Cevad Memduh Altar1902-1995
English | Français | Deutsch | Italiano | Español

ESERLERİMAKALELER

Bu belgeyi Word Dökümanı Olarak İndirebilirsiniz!

“Ulus”
9 Aralık 1941, Salı

Ölümünün 150. yıldönümünde

M O Z A R T

Bu deha 35 yıllık bir hayata 500’den fazla eseri nasıl sığdırabilmişti?

Cevad Memduh Altar

            Büyük sanatkâr Mozart, 150 sene evvel (1791) Birincikânun [Aralık] ayının 5inci günü gözlerini dünyaya yumdu. Bu verimli dâhi, 35 senelik bir hayata, 500’den fazla eseri nasıl sığdırmıştı? O zaman Orta Avrupa müzik yaratmalarının merkezi olan Viyana, bu büyük adamı göğsünde saklarken, bir buçuk asır sonra Mozart’ın dünyanın bu en karışık zamanında bile hayretle anılacağının farkında bile değildi. Viyana, bu 150 sene sonraki Mozart heyecanını o zaman nasıl tahmin etsin ki, binbir ıstırap içinde dünyaya yüz çeviren bu eşsiz deha, öldüğü gün dört kişinin sırtında bir çukura atılmış ve birkaç gün içinde o çukurla beraber unutulmuştu. Fakat her şeye rağmen Mozart ruhu, kendinden sonraki sanat nesillerin içinde bütün parlaklığıyla yaşadı ve insanlık, zamanla, bu dehayı unutmak hatasını tamamen anladı. Nitekim geçen asırdan beri Mozart için abideler dikilmiş, Mozart dilini anlamaya yeltenen âlimler ve sanatkârlar yetişmiş, Mozart sanatını inceleyen enstitüler kurulmuş, anavatanı olan Salzburg’da her yıl Mozart festivalleri yapılmış ve insanlık ona karşı işlediği hatayı ödeyecek her çareye başvurmuştur.

            Viyana Klasikleri üslûbunun kurulmasına, Haydn ile Beethoven arasında mühim hizmeti dokunan Mozart, hem senfonik müzik, hem de sahne müziği sahasında insanlığa abideler vermiş ve Orta Avrupa sahnesi evvela Mozart eliyle millî gayeye ulaşabilmişti.

            35 senelik çok kısa bir hayat içinde, sanat yaratmalarına çocukluk çağında başlayan Mozart, 6 yaşından itibaren, Garbın [Batının] mühim merkezlerine turneler yapmış, ve gene aynı yaşlarda piyano virtüozu olduğu kadar, kompozitör olarak da tanınmıştı.

            Mozart, tam 11 yaşında, o zamanki sahne müziği için moda olan İtalyan dili ile ilk operasını yazdı. Sonraları da aynı dil ile daha birçok sahne eseri meydana getirdi. 15 yaşına doğru hayatının ikinci ibda [yarama] devresi olan Salzburg Sarayı hizmetine girmeden evvel, İtalya’ya gitti ve orada İtalyan sanatkârlarını hayrete düşürdü. Bütün bu turnelerden Salzburg’a dönüşte, artık hayatının yarısına yaklaşmak üzere olduğunu sanki fark eden sanatkâr, akıllara hayret veren bir süratle mütemadiyen yaratıyor, bütün eserlerinin doğuşunda ve oluşunda âdeta şahsını ilgili görmeyen bu dâhi çocuk, kendini hiç de elinde olmayan bir iradesizlikle, bu yaratma insiyakına [içgüdüsüne] terke mecbur kalıyordu.

            Acaba bütün bu hadiseler nasıl ve ne gibi bir içtimai bünye üzerinde olup bitiyordu da, Mozart’ın faaliyeti en ufak bir sekteye bile uğramıyordu? Bu suale verilecek biricik cevap, bütün hayatınca maddi ve manevi sıkıntıların akla gelmeyenleriyle çarpışan Mozart’ın, kelimenin en kati mânâsıyla “bir ıstırap çocuğu” oluşudur. Mozart, sanat ihtirasını tatmin için, bazen elim şartlar altında çalışıyor, çok kere işinin başında kalıyordu. Orta halli bir viyolonist olan babası Leopold ile çok sevdiği anasını ve daha sonraları hayat arkadaşı Contanze’yi geçindirmek için, kendini tatmin etmesine imkân olmayan eserler de yazmak mecburiyetinde kalmıştı. 1781 senesine kadar birbirini kovalayan sanat turnelerinden sonra Mozart, müzik edebiyatının hemen her sahasında sayısız eserler yarattı.

            Sanatkâr, öteden beri Salzburg Büyük Dükü tarafından sanatı ve şahsiyeti bir türlü takdir edilemediği için, günün birinde baba ocağını terke mecbur kalmış ve 1781 senesinden sonra Viyana’ya yerleşmişti. Mozart, hayatının 6 seneden ibaret olan bu son yaratma devresi içinde, insanlığa en ulu eserlerini verdi. Hattâ 1777 senesinde annesiyle beraber Mannheim’de bulunduğu sıralarda, genç muganniye [şarkıcı] Aloysia Weber’in verdiği kalp üzüntüleri, müteakip senelerde Viyana ve Prag’da geçen hummalı bir çalışma içinde biraz sükûnet bulur gibi olmuş ve sanatkâr bu son eserlerini bütün kuvvetiyle sanatına hasredebilmişti. Nitekim dinî ve dinî olmayan yaratmaları arasında, operalarıyla senfonileri ve her nevi konçertosu, bu son 6 sene içinde sanat tarihinin o âna kadar görmediği eserlerle takviye buldu. Bu üç mühim tarzın en son eserleri, Viyana “mutlak müzik” üslûbu (senfonik müzik) ile İtalyan müzik dramatürjisinin sentezi mahiyetinde olan “Orta Avrupa millî opera istikametinin” artık emniyetle kurulabilmesini temine kâfi gelmişti. Büyük dâhinin, bilhassa Sol-minör ve Do-majör senfonileriyle “Saraydan Kız Kaçırma”, “Figaro’nun Düğünü”, “Don Juan”, “Sihirli Flüt” operaları ve nihayet dinî eselerinin en mühimlerinden birisi olan o meşhur “Requiem”, sanatkârın bütün ibdalarını o zamana kadar görülmemiş bir zafer tacıyla örtüyordu.

            Genç Mozart, gene bu senelerde, o âna kadar Orta Avrupa sahnesini mütemadiyen nüfuzu altına almış olan İtalyan sahnesine karşı bilfiil mücadeleye başlamıştı. Senelerden beri tahakkuku için canını feda edercesine çalıştığı millî Alman sahnesinin bir an evvel kurulamamış olması, onu vakit vakit içten sarsıyordu. Nitekim genç dâhi, 1785 senesinde Mannheim’da Prof. Anton von Klein’e yazdığı 21 Mart tarihli mektupta, millî Alman sahnesinin kurulabilmesi için bütün noksanlarının bir an evvel bitmesi icap eden Viyana’daki “Kärtnertor” tiyatrosu inşaatının bir türlü tamamlanamamasından büyük teessürle bahsediyor ve birçok Alman artistlerinin İtalyan tiyatrosundan bir türlü ayrılamamalarını, henüz kurulmak üzere olan Alman sahnesi için bir felaket telakki ediyordu.

            Nihayet millî şuurun dâhiyi bütün kudretiyle heyecana getirdiği eserlerde, sırf Mozart’ın himmetiyle çoktan beri özlenen Alman sahnesi, artık İtalyanca değil de Almanca metinli millî eserlerle ve yetişmiş bir sanatkâr neslinin candan iştirakiyle kurulabildi. İşte bu millî sahnenin repertuvarını teşkil eden eserlerin en başında, evvela Mozart’ın operaları geliyordu ki, sanat tarihinin bu büyük eserleri arasında, “Saraydan Kız Kaçırma” operası, tıpkı binbir gece masallarında olduğu gibi, Şarkın [Doğunun] sihirli dünyasını bütün cazibesiyle Garbe [Batıya] tanıtmakta, “Figaro” operası o âna kadar İtalyan sahnesinden gelen ananeye zıt bir sembolizmi ilk defa olarak sahne müziğine sokmakta, “Don Juan” operası İtalyanlar elinde basit bir heyecan unsuru olan “ruhlar âlemi”ni, sanata felsefi bir prensip mevzuu olarak katmakta ve baştan aşağı sembollerle dolu olan “Sihirli Flüt” operası ise, özlü bir hümanizmanın müzik sanatında ilk hakiki ifadesi olmakta idi. Genç Mozart, bilhassa bu son büyük operasıyla tam bir filozof olmuş ve bu eserle birlikte derin bir tasavvufa göçmüştür.

            1789 senesinden sonra, esasen yaradılışı itibariyle bünyesi çok nahif olan sanatkârın sıhhi durumu, gün geçtikçe tehlikeli bir vaziyet almaya başlamıştı. Tam bu sıralarda, kim olduğu bugüne kadar bilinemeyen bir şahıs tarafından sipariş edilen “Requiem”, rahatsızlığı yüzünden vaat edilen günde sahibine teslim edilememiş ve eseri sipariş eden zatın bir daha görünmemesi dolayısıyla bu “Requiem”i sanki ülûhiyetin kendisine mukadder kılmış olduğuna inanan genç Mozart, bu mühim eseri, her an yaklaştığını hissettiği kendi “hayat sonu”na yetiştirmek için çalışmış ve yatağının içinde en feci ıstıraplar altında bile eserinin kompozisyonunu yetiştirmeye gayret etmiş ve nihayet “Requiem”ini, o mev’ut [vadedilmiş] güne yetiştirebilmişti. Hattâ 1791 senesi İkinciteşrin [Kasım] ayına doğru artık ateşler içinde yatağa düşen sanatkâr, başucunda dostlarına okuttuğu “Requiem”ini bizzat idare ediyordu. Maamafih kendine her an yaklaşmakta olan akıbet, onu hiç sarsmıyordu.

            1791 senesi İkincikânun [Ocak] ayının 4üncü günü akşamı, sanatkâr artık tamamen kendinden geçmişti. Fakat her şeye rağmen, kafası bütün şiddetiyle işliyor, başında duranlar o yüksek yüzün her an değişen ifadesinden, büyük bestekârın mütemadiyen “Requiem”ini idare ettiğini anlıyorlardı. Etrafını ışıklı bir ses dünyasının kapladığı muhakkaktı. Nihayet genç dâhi, aynı günün geceyarısını 55 dakika geçe, maddi âlemle alâkasını büsbütün kesti.

            İnsan ömrünün 80 senesi içinde başarılamayacak olan bir yaratma faaliyetini 30 senelik bir zamana sığdıran Mozart’ın bitmez tükenmez aşkıyla, aleviyle, yalnız düştüğü yeri değil, bilakis bütün bir insanlığın içini sanat ateşiyle yakacağı muhakkaktı. Onun içindir ki, vaktiyle büyük dâhi Beethoven için söylenen aşağıdaki cümleyi bu dâhi için de tekrarlamanın doğru olacağı kanaatindeyim: “O, zamanının bir çocuğu idi, fakat onu örten gök bütün zamanlara kubbe olan bir göktü”.