“Radyo” dergisi
Ekim 1945
Sayı: 46
Cevad Memduh Altar
Millî Rus müziğinin beş kurucusundan biri olduğu kadar, Fransız bestecisi Debussy’yi tesiri altına aldığı için, modern müziğin de (empresyonizmin) önderi sayılan Mussorgsky, estetiğinin özelliği bakımından dikkatle incelenmeye değer bir sanat adamıdır. Diğer taraftan, Mussorgsky’nin sanat görüşlerini kesin bir sisteme bağlamak, bugün için kolay bir iş olmamakla beraber, yakın dostu olan ve zamanında Rus müziğinin “Beşler” diye anılan ilk kurucularının eserlerini tahlil etmesinden dolayı, 19. yüzyılda Rus fikir hayatının biricik müzik tenkitçisi olarak tanınan Wladimir Wassilyewitsch Stassoff’a gönderdiği mektuplardan, “Mussorgsky estetiği”nin nasıl bir temele dayanabileceğini sezmek mümkündür.
O halde Mussorgsky’nin arkadaşı Stassof’a yolladığı 37 mektup incelenirse, bu tanınmış bestecinin sanat görüşlerini, şu yolda bir cümle anlatmak mümkün olur: “Sanatı, tamamen dış dünyaya bakan bir zevk vasıtası olarak tanımamakla beraber, kapalı fikirlerden doğan Şekil Estetiği’ne alabildiğine karşı duran bir enerji”. Bunun içindir ki, bütün Romantiklerde olduğu gibi, sırf heyecana dayanan sanat görüşlerinin en zararsızına bile Mussorgsky’nin tahammülü yoktur. Ona göre, heyecan ile müzikal şekil, eski estetiğin tamamen aksine olarak, ayrı şeyler değildir; ve bu “bütün”ü birbirinden ayırabilecek hiçbir engel bahis mevzuu olamaz. Mussorgsky’de klasik estetiğin heyecan prensibinden doğan şekil, birdenbire en geri plana çekilir ve sanatta “iç yaşayışın verimi” demek olan müzik, yani ifade, ön plana geçer. O halde, Mussorgsky bakımından müzik, doğrudan doğruya sanatçının iç durumundan kopan gerçek bir yaşamadır.
Diğer yandan, Mussorgsky’nin eserlerinde anlatmak istediği bu türlü bir yaşayışın da az çok kesin bir şekle bağlanması zaruridir. Mesela, Mussorgsky’ye göre sanatçının yaşayışı, şahsiyeti olmayan, silik bir yaşayış değil de ahlâk icaplarına ve sosyal bünyeye bağlı olan bir yaşayıştır. Nitekim Mussorgsky bu tip yaşamaya biricik misal olarak halk sevgisini göstermekte, hattâ halkın sevincini ve kederini halk kadar içten duymanın, “müzik” demek olduğunu ileri sürmektedir. Mussorgsky, Stassoff’a yazdığı mektupların birinde şöyle diyordu: “Sanatta yalnız güzelliğe vücut vermek büyük bir saflık olur ve bu şekilde çalışma, sanatın çocukluk çağına dönmekten başka bir şey değildir. İnsanın ve insan kitlelerinin tabiatında öyle anlar vardır ki, şimdiye kadar pek az tarafları bilinen bu alanda bir şeyler araştırmaya, bir şeyler elde etmeye sebatla çalışmak, sanat adamının asıl mesleğiyle uğraşması demektir… İnsan, sosyal bir varlıktır ve başka bir şey olmasına imkân yoktur. Tek insanda olduğu gibi, insan kitlelerinde de o derece ince, o derece elde edilemez ve şimdiye kadar hiç kimsenin el değdiremediği özellikler bulunmaktadır ki, bunları inceleyip meydana çıkarmak, yahut bunları canlı araştırmalarla içten duymak ve bu elde edilen şeylerle, yani bu derece sağlam olan ve hiç kimse tarafından tadılamamış bulunan bir yiyecekle insanları beslemek (şüphesiz) bir ödevdir. Hiç bundan daha büyük bir zevk olur mu?”. Görülüyor ki insan, fakat sosyal bir varlık olan insan, sonra sırf insan duygusuna dayanan hakikatler, Mussorgsky sanatının öz varlığını yaratan unsurlardır; ve Mussorgsky’vari bir estetiğin özelliği de ancak bu yolda bir anlam içinde meydana çıkmış olur. Onun için, sanatçının kendisi de şöyle demekte idi: “Müzik, öz yaşayışın yankısı olmalıdır”.
Mussorgsky’nin estetik anlayışına temel olan bu neviden görüşler, bu tanınmış sanat devrimcisinin günün birinde, gene aynı görüşlerden doğan yepyeni bir teknikle ortaya çıkmasını sağladı. Böylelikle bir nevi Müzik Natüralizmi yaratmış olan Mussorgsky, “armoni” ilminin o zamana kadar kullanılan belli başlı kaidelerini altüst etti; klasik müzik mimarlığını yıktı; bu suretle Fransa’da Debussy’nin elinde yetişen Müzik Empresyonizmi ile Ekspresyonizmi’ne önderlik eden ilk eserler meydana gelmiş oldu.
Diğer taraftan Mussorgsky, bütün yaratmalarında, -senfoni müstesna- hemen her tip eserden örnek vermiş, fakat bu arada insan ve insan topluluğuna fazla bağlandığı için olacak ki, daha çok sözlü müziği ön plana almıştır. Bu suretle, geçen yüzyılın yeni Rus müziği repertuvarına, başlangıçta hemen hiç kimse tarafından layık olduğu derecede sevilemeyen operalar ile şarkılar ve koro eserleri de katılmış oldu.
Bu eserler arasında, değil yalnız Rusya’da, dünya opera repertuvarında bile yer almış olan “Boris Godunov” operası, gerek müzik, gerek şahıslardaki tezatlar ve esere hakim olan estetiğin özelliği bakımından, tam mânâsıyla orijinal bir yaratma mahiyetindedir. Bir kere Mussorgsky, geleneğe giden yolları tamamen tıkamış, özlenen amacın geçmişte değil gelecekte olduğunu, insan topluluğunun geleneğe değil yeniliğe hasret duyduğunu, gene bu eserle sanat dünyasına haykırmıştır.
Hattâ kendisi de şöyle diyordu: “Sanat adamları akıl ve iradeden uzaklaşarak, kendilerini geleneğin bağlarına sımsıkı bağladılar; bu suretle tembelliği takviye etmiş olduklarının farkına varmadıktan maada [başka], üstelik mühim işler başarmış olduklarına inandılar; bunlar, gördükleri işlerden dolayı yorulduklarını, dinlenmeye muhtaç olduklarını da söylediler; fakat bu aradıkları huzuru nerede bulabileceklerdi? Şüphesiz gelenekte. Bunlar, dedelerimiz ne yaptı ise biz de onu yapacağız dediler. Halbuki insanların, yeniden pişirilmiş taze bir yiyeceğe ihtiyacı var. Onlara taze gıda verin, onlar sizden bunu rica ediyorlar. Ah sizi gidi, mezarların içinden bir şeyler bulup çıkaracağız diye uğraşanlar sizi! Bütün bu gördüğünüz işler, vaktinde yapılması zaruri olan işlerdi, çünkü o zaman sanatın gelişmesi lazımdı. Nitekim sanatın bugün de gelişip ilerlemesi lazım; sizler onu ne kadar geriye çekseniz de o gene gelişmesine devam edecek”.
Görülüyor ki, Mussorgsky, zamanının yaratma ruhuna tamamen aykırı bir hamle ile, yeniye hasret çekiyor; ondan dolayı sanattan, senfoniden kaçıyor; şekil estetiğinden uzaklaşıyor; insan ruhunun, hattâ halk ruhunun özelliklerine dalıp, oradan bir şeyler bulup çıkarmaya çalışıyor. Diğer taraftan Mussorgsky, Stassoff’a yazdığı diğer bir mektupta da şöyle demektedir: “Maksadım kendimi halka tanıtmak değildir; bilakis bütün arzum, halkla aramda bir kardeşlik münasebeti kurmaktır, fakat bu istek bana hem korku veriyor, hem beni büsbütün kendine çekiyor”. Bununla beraber Mussorgsky, halka karşı duyduğu sevgi ve saygıda, hiçbir zaman realitenin dışına çıkmamış, kendini alabildiğine bağlı hissettiği halk topluluğunu olduğundan daha başka göstermek ihtiyacını duymamıştır. Hattâ sanatçı, mektuplarının birince, o zamanki halk topluluğunu şu şekilde vasıflandırıyordu: “Biz ilerledik! Hayır, yalan söylüyorsun, olduğumuz yerde duruyoruz. Kâğıtlar, kitaplar ilerlediler, fakat biz olduğumuz yerde duruyoruz. Halk bünyesinden ne türlü bir yemek pişirilmekte olduğunu kendi gözleriyle görüp anlamadıkça, kendisinin şu veya bu şekilde pişirilmesi lazım geldiğini bizzat istemedikçe, olduğumuz yerde durmaktan başka elimizden bir şey gelmez”.
İşte bu görüşlerden de anlaşılıyor ki, Mussorgsky sanatı için klasiklerin kastettiği mânâda bir “estetik” bahis mevzuu değildir. Hattâ Mussorgsky estetiğinin özü, alabildiğine insana dayanmaktadır. Huzur, sessizlik, neşe, âhenk, hattâ aşk gibi sahneler, onun sanatından oldukça uzaktır. Mussorgsky’yi her yaratma ânında, kalabalık bir halk topluluğunun üzüntüsü, derdi, günahları, kederi, bayağı hisleri, felaketi, velhasıl her şeyi yakından ilgilendirir. Bu hal sanatçıyı ister istemez karanlık bir mizaha, sert bir gülüşe, arka arkaya değişen heyecan tezatlarına çeker götürür. Sanatçı ancak metinli eserlerine seçmek zorunda kaldığı korku, dehşet, felaket, şeamet [kötülük] nevinden konular içinde sanatını yaşatma imkânı bulabilmiştir. Bundan dolayı aradığını, Klasiklerle Romantiklerin yaptıkları gibi, mistik ve kapalı bir düşünüşte bulamayan Mussorgsky, sonat, senfoni, senfonik şiir gibi mutlak yaratmalardan kaçarak, dramatik hakikatlere, sahne tesirine el uzatmak zorunda kalmıştır.
Sanatçının, az zamanda dünya repertuvarına katılan “Boris Godunov” operasında, rakibini öldürüp tahta yeniden oturan Çar Boris ile Boris’in tahtı reddetmemesini kırbaç korkusu altında Tanrıdan dilemek zorunda kalan mustarip halk, nihayet Çar Boris’in yaptığına pişman olarak vicdan azabı çekmesi ve aynı azap içinde ölmesi vesaire gibi sahneler, senfonik tahayyüle tezat teşkil ettiği kadar, Mussorgsky sanatına temel olan korku, dehşet, ihtiras, intikam nevinden olaylar arasına eşine az tesadüf edilen bir diğer konunun da katılmasını mucip olmuştur.
Bununla beraber, elde bulunan diğer sanat eserlerine karşı duran Mussorgsky sistemi, bütün çekingenliğine rağmen, sanat dünyasının öz kıymetlerini inkâr etmiş de değildir. Hattâ sanatçı, kendince birer yüksek varlık olarak tanıdığı bazı kıymetleri, şu cümle ile vasıflandırmıştır: “Şiirde iki dev vardır: Kaba Homer ile ince duyuşlu Shakespeare. Müzikte iki dev vardır: Derin düşünen Beethoven ile olağan üstün düşünebilen Berlioz. Şimdi bu dört devin yanına birtakım generallerle emir subayları verirsek, herhalde hoş bir topluluk meydana gelmiş olur. (Fakat) bu devlerin yanına verilen insanlar şimdiye kadar ne yaptılar? Bunlar, ancak devlerin açtığı yollar üstünde, pek o kadar ilerisine gidemeden, at koşturup dans ettiler”. İşte bu düşünce de gösteriyor ki Mussorgsky, yukarıda adları geçen dört sanat büyüğünden başkasına önem vermemektedir.
Diğer taraftan Stassoff’un Mussorgsky biyografisinde anlattığı gibi, bestecinin Rus halk sahnelerinden mülhem olarak [esinlenerek] sırf klasik şekilde meydana getirmiş olduğu “Intermezzo symphonique” adlı eserinde, halkın hayatında daima göze çarpan değişik intibalara [izlenimlere] sımsıkı bağlanması, Mussorgsky’yi, Empresyonizm’i Debussy’den önce kurmuş bir sanatçı olarak dünyaya tanıtmıştır. Nitekim Mussorgsky’nin bu eserinde “tesir” ile “ifade” arasındaki duvarı mümkün olduğu kadar kaldırmak istemesi, onun her şeyden evvel müzik İntibacılığının önderi olarak tanınmasına yol açmıştır. Ondan dolayı “Mussorgsky’vari” sanat buluşları, hele klasiklerde olduğu gibi, aynı fikirleri tekrarlamak suretiyle meydana gelmiş olan eserlerden alabildiğine uzaklaştırmaktadır. Burada daima değişen bir ruh haletinin yarattığı intibaları müziğe çabucak nakledebilmek bakımından oldukça güç bir yaratma enerjisi bahis mevzuudur ki, bu suretle eserin devamı boyunca aynı cinsten ruh haletlerinin tekrarlanmaması, baştan aşağı yeni bir yolun, yeni bir imkân ile yeni bir malzemenin meydana çıkmasını sağlamış, ve müzikte İntibacılık mesleğinin kapısı ilk olarak Mussorgsky tarafından açılmıştır. Şu farkla ki Mussorgsky, insan ve insan topluluğu (halk) yoluyla Empresyonizmi açarken, büyük Fransız üstadı Debussy aynı görüşleri sırf tabiate dayanan bir realite yoluyla geliştirip olgunlaştırmıştır. Debussy çapında bir sanat büyüğü için tam mânâsıyla dönüm noktası olan Mussorgsky buluşlarına daha esaslı bir şekilde yaklaşabilmek için, sanatçının, Rimsky-Korsakoff’un birbirinden güç olmak üzere yeniden 16 Füg yazmış olduğunu işittiği zaman söylediği sözleri gözden geçirmek kâfidir. Nitekim Mussorgsky, bir mektubunda bu hadise için şöyle demektedir: “Acaba bu insanlar Füg veya üç perdelik opera (obligat üç perde) yazmaktan ne zaman vazgeçecekler de kendileri için lüzumlu kitaplara göz atacaklar ve bu kitaplarda karşılaşacakları lüzumlu şahıslarla konuşabilme imkânını elde edebilecekler? Yoksa buna daha vakit mi var?... Bugünün insanı artık böyle şeyler istemiyor; bugünkü sanat başarısını bu neviden işlerle ölçmeye imkân yoktur. Nerede olursa olsun, kendini duyurabilen bir yaşayış, ağzımızı ne kadar ekşitse de kulak asmamamız icap eden bir hakikat; insanlara duyurabileceğimiz cüretli ve dürüst bir söz; işte hedefine tam olarak ulaşmış silahlar! Benim elimdeki hamur da aynı şeyden yoğrulmuştur. Benim istediğim de bundan başka bir şey değildir. Elimden kaçıracağım diye beni korkutan şey gene budur. Bana öyle geliyor ki, beni bu yöne iten başka birisi var, işte ben hep böyle kalacağım”.