağdaşı] bestekâr Mascagni’deki çiylik, Leon Cavallo’daki basitlik, ilk defa Tosca’da tadil ve telafi edilir. Üç perdeden ibaret olan bu güzel opera evvela 1900 senesi Kânunusanisinin [Ocak ayının] 14’ünde Roma’da temsil edilmiş ve 1907 senesinden itibaren de Avrupa’nın diğer opera-komiklerinin repertuvarına girmiştir. 20. asır hakkında yer [?] faaliyetinde pedagojik kıymetini daima muhafaza edecek olan Verismo üslûbunun en evvel tevcih edilecek bir istikamette olduğu muhakkaktır.
Ankara’da sanatın bir muvaffakiyeti
Hüseyin Cahit YALÇIN
Ankara Halkevi Sahnesi Devlet Konservatuvarının uzun gayretlerle hazırladığı bedii [estetik] bir zaferi bize büyük bir iftihar ve sevinç ile seyrettirdi. Cihanın arz ettiği vahşet ve facaat levhalarının kalbime doldurduğu hüzün ve teessür [üzüntü] bir iki saat için sükûnet buldu. Adeta her şeyi unuttum. Müsamere [Temsil] nihayete erdiği zaman, yeryüzü hayatına tazelenmiş bir cesaret ve itimatla avdet ediyordum [geri dönüyordum]. Bütün dünya, en karanlık ve korkunç vahşet devirlerine döner gibi bir gidiş arz ederken, Türk deha ve kabiliyetinin en yüksek ruhi ve manevi vazifeler peşinde yürümekte devam etmesi, mensup olmakla gurur duyduğumuz ırkın derin ve hudutsuz istidatlarını bariz bir surette göze çarptırıyordu.
Devlet Konservatuvarı mütemadiyen çalıştı ve nihayet aldığı semereleri bize gösterebilecek hale geldi. İlk adım çok ümit veriyor ve bu sahaya tevcih edilen himmetlerin boşa gitmediğini gösteriyor.
Konservatuvara devam eden talebenin bir kısmı iptidada [başlangıçta] bir komedi ile bize çok hoş dakikalar geçirttiler. Daha şimdiden uzun seneler aktörlük etmiş zannını verecek bir alışkanlık ve tabiilik gösterebilmeleri kendilerinden çok daha geniş muvaffakiyetler bekleyebileceğimizi vaat ediyor.
İntihap edilen [Seçilen] komedi eskidir ve sadedir. Fakat Halkevi’ndeki müsamerede beklediğimiz şey, eserden ziyade artistti. Bu bakımdan ben tamamen memnun ve müftehir [gururlu] olduğumu söylemeyi bir vazife biliyorum ki, perde açılmadan evvel içimde bir korku vardı. En ziyade “konuşma tarzı”nı endişe ile bekliyordum. Fakat daha ilk sahnede rahat bir nefes aldım. Bizim Şehir Tiyatrosu’nun o kahrolası suni, cali, yapmacıklı konuşmalarından eser yoktu. Oh! Demek Türkçemizi sahnede tabii surette konuşmak imkânı varmış. Bugünkü Şehir Tiyatrosu’na bu fena miras eski Dar-ül Bedayi’den kaldı. Orada ilk mucidi kimdir bilmem. Fakat artık bütün artistler bir hazırcevap gibi, bir üniforma gibi, mecburi bir vasıf alan bu konuşma tarzını benimsiyorlar ve fena bir göreneği bir kanun gibi tatbik ediyorlar.
Aynı görenek siyasi hitabetimizde de maatteessüf [ne yazık ki] başka bir tarzda teessüs etmiştir [yer almıştır]. Meşrutiyet’in ilk günlerinde kendi kendiliğinden kaldırım üzerinde vücut buluveren kaba, soğuk, güm güm öten bir hitabe şekli vardır ki, bugüne kadar nadir istisnalarda gördüğümüz iyi hatiplerin tarzından hiç istifade etmeden, devam edip durdu ve artık sökülüp atılması imkânsız bir ayrık otu gibi siyasi hitabet sahamızı bürüdü.
Devlet Konservatuvarı talebeleri bizi bu felaketten kurtarıyorlar...