“Hız” dergisi
15 Temmuz 1931
Yıl:1, Sayı: 5
Cevad Memduh
Millî sanatın millî varlıktaki ehemmiyetini, hümanizm sanatına inkılap etmiş [dönüşmüş] ve cihanşümul [dünya çapında] bir mevki kazanmış sanat eserlerinde görürüz. Kuvvetli hars [kültür] elemanları ve derin folklorlarıyla iftihar eden milletler, bir kere de beşer [insanlığın] sanat tarihinde tesit edilirler [kutlanırlar]. Binaenaleyh [Bundan dolayı] gitgide beşeri [beşerî] bir gayeyi isdihdaf eden [amaçlayan] halk sanatı, cihan [dünya] edebiyatına erişebilecek en emin bir yoldur. Bunlardan birincisi, harsî bir tekâmül [gelişme] basamağı, ikincisi ise hedef ve gayesi olmalıdır. Bugün beşeriyet namına iftihar ettiğimiz Goethe, mevcudiyetini evvela Alman folklorundan istiane eder [alır], bu münasebetle Goethe’yi bizden bir kat daha sevebilen bir kitle vardır.
O halde beynelmilel dehaları hazırlayan ve hümanizme doğru ilk basamağı teşkil eden halk sanatının en ufak bir ihmale maruz kalması, işlenebilecek hataların en büyüğüdür. Binaenaleyh bu millî hars kaygısı arasında, bizi uzun müddet düşündürebilecek bir mesele de musikimiz meselesidir. Millî sanatımızın bütün şubeleri arasında, harsî kudretimizi en evvel gösterecek olan musikimizi en ufak bir tekâmüle kavuşturmak aklımıza bile gelmedi. Senelerden beri bilenle bilmeyen, anlayanla anlamayanın yaptığı bir sürü kavga ve münakaşa, tehlikeli bir nefretten başka bir şey uyandırmadı. Çünkü hakikat ve maksattan mütemadiyen [sürekli olarak ]uzaklaşan münakaşacılar, iddialarında pek insafsız davrandılar. Maamafih bu çarpışmalar, millî bir musikiye olan aşk ve imanımızı her gün biraz daha takviye etti. Bu ihtiyaca sadık kalan bazı meslekdaşlarımın aynı yolda yürüdüklerine emindim. Nihayet son ayların Avrupa gazeteleri bu ümidimizi tahakkuk ettiren ilk alevin, Viyana’da parladığını tebşir ediyordu [müjdeliyordu]. Meğer Viyana’da beş seneden beri bestekârlık tahsil eden iki meslekdaşım, millî bir mektebin [ekolün] temellerini atmaya çalışıyorlarmış. Bu esnada gerek Viyana’nın “Wiener Journal” ve “Die Stunde” gibi dünya gazetelerinde birbirini takip eden şayanı iftihar [iftihar edilecek] kritikler, gerekse Paul Stefan, Erwin Stein ve Paul Pisk gibi mütehassısların [uzmanların] bu husustaki nokta-i nazarları [görüşleri], meselenin daha derin bir itimat ve alâka ile takip edilmesi lüzumunu gösterdi. Bir müddet sonra bu iki meslekdaşımın eserlerinin “Universal Edition” tarafından kabul ve tabı [basılması] keyfiyeti bu husustaki kanaatimi büsbütün takviye etti. Artık eserlerin tetkiki ile meşguldüm. Her satır ve her mezüründe [ölçüsünde] yerli motifleri ve yerli gamları kullanmak ve bu suretle yeni bir Türk armonisi içinde Garp [Batı] form ve tekniğinden aynı kuvvette istifade etmek [yararlanmak] suretiyle yapılan bu eserler, senelerden beri faydasız münakaşalara sebebiyet veren her iki tarafın musiki erbabına, daha doğrusu, tabirim mazur görülürse, koyu alaturkacılarla radikal alafrangacılara en kestirme cevabı veriyordu.
Muvaffakiyetlerini derin bir alâka ile takip ettiğimiz bu iki kıymetli meslekdaşımın isimlerini de bir an evvel işitmek istemeniz tabiidir. Bu meslekdaşlarımdan birisi Necil Kâzım, diğeri de Hasan Ferit beydir. Necil Kâzım beyin Universal Edition’da intişar eden [basılan] eserlerini tetkik etmek [inceleme] fırsatını bulduğum halde, Ferit beyin eserlerini daha henüz görmeye muvaffak olamadım. Bu husustaki düşüncelerimi de muhterem karilere [okurlara] bir müddet sonra arz etmek isterim. Necil Kâzım ve Ferit beylerin Viyana’da tertip ettikleri 5 Mayıs 1931 Türk Akşamı’nda elde ettikleri muvaffakiyeti [başarıyı] “Wiener Journal” sütunlarında iftiharla okuduk. Hele “Wiener Musikverenssaal” tarafından tertip edilen modern musiki programlarında Max Reger, Josef Marx, Scriabin ve Schönberg gibi büyük üstatların arasında Necil Kâzım ve Hasan Ferit isimlerine de tesadüf edişimiz bu yoldaki ümit ve cesaretimizi büsbütün takviye etti.
Necil Kâzım beyin şimdiye kadar partisyondan tetkik ettiğim eserleri, tamamen Şark [Doğu] makamları dahilinde kompoze edilmiştir. Esasen kritikçileri sevindiren en mühim cihet de, şimdiye kadar Garp [Batı] melodisi seyrine birkaç sökont ogmante fasılası ilave etmek suretiyle, Şark musikisi diye dinlettirilen sahte bir musiki yerine, ilk defa olarak Garp formu ile karıştırılmış hakiki bir Türk musikisinin kaim olmasıydı [yer almasıydı].
Necil Kâzım bey sanatının en mühim noktası altı eserde toplanır. Bunlardan birincisi Sabâ makamında bestelenmiş bir kuvartettir. Bu eserin esasını teşkil eden çift fügde kısımların işlenmesi mevzuu büyütülmüş küçültülmüş, reponsları modülasyon ve varyasyonlar, kadansların pek orijinal olan âhengi vaziyeti, hakikaten Şark tonalitesi ile Garp formunun bundan daha muvaffakiyetle imtizaç ettirilemeyeceği [bağdaştırılamayacağı] kanaatini vermektedir. Tesir, ifade ve estetik tamamiyle klasik Türk tipine sadık kalmış ve icap eden hususiyetlerden zerre kadar fedakârlık etmemiştir. Sanatkârın Hüseynî, Eviç Ara, Kürdilî Hicazkâr makamlarında bestelediği beş piyano parçasıyla Eviç Ara keman poemi, Hüseynî piyano sonatı, Hicaz ve “sol majör ve sol minör kombinezonu” piyano ve saksafon parçası, Ferahfeza envansiyonu ve orkestra parçaları da tonalite safiyetini tamamen muhafaza eden kıymetli eserlerdir.
Bu yolda bir yürüyüşün, yarının millî Türk armonisine eriştireceği muhakkaktır. Binaenaleyh bu eserlerin hakkıyla anlaşılmasını da yarından beklemek zarureti karşısında olduğumuzu unutmayalım.
Bu meyanda genç sanatkârımız Cemal Reşit beyin son senelerdeki millî faaliyetini de hürmetle yad ederken, bu faaliyetinin daha millî bir gayeyi istihdaf etmesi hususundaki kanaatimizi söylemeden geçemeyeceğiz.
Biraz da bu üç millî bestekârımız hakkında Viyana matbuatına akseden [basınına yansıyan] mucib-i iftihar [iftihar edilecek] kritikleri tetkik edelim. “Pult und Takstock” adlı dirijörler aylık mecmuasında tesadüf ettiğim meşhur kritikçi Erwin Stein’ın şu satırları bilhassa calib-i dikkattır [dikkat çekicidir]: “Eserler, Türk musikisinin şimdiye kadar meçhul olan melodi, ritim ve armoni gibi elemanlarını ihtiva ettiği [içerdiği] için bizce çok mühimdir… Bu musiki, haricî şeklini her ne kadar garbî Avrupa musikisinden istiane ediyorsa da, ancak bu iki yabancı lisanın meczi [karışımı] ile Türk musikisini kolayca anlamak ve o musikiye karşı bir sempati elde etmek mümkündür… Necil Kâzım beyin bizim Garp musikimiz sahasında da müstait [yetenekli] bir bestekâr olduğu kanaatindeyim”.
5 Mayıs 1931 tarihli “Wiener Journal” gazetesinde intişar eden şu satırlar da şayan-ı tetkiktir [incelenmeye değer]: “Türk musikişinasları ilk defa olarak garbî Avrupalı bir bestekâr gibi halkın önüne çıkacakları için bu seferki yenilik daha orijinaldir…”.
7 Mayıs 1931 tarihli “Die Stunde” gazetesinde meşhur müzikolog Paul Stefan’ın çok mühim bir kritiğine tesadüf edilir: “Türk Musikisi – Cemal Reşit, Hasan Ferit ve Necil Kâzım gibi henüz 30 yaşına basmamış 3 genç Türk, eserlerini dinletmek için “Statzer” grubu ile birleştiler. Bu faaliyet tekseslilikten ayrılan ve çoksesli olarak teşekkül eden yeni bir Türk musikisinin ilk tecrübeleridir. Fevkalâde yetişmiş olan bu gençlerin üçü de, pek kudretli fügler, Müzik dö Şambr, enstrümantal parçalar ve şarkılar yazmaktadırlar. Bu eserler, Garp âleminde diğer eserlerden ayırt edilemeyecek bir hüsnükabul görüyor. Bunlar iyice tetkik edilirse, bir Şark milletine Avrupai musiki yolu açmak azmiyle, ne kadar gayret, kudret, sâi [mesai] ve istidat sarf edildiği derhal görülür”.
12 Mayıs 1931 tarihli “Arbeiter Zeitung”da da, Paul Pisk’in şu sözleri çok mühimdir: “Reşit’in Anadolu Şarkıları en girgini, Necil Kâzım’ın saksafon parçaları ise en radikalidir”.
İşte Garp mütefekkirlerinin bu bitaraf [tarafsız] görüşleri, bizi pek haklı olarak bu genç meslekdaşlarımın millî bir gaye uğrunda çalıştıklarına iman ettirdi. Gönül isterdi ki, bu eserler memleketimizde de kolayca halka dinletilebilsin.