“Radyo” dergisi
1 Şubat 1946
Cilt:5, Sayı: 50
Müzik, güzellik zevkini düzenleyen sanatların en önünde yer aldığı içindir ki, bu sanatın halkla yakından ilgili bir kolu olan “opera”, çeşitli radyo yayınları arasında en çok sevilen bir konu olma önemini kazanmıştır. Bu sevginin biricik sebebini, insan sesinin, dolayısıyla edebî bir metinle işbirliği yapmış müzik nevilerinin, geniş bir halk topluluğu tarafından daha çok tutulmasında aramak doğru olur. Bugün için uzak mesafeler arasında henüz tatbik edilememiş olan televizyon tekniğinin, günün birinde radyo dinleyicisinin göz zevkini de tatmine başladığı anda, müzik, edebiyat ve plastik sanatların sentezinden başka bir şey olmayan opera, radyo dinleyicisi için büsbütün sevimli bir yayın haline gelmiş olacaktır.
Dünyanın bütün sanat muhitlerinde olduğu gibi, memleketimizde de son yılların opera çalışmaları, radyo programlarında vakit vakit yer almaktan geri kalmamıştır. Nitekim 1940 yılından beri dünya opera repertuvarının önemli eserlerinden bazılarını başarı ile sahneye koymuş olan Ankara Devlet Konservatuvarı Opera Stüdyosu, gene Ankara Radyosunun yardımıyladır ki, aynı zamanda güzel Türkçemize kazandırılmış olan bir sıra tanınmış operanın memleketin her yerinde dinlenmesini sağladı. Bu arada, 2 Mayıs-18 Haziran 1943 yılında yapılan Devlet Konservatuvarının ilk Temsil Bayramında sahneye konan eserlerden: Madam Butterfly, Fidelio ve Satılmış Nişanlı operaları, ayrıca perde aralarında konuyu açıklamak üzere verilen izahatla, radyo dinleyicilerimize sunuldu. Onun içindir ki, memleket sanat çalışmaları arasında önemle yer almış bulunan opera hareketlerinin, bundan böyle, memleket radyo kurullarıyla sıkı işbirliği yaparak millî sahne kültürümüze geniş ölçüde faydalar sağlayacağı muhakkaktır.
Bu yıl 10 yaşına basmak üzere olan Devlet Konservatuvarı Opera Bölümünün yakın bir ileride tiyatro binasına da kavuşması, çoktandır üzerinde durulan teknik bir güçlüğü yenmekle kalmayacak, aynı zamanda Ankara Radyosunun bina dışından yapacağı rötransmisyon [naklen yayın] programlarının genişlemesini sağlayacaktır. Bu takdirde doğrudan doğruya sahneden yayınlanacak temsiller arasında, şimdiye kadar teknik imkânsızlıklardan dolayı oynanamamış olan operaların da yer alması, radyo dinleyicilerimize birkaç yıl içinde oldukça büyük bir repertuvarı yakından tanıtacaktır. Bu da gösteriyor ki, opera çalışmaları, ancak radyo ile sıkı işbirliğine ulaştığı gün, memleket sanat kültürünün süratle gelişmesi yolunda sağlam adımlar atılmış olacaktır.
Opera sanatının yüzyıllar boyunca halk repertuvarına kazandırdığı örnekler arasında öyle eserler vardır ki, bunlar, oynandığı dilin diksiyon özelliklerinden gelen bir tesirle, o dili kullanan topluluğun öz malı olur. Onun için bizim sanatçılarımızın oynadığı, dinleyicilerimizin, odalarından çıkmadan, radyolarının başında dinlediği her adapte opera, şüphesiz millî Türk sahnesinin malı sayılır.
Milletlerarası kıymeti olan sanat yaratmalarına gösterilen ilgidir ki, yarının öz Türk operasına bugünden açık duran kulaklarımızı, müzik sanatının bu asil şekline bir an önce alıştıracak ve bu büyük davanın memleket ölçüzünde gelişmesi ödevinde Millî Radyomuzun da payı olacaktır.
* * *
Not:
Bu yazıya atfen “Ankara” dergisinde S.B. imzasıyla ve 1946 yılında yayımlanan bir yazı aşağıdadır. C.M.A.
“Ankara”
16 Mart 1946, Cumartesi
Sayı: 2396/44
BİZİM OPERALARIMIZ
Radyo Dergimizin son sayısını bilmem gördünüz mü? Kâğıdı, baskısı, resimleri ve güzel yazılarıyla her ay gözlerimizi şenlendiren bu derginin ben de devamlı okuyucularındanım. İçindeki çeşitli etüdlerin çoğunu zevkle okur, istifade ederim.
Bu derginin son sayısında üç yıldızlı bir imza var. Kısa fakat özlü bir baş yazıyı süsleyen bu imza, yazısının bir yerinde şöyle diyor:
“Opera sanatının yüzyıllar boyunca halk repertuvarına kazandırdığı örnekler arasında öyle eserler vardır ki, bunlar, oynandığı dilin diksiyon özelliklerinden gelen bir tesirle, o dili kullanan topluluğun öz malı olur. Onun için bizim sanatçılarımızın oynadığı, dinleyicilerimizin, odalarından çıkmadan radyolarının başında dinlediği her adapte opera, şüphesiz millî Türk sahnesinin malı sayılır.”
Bunları okuyunca gözümüzün önüne Devlet Konservatuvarımızın Halkevi Sahnesinde oynadığı operalar geldi. Dinlediğimiz “Fidelio”, alkışladığımız “Satılmış Nişanlı”, millî ve milletlerarası değerlerine rağmen ne kadar bizim olmuşlardı? Türk dili ve Türk müzik anlayışı onlara yeni bir renk giydirmiş, özdeşleştirmiş, hususileştirmiş ve onları bütün güzelliklerini bize de tattıracak kendi eserlerimiz haline getirmişti. Şimdi, sahnemizde alkışladığımız bu eserler, bizim kendi yaratışlarımız değil midir? diye düşünüyorum. Onları birer yabancıya mal etmeye kalbim bir türlü razı olamıyor.
Biz, yabancı şaheserleri böyle tadarak, böyle severek, sanatı ve insanlığı seveceğiz. Başka insanların seveceği büyük Türk eserlerini de kendimiz kadar onları düşünerek yaratabileceğiz.
Üç yıldızlı imza çok haklıdır. Yazısının altına ben de adımı yazabilirdim. – S.B.