Cevad Memduh Altar1902-1995
English | Français | Deutsch | Italiano | Español

ESERLERİMAKALELER

Bu belgeyi Word Dökümanı Olarak İndirebilirsiniz!

Ülke
3 Kasım 1945, Cumartesi

Güzel sanatlar:

OPERA NASIL BİR SANATTIR?

Opera, insan tahassüsünü en saf, en tabii şekilde ifade eden şarkının uzun ve devamlı şeklidir

Cevad Memduh Altar

            Sayısız emeklerle sahneye konabilen, bünyesi bakımından şiir sanatıyla müzik sanatının birleşmesinden meydana gelen opera, müzikli sahne eserleri arasında son üç asrın verimli bir sanat şekli olarak tanınmıştır.

            Müzik nevilerinin çoğu gibi, inkişafını [gelişimini] oldukça uzun bir zaman içinde idrak etmiş olan bu sanat, vakit vakit tenkit mevzuu [eleştiri konusu] da olmuştur. Bilhassa tanınmış tenkitçiler, operanın mahiyetini tahlil etmek istemişler, bu sanatın müzik nevileri arasındaki mevkiini tayine çalışmışlardır. Bu arada bazı kimselere tamamiyle anormal görünen opera sanatı fazla realist düşünüşlere kurban gitmiş, idealist tenkitçiler ise operayı bütün sanatların üstünde bir yaratma olarak kabul etmişlerdir.

            İnkişafı için en müsait zemini, geçen asrın romantik havası içinde bulan opera sanatı, her şeye rağmen programını gene aynı asır içinde tamamlamış, bu suretle uzun sürmüş olan münakaşaları [tartışmaları] da önlemeye muvaffak olmuştur.

            Menşeinin [Kökeninin] en eski devirlerdeki mistik âyinlerde aranması icap eden opera sanatı, bilhassa eski Yunan kültürünün olgun bir sanat şekli idi. Nitekim Aiskhylos’in, Sofokles’in, Euripides’in facialarına [trajedilerine] ekseriya bir koro refakat [eşlik] ederdi. Bu eserlerde geçen monologlarla düetlerin çoğu teganni [şarkı] ile icra edilirdi.

            Opera, garpte [Batıda] Ortaçağda Hıristiyanlık mevzularının müzik refakatinde teganni ve jestlerle oynanmaya başlamasıyla tekrar görülür. Oratorium denilen bu neviden dinî eserler, antik dünyaya, yani klasik sanata tekrar dönüş demek olan Rönesans’ta, Yunan trajedisini taklit suretiyle meydana getirilen, mukadderatı ilk olarak 17. asırda Floransa’da taayyün edilen [ortaya çıkan] din dışı operalar yanında, müstakil bir sanat olarak inkişaf etmiştir; hattâ din müziği edebiyatı arasındaki varlığını zamanımıza kadar muhafaza etmiştir.

            Opera, İtalyanca bir kelimedir. En eski zamanlarda sadece “opera in musica”, yani “müzik eseri” mânâsına kullanılmıştır. Bu itibarla müzik kompozisyonlarına umumiyetle “opus” denmiştir. Bu kelime, İtalya’da 1650 senesinden sonra, müzikli sahne eseri mânâsına kullanılmıştır. Evvela 19. asırda, Richard Wagner ile beraber, bu gibi eserlere “müzikli dram” adı verilmiştir.

            Operanın nasıl bir sanat olduğuna gelince: Şimdiye kadar operayı muhtelif şekillerde tarif eden bediiyatçılar [estetikçiler], günün birinde şöyle bir tarifi de ortaya attılar; operayı şu cümleyle izah etmek istediler: “Opera, müzik sanatındaki yüksek ihsas [sezdirme] ve tedai [çağrışım] kudretinden faydalanmak suretiyle, poeziye [şiire] ileri bir ifade ile tehyiç [coşturma, heyecanlandırma] imkânı veren bir sanattır”. Fakat bu tarifi olduğu gibi kabul edersek, müzik sanatını şiiri tamamlayan bir sanat olarak kabul etmemiz lazım gelir. Hattâ bu tarif, müziğin metinli, yani güfteli sanat nevilerine sırf refakati deruhte etmiş [üstlenmiş] olduğu, yahut da müziğin metindeki şiir muhtevasını [içeriğini] yükseltmek suretiyle esas rolü üzerine alıp, metni kendine refakat ettirmekte olduğu mealinde [yolunda] iki mühim düşünceye de yol açmaktadır. Esasen bu iki düşünce, sahne musikisi bestekârları arasında bariz bir fark da meydana getirmektedir ki, bunların bir kısmı müziği, bir kısmı yalnız metni, bir kısmı da her iki unsuru müsavi [eşit] nispetlerde ön plana almak suretiyle sahne eserleri yaratmışlardır.

            Opera sanatı, hiç şüphe yok ki, muayyen [belirli] bir vakaya bağlı olan, muayyen bir plan ve program tahtında [dahilinde] cereyan eden bir sanat şeklidir. Nitekim işin edebî kuruluşunu temin eden vaka keyfiyeti, yani mevzu, bu sanatı kulağa olduğu kadar göze de bağlamıştır; esere gözle görülür bir mahiyet de vermiştir. Bundan dolayı opera sanatı, senfonik müzik gibi, mânâ ve mefhumu [anlam ve kavramı] sırf kendinde mündemiç [kendi içinde saklı] olan herhangi bir edebî metne veya mevzua lüzum göstermeyen mutlak bir şekil karşısında, tamamen başka bir gayeye hizmet etmiştir. Bu takdirde, sahneden ayırt edilerek dinlenen, yani gözle görülür tarafından mahrum bırakılan bir sahne müziği, insanı yalnız kulak yoluyla tatmin edemeyeceği gibi, müziğinden uzaklaştırılmış olan bir opera metni de, müziksiz sahne eserleri gibi, edebî zevkimizi tam olarak tatmin edemez. Çünkü opera, bilhassa Richard Wagner gibi bir yaratıcının kafasında, ses, söz ve fikir bütünlüğü halinde doğmuştur ki, bu bütünlüğün herhangi bir şekilde aksaması, müziği olduğu kadar, metni de mutazarrır eder [zarara uğratır]. O halde metinli eserlerde ne müzik ne de vaka, eserin poetik muhteviyatını yalnız başına temsile muktedir değildir.

            Diğer taraftan “mutlak müzik” dediğimiz, sırf âletlerle icra edilen sanat nevi, bedii muhtevasının [estetik içeriğinin] kıymeti ve dinleyicisinin idrak kabiliyeti nispetinde muhayyeleye [hayal gücüne] seziş verir. Bu meyanda ifade, tam bir vuzuha dayanamaz [açıklık gösteremez]; esasen bu neviden bir sanat eserinin kıymeti, her şeyden ziyade sonsuz bir müphemlik [belirsizlik] içinde akıp gitmesindedir.

            Yukarıda izah edilen her iki tip müzik nevi üzerinde mukayese yapabilmek için Bizet’nin Carmen operasını ele alırsak, eserin bütün sahnelerinde sanatkârın, metinle müziği ne mesut bir münasebet tartında birbirinin hizmetine memur etmiş olduğunu hayretle görürüz. Nitekim burada ne müziği, ne de metni birbirinden bir an için ayırmaya, her iki unsurdan ayrı ayrı faydalanmaya imkân yoktur. Diğer taraftan senfonik müziğe misal olmak üzere, büyük üstat Beethoven’in 7. Senfoni’sinin ağır kısmını ele aldığımız takdirde, sanatkârın her eserinde olduğu gibi bu eserinde de bizi, ne olduğu, nereden geldiği bilinmeyen bir saadet içine atmak niyetinde olduğu derhal anlaşılır. Nitekim biraz evvelki Carmen tahlilinde müşahede ettiğimiz gibi, müziğin ne demek istediğini burada göz ile de teyide imkân yoktur. Burada her şey, iç âlemimize müteveccihtir [yöneliktir]. Eseri her dinleyen, ancak duyabildiği, sezebildiği şeyler nispetinde faydalanmaya muvaffak olur. Fakat her seziş, güzel olduğu kadar da sonsuz olan bir müphemlik [belirsizlik] içinde yuvarlanıp gider.

            İnsan ruhuna zahmetsiz ulaşan sanat eserleri olduğu gibi, muayyen bir sanat terbiyesinden gelen sevgi ve cesaretle, kendilerine bizzat gidilmesi zaruri olan sanat eserleri de vardır. İşte bu yolda bir problem, mutlak müzik eserleri için olduğu gibi, tasvire ve görülür hakikatlere ulaşan müzikli sahne eserleri için de varittir [geçerlidir]. Nitekim Bizet sanatı insana kendiliğinden nüfuz eder. Halbuki Wagner gibi bir sanat büyüğünün kastettiği mânâya ulaşabilmek için, insanın yerinden kıpırdayıp ona doğru yürümesi, adım adım yol alması lazımdır. Hattâ Wagner trajedilerinin ekserisi, bağlı olduğu mevzudan dolayı veya metnin felsefi mahiyeti bakımından, Bizet sanatının aksine olarak, seyircinin ruhuna tam bir vuzuhla da ulaşamaz; bu neviden eserler, çok kere sembolik kalmaya mahkûmdur. Onun içindir ki, Wagner’in bilhassa son yaratma devresinde meydana getirdiği operalar, dünyayı karanlık gören Schopenhauer felsefesini sevgi yoluyla iyimserliğe götüren bir felsefe olarak tanınmaktadır. Yani Wagner felsefesi, Schopenhauer felsefesinin mütemmimi [tamamlayıcısı] telakki edilmektedir. Bunun aksi de varittir. Hattâ maksat ve gayesi sırf örf yoluyla cemiyetin görünür marazlarını teşhise yeltenen müzikli sahne eserleri de mevcuttur. Nitekim 18. asrın başından beri bu neviden moral eserlerin adedi sayılamayacak kadar çoğalmıştır.

            Mutlak müziğin, yani sırf âletlerle icra edilen müzik nevinin en büyük mümessili olan Beethoven gelinceye kadar, garp sanat dünyası daha ziyade çok eski bir mazisi olan metinli, mevzulu müziğe bağlı idi. Hattâ 18. asrın sonlarına doğru, müzik sanatının biricik dâhisi olarak tanınmaya başlamış olan Beethoven bile, ihtiyar şair Goethe’yi sanat hakkındaki kanaatlerinden ayıramıyordu; zamanına göre yepyeni bir sanat şekli olan senfoniye şairi bir türlü yaklaştıramıyordu. Hattâ Mozart’ı sırf bir operacı olarak tanıyan şair, Mozart’ın ölümünü, müzik sanatının da ölümü telakki etmişti. Halbuki opera üstadı Mozart ile senfoni üstadı Mozart arasında bir mukayese yapmak istendiği takdirde, Mozart’ın opera ve senfoni gibi iki büyük sanat istikametine göre yazdığı eserlerde, hep bir kaynaktan beslenmiş olduğu hayretle müşahede olunur [gözlemlenir]. O halde bu büyük adamın gerek operası, gerek senfonisi, bize bir tek portreyi, yani yalnız Mozart portresini yaklaştırır.

            Opera sanatını, temsilî olduğu kadar, plastik bir sanat telakki etmek de doğru olur. Hattâ büyük bestekâr Wagner’in bu sanatı bütün sanatların bir halitası [alaşımı] telakki ederek, mücadelesine bu bakımdan devam etmesi, operanın her tip sanat adamına lüzum gösteren kombine bir sanat tipi olduğu hakikatini tam olarak açığa vurmuştur. Nitekim metin bakımından edebiyatçıya, müzik bakımından bestekâra ve icracıya, temsil bakımından muganni [şancı] ile sahne sanatkârına, sahnenin tanzim ve tertibi bakımından ressama, heykelciye, hattâ mimara ihtiyaç gösteren opera, Wagner’e göre, bütün sanatları bir gaye uğrunda birleştiren bir sanat meşgalesidir. Onun içindir ki, Wagner bu yoldaki mücadelesine çekinmeden devam etti. Günün birinde idealinin tahakkuk etmiş [gerçekleşmiş] olduğunu görmek saadetine bile nail oldu [erişti].

            Opera esas itibariyle, insan tahassüsünü [duygularını], en saf, en tabii şekilde ifade eden şarkının, uzun ve devamlı bir şeklidir. Bünyesinin hususiliği bakımından büsbütün başka bir esasa bağlı olan Wagner operaları bir tarafa bırakılırsa, diğer operaların, teganni [şarkı, şan], koro, orkestra partileri gibi muhtelif unsurlarını birtakım ufak ve müstakil gruplara bölmek, bu gruplar arasında bazı müstakil şarkı tiplerine tesadüf etmek mümkündür. Operaların bu neviden şarkılarına, “arya” adı verilmektedir. Bu takdirde, operalarda bazen teganni partisiyle pek alâkalı olmayan orkestral müziği, yani orkestra ile refakat müziğini, eski Yunan trajedilerine refakat eden korolarla mukayese etmek de mümkündür. Bu takdirde refakat, eserin şiir muhtevasını âdeta himaye edecek mahiyette bir rolü üzerine almış bulunmaktadır. Diğer taraftan, günlük hayatımızda hiçbir zaman şarkı ile konuşmayacağımızı ileri sürerek operayı anormal bir sanat olmakla itham edenler, haddi zatında [aslında] operayı değil, insandaki tabii sanat temayülünün [eğiliminin] en saf bir tezahürü demek olan şarkıyı inkâr etmiş olur. Halbuki opera, birçok şarkıların bir araya gelmesiyle elde edilmiş sanat şeklinden başka bir şey değildir. Onun içindir ki, opera sanatının da, diğer sanat eserlerinin hepsi gibi, realite olarak değil de, sun’iyet [yapaylık] olarak kabul edilmesi icap eder.

            Opera eserinde, metnin mi, yoksa müziğin mi ön planı işgal ettiği meselesine gelince: Bu mesele de, tenkitçiler arasında bir hayli çarpışmayı mucip olmuştur. Hattâ Rönesans’la beraber, ilk olarak Floransa’da başlayan müzikli sahne eserlerinde kompozisyon, armonik bünyesi bakımından sırf bir refakat unsuru olarak işlenmiştir; bu yüzden hep ikinci planda kalmıştır. 18. asrın ilk yarısında yazılmış olan Orta Avrupa ile Cenup [güney] Avrupa’sı operalarında ise, müzik metinle biraz daha hemayar [aynı ayarda] tutulmaya başlandı. Bu suretle ses, söz, orkestra ile teganni arasında az çok bir muvazene [denge] meydana gelebildi. 18. asrın son yarısındaki klasik operada ise, teganni ile orkestra, metne nazaran daha mühim rolleri üzerine aldı; sanatta ilk defa 19. asrın romantik havası içinde tamamiyle antik ruha dönen orkestra musikisi, refakat unsuru olarak değil de, mevzuyla yakından ilgili, fakat tamamen müstakil bir yaratma halinde inkişaf etti. Nitekim bu tarzın en güzel misallerini bize yalnız Wagner gibi bir üstat verebilmiştir.

            Zamanımıza doğru meydana gelen operalarda, müziğe nazaran metni tamamen ön plana almış olan bestekârlar da yok değildir.

            Son 50 yıllık kültür faaliyeti arasında millî ruhu en iyi bir şekilde temsil edebilmiş bir sanat nevi olarak sevilen opera, dünyanın her yerinde layık olduğu mevkie yükselmekle, kardeş sanatların da inkişafını sağlamış, bedii zevkin her bakımdan gelişmesini mucip olmuştur.