Ankara, 9.4.1941, Çarşamba
(Louis Hourticq-Burhan Toprak
“Sanat Şaheserleri”nin
en sonunda yayımlandı.)
Mezopotamya’da yapılan son arkeolojik tetkikler neticesinde, Milattan 4.000 sene evvel yüksek bir kültür seviyesine varmış olduğu anlaşılan Sümer medeniyetinin, müteakip asırlarda [daha sonraki yüzyıllarda] birbirlerini istihfaf eden [hor gören] muhtelif cemiyetlerin [toplumların] sanat mukadderatlarını [kaderlerini] tayin bakımından da mühim bir rol deruhte ettiği [üstlendiği] anlaşılmış ve hattâ bu yüksek medeniyetin, bilhassa Küçük Asya yoluyla, Avrupa kültürüne bile müessir [etkili] olduğu kanaatine varılmıştır.
Sümer medeniyetinin mahiyeti ve bu medeniyete ait sanat şaheserlerinin tespiti hususunda büyük gayret sarf eden âlimler arasında Sarzec, C.L. Woolley, Landsberger ve Ekkard Unger gibi tanınmış şahsiyetlerin ciddi mesaileri iledir ki, bu medeniyetin daha yakın zamanlara kadar meçhul olan sefahati [evreleri] aydınlandı. Diğer taraftan Ur hafriyatında [kazılarında] meydana çıkan kral mezarlarındaki fantastik rakamlarla yazılar, Ur’daki 1’inci sülale ile tufan arasında çok uzun bir zaman geçmiş olduğunu da gösteriyordu.
Meşhur İngiliz asiriyologu Woolley’nin tetkiklerinden elde edilen neticeye göre, prehistorik devirler içinde başlamış olan Sümer sanatı, Mısır devletinin banisi [kurucusu] hükümdar Menes zamanından daha evvel, tecrübe halinden çıkmış ve tam bir istikrar elde etmiştir. Milattan 4.000 sene evvel yapılan ve o zaman dünyanın hiçbir yerinde eşleri mevcut olmayan Sümer sanatı eserleri, yüzlerce sene sonra bu kültüre tevarüs eden [miras olan alarak] Asur ve Gildan medeniyetlerine ait sanat eserlerine de hakiki çehrelerini bahşettiler. Bu meyanda bilhassa Sümer metal işçiliğine, asırlar sonunda varılabilen teknik bir muvaffakiyet [başarı] nazarıyla bakılabilir. Hattâ Sümer metal işçiliğinin bir şubesi olan silah sanatı, yalnız Fırat ve Dicle nehirlerinin mansaplarına [ağızlarına] sirayet etmekle iktifa etmemiş [kalmamış], aynı zamanda Suriye’de de inkişafı [gelişmek] için müsait bir zemin bulmuş ve hattâ Asya’dan Torosların şimaline [kuzeyine] kadar yayılmıştır. Binaenaleyh aralarında bu kadar geniş mesafeler olan yerleri, evvela Sümer kültürünün birbirlerine yaklaştırdığına şüphe etmemelidir.
Seramik sanatı da evvela Sümerlerde başlamış ve sonra Mısır’a intikal etmiştir [geçmiştir]. Güzel sanatlar arasında heykel, bu mıntıkada taşın mebzulen [bol miktarda] bulunamamasından dolayı devamlı bir surette inkişaf edememiş, ancak muayyen hükümdarlar zamanında çok uzak memleketlerden getirtilen malzeme ile heykel eserleri vücuda getirilebilmiştir. Bu itibarla heykel sanatı Mezopotamya’da ancak muayyen zamanlarda devamlı bir inkişaf emaresi gösterebilmiştir.
Sümerler bilhassa mimaride mühim bir varlık göstermişler ve evvela Sümerler vasıtasıyla mimariye giren bazı esaslar, Eti, Yunan ve Roma sanatları yoluyla Avrupa mimarisine mühim unsurlar kazandırmıştır. Binaenalyh Sümerlerde sanata verilen ehemmiyete, en eski Mezopotamya rivayetlerinden de muttali olmak [öğrenmek] mümkündür. Nitekim Milattan 1000 sene evvel Gildani tarihini yazmış olan rahip Berossus, İran körfezinden (denizden) çıkarak sahilde bazı mıntıkalara yerleşen ve oralara yazı sanatıyla ziraati, maden işçiliğini getiren Oannes adlı bir reis tarafından idare edilen ve yarı insan yarı balık olan mitolojik bir kavimden bahsetmektedir. Gene Berossus kitabında: “hayatın mükemmelleşmesine yardım eden her şey, insanlara Oannes tarafından hediye edildi ve o zamandan beri artık yeniden hiçbir şey keşfedilmedi” demektedir. Berossos’un sözleri, ne kadar mübalağalı olursa olsun, Sümerlerde sanata verilen ehemmiyeti –mitoloji yoluyla da– tebarüz ettirmesi bakımından çok mühim bir vesika mahiyetindedir. Zira Sümerler öyle bir kültür yaratmışlardır ki, bu kültür Sümer medeniyetinin inhilalinden [parçalanmasından] sonra, daha 16 asır payidar oldu [yaşadı]. Nitekim müteakip devirlere hakim olan Babil ile Nineve, Sümer harsına [kültürüne] yalnız tevarüs etmekle iktifa etmemişler, aynı zamanda Sümer sanatını garpte [Batıda] temas ettikleri milletlere de aşılamışlardır.
Sümer sanatının muhtelif şubelerindeki şaheserlere daha ziyade rivayet suretiyle muttali olduğumuza göre, burada yalnız muayyen devirlere inhisar eden [sınırlı kalan] sanat inkişaflarından bahisle iktifa etmek [yetinmek] ve ancak elde mevcut münferit eserlere sırası geldikçe temas etmek zaruridir. Binaenaleyh Sümer medeniyetine ait eserleri her şeyden evvel zaman ve sülâleler muvacehesinde [açısından] tetkik edelim: Sümer sanatı, prehistorik devirlerde bilhassa 1’inci sülâle zamanına kadar büyük bir tekâmüle mazhar olmuştur. Burada sanatın en mütekâmil [gelişmiş] devri Milattan 4000 sene evvellerine tesadüf eder. Heykel, 3’üncü sülâle zamanına kadar en ziyade maden işçiliğine (döküm) inhisar etmiştir. Yapılan araştırmalarda bu devre ait mezarlarda, gayet süslü baltalarla, Mısır sanatına nazaran daha nefis bir surette işlenmiş olan altın, gümüş, elektron veyahut bakır sanat eserleri bulunmuş ve kral Şub-ad’ın mezarından gümüş başlı bir inek heykeli ile iki dişi arslan kafası çıkarılmıştır.
(Buraya prehistorik Sümer sanatına ait
bazı resimler konabilir.)
Sümerlerde taş heykeltıraşlığı 1’inci sülâle zamanında başlamıştır. Müteakiben [Daha sonra] uzun müddet felce uğrayan sanat faaliyeti, Milattan 3.500 sene evvel Ur’da tekrar yükselme emareleri göstermiş ve o tarihi takip eden asırlarda mutavassıt [ortalama] bir seyir irae ettikten [gösterdikten] sonra, hükümdar Gudea zamanında (M.S. 2400) en parlak devrini idrak etmiştir. Binaenaleyh Gudea devri, Sümer sanatı için bir nevi Rönesans mahiyetindedir. Hükümdar Gudea zamanında Sümer medeniyeti alabildiğine inkişaf etmiş ve Gudea, sanatın hamisi olarak tanınmıştır. Sümer medeniyetine komşu medeniyetlerin hemen hepsinde de olduğu gibi, Sümerlerde de sanatın mistik gayelere inhisar ettiği görülür. Nitekim yapılan eserler sırf mabetler için vücuda getirilmişlerdir. Binaenaleyh hükümdar heykelleriyle muhtelif rölyefler üzerindeki insan ve hayvan tiplerinde görülen pozlar, herhangi bir seremoninin icap ettirdiği vaziyet ve tavırdan başka bir şey değildir.
Gudea zamanında, sanat eserleri meydana getirmek maksadıyla, Mezopotamya’ya komşu olmayan uzak memleketlerden bile malzeme tedarik edilmiş ve bu meyanda Elma’dan Akdeniz’e ve İran Körfezinden Toroslar’a kadar olan mıntıkalardan Mezopotamya’ya bol bol malzeme getirtilmiştir.
Şimdiye kadar yapılan muhtelif hafriyatta hükümdar Gudea’ya ait 18 statü [heykel] bulundu. Bunların ilk on ikisini, evvela Ernest de Sarzec, Tello hafriyatında meydana çıkararak Louvre Müzesine nakletti.
(Buraya bir Gudea heykeli resmi konmalıdır.)
Yukarıdaki resimde mistik bir tavır takınmış olan Gudea heykelinde, sanatkâr, eserin yüzden gayrı uzuvlarını bililtizam [kasten] ihmal etmiş, fakat yüze derin bir ifadeyi teksife [toplamaya] muvaffak olmuştur. Heykel sanatına çok ehemmiyet veren Gudea’nın, statülerinin hepsini de Lagaş’daki mabedinde bizzat takdis ettiği [kutsadığı], elde mevcut yazılardan öğrenilmiştir. Sümer heykelinin en mühim eserlerinden madut olan [sayılan] bu 18 Gudea heykelinden başka, Tello’da gene Sarzec tarafından yapılan hafriyatta bazı rölyefler de elde edilmiştir. Şimdiye kadar meydana çıkarılan bütün heykellerle rölyefler, Asur heykeltıraşlığının tamamiyle Sümer sanatından mülhem [esinlenmiş] olduğunu ispat etmektedir. Nitekim bu her iki sanat arasında yapılacak en sathi [yüzeysel] bir mukayese bile, Milattan 8 asır evveline ait Asur rölyefleriyle, Milattan 4000 sene evvel Ur’da yapılmış olan 3’üncü sülâle rölyeflerinin müşterek olan taraflarını sarahaten [açıkça] göstermeye kâfidir. Binaenaleyh Sümer plastiğinin daha sonraki yakın ve uzak medeniyetlere olan tesiri, henüz tamamen ispat edilmemiş olmakla beraber, bu tesir katiyetle tahmin edilebilir.
Sümer mimari sanatına gelince: Muhtelif ekspedisyonlar tarafından şimdiye kadar yapılan hafriyat neticesinde, Sümer mimarisinin yalnız Mezopotamya mimarisine değil, hattâ bugünkü Avrupa mimarisine bile mühim unsurlar bahşetmiş olduğu tamamiyle teeyyüt etmiştir [doğru çıkmıştır]. Hattâ İskender istilalarını müteakip [ardından] evvela Yunan mimarının dikkat nazarını çeken Sümer mimari sanatı, inkişafı [gelişmesi] için en müsait zemini daha sonraları Roma’da bulmuş ve asırlar içinde develope olan [gelişen] bu kültürel tesir, garp [Batı] âlemine, kavis, kubbe ve kemer gibi, modern sanatın mukadderatı bakımından ehemmiyetini hâlâ muhafaza etmekte olan mimari unsurları kazandırmıştır. Diğer taraftan Sümer mimarisine has tezyin [süsleme] unsurlarının, Ortaçağ Roman mimari üslûbunda dahi –ufak tefek değişikliklerle– tekerrür ettiği [tekrarlandığı], en son tetkiklere nazaran tamamiyle tahakkuk etmektedir [gerçek olmuştur].
Sümer mimarisindeki kavisler ile münhani [eğri] hatlar, umumiyetle Babil inşaatını karakterize eden iki mühim unsur olarak –bütün o havali mimarisinde– görülmektedir. Hattâ hükümdar Nabukadanazor bile, Sümer medeniyetinden binlerce sene sonra, münhanili ve kavisli mimari tarzını Babil’in yeniden inşasında kullanmıştır (M.S. 800). Bugün Ur şehri harabeleri arasında mevcudiyetini kısmen muhafaza eden ve Babil hükümdarlarından Kuri-Galzu tarafından yaptırılmış olan (M.S. 1400) bir mabedin hâlâ ayakta durmakta olan kemeri, tonoz tarzının evvela hangi medeniyette başlamış olduğunu sanat dünyasına ilan eden mühim bir abide mahiyetindedir. Aynı şehrin mimari bakayası [kalıntıları] arasında, Milattan 2000 sene evvel yapılmış olan Sümer evlerine ait yarı daire şeklindeki tuğla kapı kemerlerine de sık sık tesadüf edilmektedir. Nippur’da görülen üstü kavisli mezarların ise, Milattan takriben 3000 sene evveline ait oldukları anlaşılmıştır. Nihayet Milattan 4000 sene evvel sanat sahasında çok mühim bir mevcudiyet göstermiş olan Ur şehri mıntıkasında yapılan araştırmalarda, üzerleri tonozlu birtakım kral mezarları meydana çıkmıştır ki, bu tonozlar, Sümer mimarlarının kavis ve kemer prensibine Milattan en az 4500 sene evvel hakim oldukları kanaatini takviye etmektedir.
(Buraya Ur ve Tello hafriyatına ait
Bazı mimari resimler konabilir.)
Diğer taraftan Etrüskler vasıtasıyla Roma’ya intikal eden kubbenin de menşei [kökeni] itibariyle Sümer kavis ve kemerinde aranacağı tabiidir. Çünkü mimari sanatında elde edilen herhangi bir prensip, ufak tefek tadilatla, diğer medeniyetlere de sirayet etmekte olduğuna göre, Etrüsk, Roma, Bizans ve Rönesans kubbesini, Sümer kavis ve kemerinin bir istihalesi [başkalaşması] olarak kabul etmek zaruridir.
Sümer medeniyeti sahasında yapılacak devamlı araştırmaların, Sümer sanatının bazı safhaları hakkında şimdiye kadar elde edilen netice ve nazariyeleri daha ziyade aydınlatacağı muhakkak olmak beraber, halen elde bulunan muhtelif sanat unsurları üzerinde yapılacak esaslı bir tetkikin, Sümer sanat eserlerinin dünya şaheserlerine yaptığı müspet tesirleri tamamiyle tebarüz ettireceğine de [ortaya çıkaracağına da]şüphe edilemez.
Cevad Memduh Altar