Sanat ve Edebiyat Gazetesi
Sayı: 5
1 Şubat 1947
Cevad Memduh Altar
Mücerret [soyut] bir yaratış olan müzikte ancak edebî bir metinle işbirliği yapan sanat şekilleri, mânâ ve muhtevayı [anlam ve içeriği] az çok açıklayabilir. O halde metin, edebî bir muhtevayı ortaya atacak demektir ki, şiirin bu suretle açıklayabildiği mânâ, dinleyiciyi imkân nispetinde tatmin etmiş sayılır.
19. yüzyılın ilk yarısında, Romantikler’den Schumann ile başlayan yeni “Lied” (şarkı) üslûbunda iş büsbütün değişir. Burada Klasikler’in aksine olarak, metin ile müziğin, eserin meydana gelmesine aynı nispette müessir [etkili] olmaları, müziğin şiire refakat [eşlik] etmesi keyfiyetini [durumunu] ortadan tamamen kaldırmış, aynı atmosfer içinde, yan yana yürüyen iki edebî bünyeyi ön plana almıştır. Bu takdirde, Romantikler’in “Lied”ler için, tamamen bağımsız piyano eserleri halinde yazdıkları refakat müziklerinin de, eserin mânâ ve muhtevasını [içeriğini] açıklamaktan uzak, mücerret buluşlardan başka bir şey olamayacakları muhakkaktır. Bu böyle olunca, metinle hiç ilgisi olmayan “absolü müzik” (öz sanat) nevilerinin büsbütün mücerret birer sanat şekilleri oldukları kendiliğinden anlaşılır.
Sanat ve Edebiyat Gazetesi’nin ikinci sayısında Suut Kemal Yetkin’in yayımladığı başyazıda da gördüğümüz gibi, çaldığı bir eserin neyi anlattığı kendisine sorulan Beethoven, aynı eserin birkaç ölçüsünü piyanoda tekrarladıktan sonra: “İşte bunu anlatıyor…” diye cevap vermekte haklıdır. Sanat buluşları hakikaten abstre [soyut] bir yolda geliştikleri zaman, mânâ ve mefhumlarına yaklaşmış olurlar. Tevekkeli büyük fizik bilgini Helmholz: “Sanatın en güzel tarafı, tamamen anlaşılabilen tarafları değiş de, hiç anlaşılamayan taraflarıdır” dememiş.
Müziği, yalnız metinle anlaşılabilir bir durumdan kurtarmak değil, sahne sanatının göze hitap eden yapısından da uzaklaştırmaya çalışan Franz Liszt’in, neden opera yazmak istememiş olduğu pekâlâ anlaşılıyor. Nitekim Liszt, sanatta muhayyilenin [hayal gücünün] görünür gerçeklerden daha ileri gidebileceğine inanmış, eserlerinin mutlak bir vadide gelişmesini her şeye tercih etmiştir. Sanki Richard Wagner, sahnede geçen hadiselere bağımsız yaratmalar halinde refakat eden orkestral buluşlarıyla, metnin açıklayabildiği şeyleri gene mücerret mânâ içinde örtmeye çalışmamış mıydı? İşte Wagner’in, müspet ilimci Helmholz ile birleştiği nokta!...
Beethoven’in ölümünden 19 yıl sonra (1846), çoktan unutulmuş olan 9. Senfoni’yi, Dresden’de yeniden konser programına alan Richard Wagner’e, Beethoven’in bu eserle neyi anlatmak istediğini sormuşlar. Eseri, büsbütün izah etmeden çaldırmayı her nedense mahzurlu bulan Wagner, konser günü, yüzünü halka dönerek, senfonik mahiyetteki eserlerin hiçbir vakit izah edilemeyeceğine işaret ettikten sonra, 9. Senfoni’nin her dört kısmını da ancak büyük şair Goethe’nin “Faust” adlı trajedisinden aldığı bazı mısraların yarattığı mefhumlarla mukayese etmeye çalışmış, böylelikle senfoniyi gene mücerret bir sanat eseri olmaktan ileri götürememiştir. O halde, bilhassa müzik sanatında plastikleşmiş bir muhteva aramaktansa, insanoğlunun iki ana duygusu demek olan “neşe” ile “keder”in çeşitli nüansları içinde bir şeyler sezmeye çalışmak doğru olur.