
“Zafer”
27 Ocak 1956, Cuma
Bugün 200. doğum yıldönümü bütün dünyada kutlanan
(Mücadele yılları)
Mozart’ın doğum yılı olan 1756’dan itibaren, Salzburglu Mozart ailesinin günlük hayatında dramatik olaylar birbirini kovalamaya başlar ve bunlar, Mozart’ın 1781 yılında 26 yaşına basmasıyla beraber, en son hadde ulaşmış olur; hattâ 1781 yılında baba ile arasında bazı anlaşmazlıklar da baş gösterir.
Mozart’ın babası Leopold, vaktinden evvel olgunlaşmış, pratik zekâlı bir insandır. Bu zat, 18 yaşında Salzburg Üniversitesine yazılmış, bir müddet sonra müzisyen olmaya karar veren Leopold, Salzburg Sarayı Orkestrasına intisap etmiştir. Leopold bu orkestrada önce 4. viyolonist olarak işe başlamış, 2. viyolonistliğe kadar yükselmiş, 38 yaşında Saray Bestecisi unvanını almış, 44 yaşında da orkestranın şef yardımcılığına tayin edilmiştir. Otoriter bir zat olan Leopold, meslek arkadaşlarına kendini saydırabilmiştir. Meydana getirdiği eserlerle, küçük Mozart’ın (Wolfgang’ın) doğum yılında yayımlamaya muvaffak olduğu Keman Metodu, onun, mesleğinde de tanınmasını sağlamıştır. Her şeyden evvel, soğukkanlı bir vazife adamı olan Leopold, bütün işlerinde hakseverliğini açıklamaktan geri kalmazdı. Diğer taraftan Leopold, mahcup mizaçlı bir insandı. Nitekim gençliğinde Hollanda’da bulunmuş olan Leopold, davetli olduğu bir baloda tanımadığı bir kadına fazla iltifat ettiği için günlerce aynaya bakmaktan bile hicap duyduğundan, hatıratında bahsetmektedir. Leopold, bütün bunlara ilave olarak hiç de yumuşak mizaçlı bir baba değildi. Hele oğlu hakkındaki hükümlerinde oldukça sert hareket etmekten çekinmezdi. Devrin muayyen bir zümresine inhisar eden “rokoko” havasının bütün icaplarına boyun eğen bir otorite olarak tanınmış olan Leopold, bu havanın gerektirdiği etikete olduğu kadar, Kiliseye de bağlı kaldı. Fakat her şeye rağmen, izahı güç bir iç tezadın meydana getirdiği tepkileri önleyemeyen Leopold, günün birinde ruhen iki ayrı Leopold’e bölündüğünün farkına varamadı. Bu iki Leopold’den biri, kuvvetli bir ahlakçılık görüşü ile hareket eden Leopold idi. Öteki de, kendine mahsus moral anlayışının tatbikatta doğurduğu üzücü neticeler karşısında vakit vakit sarsılan Leopold idi. Leopold için hayatta en büyük başarı, “popüler” bir insan olabilmekti. Ona göre, bir sanat adamı, her ne pahasına olursa olsun eserlerinde alabildiğine basit bir duygu seviyesine inebildiği nispette “popüler” olur ve geniş insan kitlelerine hükmedebilirdi. Onun için Leopold, 24 yaşında Paris’te bulunan oğlu küçük Mozart’a yazdığı mektupların birinde şöyle diyordu: “Yalnız müzikten anlayanları değil, aynı zamanda müzikten anlamayanları da düşünmeli, -müziği hakikaten anlayan 10 kişiye, müziği anlamayan 100 kişinin mevcut olduğunu sen de bilirsin-, o halde uzun kulakları da gıdıklaması lazım gelen popüler şeylerin yaratılabileceğini unutma…”. Halbuki küçük Mozart, babasından işittiklerinin tamamen aksine olarak sanatta aşırı derecede popüler olma keyfiyetinden tamamen kaçmış ve matlup [istenilen] derecede bir popüler oluşa hayatının en özlü eseri olan “Sihirli Flüt” operasında ulaşabilmiştir.
Baba ile oğul arasında esaslı bir mukayese yapılacak olursa, daha başka farklarla da karşılaşmak mümkündür. Leopold, ihtiraslı, fırsatları kaçırmayan, sayısız vasıtalardan yerinde faydalanmayı bilen bir insandı. Halbuki asabi ve narin yaradılışlı bir çocuk olan Mozart, devamlı surette sinir buhranları geçirmekte idi. Fakat oğlunun bu halini bilen baba, ileri derecedeki sinir buhranları karşısında bile o her zamanki terbiye tecrübelerinden vazgeçecek durumda değildi. Mesela Sarayın baş trompetçisi Schachtner’in hatıratı karıştırılacak olursa, baba ile oğlun münasebetlerini açıklayan dikkate değer fıkralarla da karşılaşmak mümkündür. Nitekim Schachtner, bu fıkraların birinde şöyle demektedir: “Wolfgang, tam 10 yaşına gelinceye kadar, elinde olmayan sebeple, bir müzik eseri içinde çalınmayıp tek başına üflenen trompetten son derece korkardı. Hele ona doğru çevrilen bir trompetin, kalbe nişan alınmış dolu bir tabancadan farkı yoktu. Babası onu bu çocukça korkudan kurtarmak istiyordu ve bir kere bana çocuğun bütün mümanaatine [karşı koymasına] rağmen trompetimi ona doğru üflememi emretti. Fakat Allahım, ya ben bunu yapsaydım! Daha trompetin sesini işitmeden Wolfgang’ın beti benzi attı. Çocuk yere yığılmak üzere idi. Eğer öttürmeye biraz daha devam etseydim, çocuğun bayılıp kaskatı kesileceği muhakkaktı…”. Görülüyor ki, basit bir trompetçi olan Schachtner bile, pedagojiyi bir nevi cebir telakki eden babaya nazaran daha makûl bir insandır.
Minimini Mozart ile hemşiresi (kız kardeşi) Nanerl’i, o zamanın konfordan mahrum posta arabaları içinde, yabancı memleketlere kadar götürmekten zevk alan Leopold, kızıl, kızamık, çiçek nevinden çocuk rahatsızlıklarını bu gibi turnelere engel olmaktan başka rolü olmayan münasebetsiz hastalıklar diye vasıflandırırdı. Bunan dolayı Leopold, bu hastalıklarından birini henüz atlatmış olan yavrularını çok kere önüne katıp, uzun ve yorucu müzik yolculuklarına çıkarmakta beis görmediği gibi, bu nevi yolculuklardan haftalarca önce, çocuklarının yaşını biraz daha küçültüp “tabiatın bir harikası” yahut “Avrupa’nın ve bütün insanlığın iftihar edebileceği en büyük harika” diye reklam yapmaktan da çekinmezdi.
Leopold Mozart, devrin bütün aristokrasi muhitlerinde âdet olduğu üzere, oğlunun seksüel temayüllerini de olgunluk çağlarına kadar baskı altında tutmuş, hattâ genç Mozart’ın güzel Aloysia Weber’e olan sevgisine bile el uzatmaktan geri kalmamıştır. Öyle ki, babasından aldığı kesin emir üzerine Mannheim’de Aloysia Weber ile olan samimi münasebetlere nihayet verip birdenbire Paris’e hareket etmek zorunda kalan Mozart, hele annesinin esrarlı ölümü karşısında, Salzburg’a dönme cesaretini bile kaybetmiştir. Diğer taraftan, Mozart’ın Paris’te geçen günleri, Leopold’e göre, büsbütün başka bir mahiyet arz ediyordu. Bu takdirde Leopold için, genç Mozart’ın Paris yolculuğu, babası ile kız kardeşi Nanerl’e Paris’te iş veya gelir imkânları sağlamak maksadıyla atılmış bir adımdan başka bir şey değildi.
Küçük Mozart’ta çok ufak yaşlarda baş gösteren bazı acayipliklerin, çocukluk şeklinde tefsir edilemediği takdirde, babadan oğla geçmiş olması da düşünülebilir. Mesela Viyana’da çok küçük yaşlarda İmparatorun huzurunda piyano çalmış olan harika çocuk Mozart, “amatörler önünde çalmaktan hiç de hoşlanmadığını” söylemiş, “ancak Maria Theresia’nın piyano hocası Wagenseil’in kendi sanatını anlayabileceğini” söyleyerek bu zatın salona çağrılmasında ısrar etmiş, Wagenseil çağrıldıktan sonra da notasının yapraklarını onun çevirmesini istemiştir. Sonra bunlar yetişmiyormuş gibi, İmparatorun piyano çalışını da beğenmeyen küçük Mozart, boyuna posuna bakmadan, Kaiser’in piyano çalışıyla açıktan açığa alay etmiştir.
Oğlunun her haline aşırı derecede müdahale eden Leopold’dan, başlangıçta Mozart’ın bir hayli çekinmiş olduğu muhakkaktır. Fakat yaşı ilerledikçe babasının günün birinde huyunu değiştirebilmesi ihtimalinden büsbütün ümidini kesen Mozart, ruhen kurtuluşu, ancak hadiselere karşı ilgisiz kalmada bulmuştu. Fakat her şeye rağmen, Mozart’tan faydalanma imkânlarından mahrum kalıp kalmadığını anlama yolunda arada sırada yapılması gereken tecrübelerden vazgeçmeyen Leopold’ü, oğlunda birdenbire baş gösteren ilgisizlik bir hayli şaşırtmıştı. Hattâ Leopold, 1782’de Barones Waldstüttne’ye yazdığı bir mektupta, o sıralarda 26 yaşına basan oğlu için kısaca şöyle diyordu: “Oğlumun esaslı bir hatasını tespit etmemiş olsa idim, çok daha müsterih olacaktım; hatası şurada: bazen çok sabırlı, ağır, huzur içinde, bazen de çok mağrur, hele bütün bunlar bir araya geldi mi insanın tembel olmaması için sebep yok, bazen fazla sabırsız, heyecanlı ve neticeyi beklemeye tahammülü yok… Ya hep, ya hiç, bu ikisinin ortasından mahrum…”.
İşin garibi, genç Mozart, babasının bile kolayca keşfedemeyeceği bir dehaya malikti. Leopold’ün yukarıda bahsi geçen mektubunda da söylediği gibi, sakin ve huzur içinde görünen bir mizacın altında ne müthiş bir volkanın yanmakta olduğunun kimse farkında değildi. Bu itibarla, genç sanatkârı büyük ölçüdeki yaratışlara hazırlayan bu volkanın tam o sıralarda birdenbire patlamasıyla meydana gelen yaratmalar, (Don Giovanni uvertürünün başındaki re-minör giriş müziği, Do-minör piyano fantezisi, Sol-minör senfonisi) Mozart’ın ruh durumunu olduğu gibi açıklayan eserlerin en başında geliyordu.
Diğer taraftan, bütün bu yaratmaları aynı zamanda Salzburg hükümdarına karşı girişilen savaşın zaferi olduğu da muhakkaktı. Çünkü Mozart, gene aynı yıl içinde (1781), Salzburg hükümdarı Hieronymus Colleredo’nun öteden beri yapmakta olduğu hakarete tahammül edemeyerek, ani bir kararla Salzburg’u terk etmiş, hür bir insan olarak Viyana’ya yerleşmişti. Hattâ Mozart’ın bu derece emin ve devamlı bir vazifeyi birdenbire terk etmesi, babası Leopold’ü büsbütün şaşırtmıştı. Bu suretle şahsi menfaatinin de bundan zarar göreceğini anlayan Leopold, oğlunu, tekrar Salzburg’a dönmeye zorladı ve ısrarın fayda vermeyeceğini görünce, hükümdar Hieronymus’un tarafına katılmada beis görmedi. Fakat sarayın hakaretine maruz kalmış olan Mozart’a artık hiçbir söz kâr etmedi. İşte bu kritik anlarda, mutlaka olağanüstü bir iş başarmak zorunda olduğunu anlayan Mozart’ın ani kararları arasında, evlenme arzusu da birdenbire baş göstermişti. Bu hadise baba ile oğul arasında önlenmesi imkânsız bir uçurumun açılmasına da sebep oldu. Ne çare ki Mozart, artık tamamen bağımsız bir insan olmaya karar vermiş bulunuyordu.
Mozart, 4 Ağustos 1782’de, Constanze ile evlendi. Büyük sanatkâr bu tarihten tam bir yıl önce “Saraydan Kız Kaçırma” adlı operasını yazmaya başlamıştı. Bu opera, her şeye rağmen, Mozart yaratmaları bakımından talihin bir cilvesi mahiyetinde idi. Mozart bu eşsiz eserle, hakiki bir sanat eserinin nasıl yazılması lazım geldiğini de babasına anlatmış oluyordu. Hattâ 1781-82 yılları, 25-26 yaşlarına ulaşmış olan Mozart için her bakımdan birer kurtuluş yılı oldu.
Mozart’ı vakit vakit sarsan üzüntüleri, bağımsız bir sanat adamı olma yolunda ileri çağlarda göze aldığı çetin savaşları, bütün bu ideallerin kısmen olsun tahakkuk etmesi keyfiyetini, sanatkârın tam o sıralarda birbiri ardınca meydana gelen sahne eserlerinin ihtiva ettiği [içerdiği] semboller içinde aramak yerinde olur. Onun içindir ki, “Saraydan Kız Kaçırma” operası ile “Don Giovanni” ve “Sihirli Flüt” operaları, bir bakıma, baba-oğul münasebetlerinin açıklanmasından başka bir şey değildir. Mesela “Saraydan Kız Kaçırma” operasının esas kahramanı olan Bassa (Belmonte’nin babası) Mozart’a göre ideal bir baba olduğu kadar da iyiliğin timsalidir. Hattâ insanseverliğin müjdecisidir. “Don Giovanni” operasındaki Komthur tipi de moral kudretleri remzeden, insanüstü bir kahramandır. Bütün bu ideallerin “Sihirli Flüt” operasında tahakkukuna vesile olan diğer bir sembol de, Sarastro’nun tipinde tecelli eder.
Mozart’ın hayatında göze çarpan baba-oğul münasebeti, büyük sanatkâr için her şeyden önce bir varlık davasıdır. Bu davada, Mozart’ın eski rejimden sıyrılıp, hür bir rejime intikal etmek suretiyle Beethoven’e de önderlik etmiş olduğu unutulmamalıdır. Onun için Beethoven, beşer inkılaplarının sanatta en büyük temsilcisi olarak kalmıştır. Mozart ise, bütün yaratmalarında, hürriyeti temsil etmektedir.
Tetkikimizi burada bitirirken, son sözü, Mozart hakkındaki özlü yazılarından faydalandığım tanınmış müzikolog Ernst Decsey’e vermek ve bu ilim adamının şu önemli cümlesini gözden geçirmek doğru olacak. Decsey şöyle diyor: “O, babasının istismar zihniyetine karşı göze aldığı çetin, üzücü, asap yıpratan mücadelede, enerjisi sayesinde olduğu kadar, temiz kalpliliği sayesinde de muvaffak olmuş ve böylelikle kendi zaferini diktiği anıtlarla süslemiştir”.