Cevad Memduh Altar1902-1995
English | Français | Deutsch | Italiano | Español

ESERLERİMAKALELER

Bu belgeyi Word Dökümanı Olarak İndirebilirsiniz!

“Radyo” dergisi
Ocak 1947
Sayı: 67

 

İSPANYA’DA MÜZİK

“Manuel de Falla’nın ölümü münasebetiyle”
Cevad Memduh ALTAR

            Milletlerarası konser repertuarına girmiş olan sanat müziği eserlerinin kökünü, daima halk sanatı içinde aramak icap eder. O halde İspanyol sanat müziği de, diğer sanat müzikleri gibi, varlığını sırf İspanyol folkloruna borçludur. 18.yüzyıldan beri folklor araştırmalarına önem vermiş olan İspanyollar, kendi sanatlarındaki güzellikten gelen sevgi ve ilgi ile olacak ki, tıpkı bizim de yaptığımız gibi, milletlerarası sanat kıymetlerine kalplerini, kulaklarını tamamen açmışlar, böylelikle hem kendi sanatlarını geliştirmişler, hem de milletlerarası sanat idealine yükselmek için lüzumlu olan estetik unsurları, sanat dünyasının binbir güzelliği arasından bulup çıkarmaktan ve bu güzelliklerin her birinden icap ettiği gibi faydalanmaktan geri kalmamışlardır.

            Onun içindir ki, İspanyolların ilk millî bestecilerinden sayılan Baltasar Sandoni’nin sanatında açıkça duyulan İtalyan tesirine, 1778’de dünyaya gelen Rodriguez de Ledesma adlı bestekârda kendini duyuran Orta Avrupa tesirine şaşmamak lazım gelir. Nitekim 1814 yılından beri, İsopanyol müziğinde birdenbire Rossini tesiri de baş göstermiştir. 1844 yıllarına doğru Franz Liszt’ten, 1845’te ise tanınmış Rus bestecisi Glinka’dan kalan tesirlere de bu müzikte tesadüf etmek mümkündür. Fakat her şeye rağmen İspanyol müziği bir yandan millî kaynaklardan, diğer yandan milletlerarası sanat müziğinden aldığı ilhamla, mütemadiyen [sürekli olarak] gelişmiştir, güzelleşip millileşmiştir; hattâ bu arada milletlerarası repertuvara girmeye layık bir İspanyol sanat müziği meydana gelmiştir.

            19. yüzyılın sonlarına doğru İspanyollar öyle bir devir idrak ettiler ki, bu devirde besteci Felipe Pedrell’in “Pireneler” adlı eserle, İspanya’da modern olduğu kadar da millî bir müziğin temeli atıldı. Pedrell’in sanatı, her şeyden önce millî diye vasıflandırılabilirdi. Çünkü bu müzik her İspanyolu tatmin ediyordu; bu müzik zamanın icaplarına uyan bir sanattı, çünkü İspanyoldan gayrı milletleri de memnun ediyordu; bu müzik milletlerarası repertuvarda mühim bir yer de işgal ediyordu. Nitekim bu büyük sanat adamının kendisi de, İspanyol millî müziğinin ne olduğunu anlatmak maksadıyla, 1890 yılında yazdığı “Bizim Müziğimiz” adlı eserinde şöyle diyordu: “Memleketimiz için modern bir müzik yaratmak, ancak 16. yüzyıldaki büyük ses bestecilerimizi, sırf halk müziğinin ruhundan gelen bir anlayış içinde diriltmekle mümkündür”. Bu da gösteriyor ki, millî İspanyol müziğinin kurucusu olan Felipe Pedrell, 16. ve 17 yüzyıllarda yabancı tesirlere kapılmış olan İspanyol teganni [şan] ve saz bestecilerinin açtıkları yol üzerinde yürüyen sanat adamlarını, millî ruha ve millî kaynaklardan beslenmeye çağırmasıyla, ancak bu yolda yaratılan bir müziğe “modern İspanyol müziği” diyebileceğini açık olarak söylemektedir. O halde 1922’de vefat eden, İspanya’da Wagner sanatının biricik temsilcisi olarak tanınan Pedrell, gerek kompozisyonlarında, gerek müzik alanında kaleme aldığı makale ve kitaplarında, İspanyol müziğinin 16. ve 17. yüzyıllardaki yüksekliğini anlatmaya çalıştığı kadar da halk müziğinin zengin kaynaklarından faydalanmak suretiyle modern fakat millî bir müzik yaratılabileceğini söylemiştir.

            Pedrell ile yan yana yürüyen diğer İspanyol bestecilerinin eserlerine gelince: Bütün bu eserlerde vakit vakit modern kompozisyon zenginliği göze çarpmakla beraber, daha ziyade Orta Avrupa sanat ruhuyla karşılaşılmaktadır. Halbuki Pedrell’in açtığı yolu takip eden bestecilerin eserlerinde zamanla hissedilir bir değişiklik kendini gösterdi. Bu eserlerde göze çarpan manzara, tamamiyle başka bir manzara idi. Fakat bütün bu yeniliğe, hattâ milletlerarası kıymetteki bir modernliğe rağmen, bu güzel müzikte kendini en çok hissettiren şey, ileri bir milliyetçilikti. Çünkü bu müzik her şeyden önce sanatın iki ana kaynağına dönmüştü; yani bu müzik, İspanyol halk müziğinin ritim ve renk gibi iki ana kaynağından beslenmişti. Hele Pedrell’i takip eden modern İspanyollar, büsbütün halka döndüler; zengin, değişik nağmelerden meydana gelmiş olan halk melodilerini, doğrudan doğruya sanat teması olarak kullanmak cesaretini bile göstermekten çekinmediler. Böylelikle halka, yani renge ve ritme bağlanan İspanyollar, müzik sanatlarında öz anlamda bir Romantizmi idrak etmemişlerdi ki kendilerini Fransa’dan gelen sanat intibacılığında (empresyonizm) [izlenimcilik] buldular.

            Fakat ne gariptir ki, Pedrell’in peşinden gelen modern ve millî İspanyol bestecilerinin hemen hemen hepsi, yani Albeniz ve Manuel de Falla gibi tanınmış sanatçılardan başka Granados, Turina, Oscar Espla gibi besteciler de uzun müddet yabancı memleketlerde yaşadılar ve en çok Fransız intibacılığından beslendiler. Bunlardan 1860’da doğan Isaac Albeniz gibi bir bestecinin elinde, modern İspanyol müziği, en son olgunluğa ulaşmış bir millî sanat olarak sayıldı ve sevildi. Halbuki bu büyük sanat adamı, ne doğrudan doğruya bir üstada talebelik etmişti, ne de kendine mahsus bir çığır açmıştı. Fakat burada en önemli şey, bu zatın, hayatının ancak son yıllarında yazdığı eserlerde, devamlı olarak besteci Pedrell’le irtibat aramış olması idi.

            Bu büyük İspanyol üstadının “İberia Süiti” adlı eserine gelince: Dinleyenlerde, İspanyol halk sahnelerini, İspanya manzaralarını hatırlatacak kadar kuvvetli intibalar [izlenimler] bırakan bu güzel eser, 12 parçadan mürekkep [oluşan] bir süittir; ve 1908’de yazılmıştır. Bu eserde her şeyden önce sağlam bir Liszt tekniği ile Debussy empresyonizmine, nihayet bütün bu tesirlere hükemden, kuvvetli bir İspanyol milliyetçiliğine tesadüf edilir.

            14 Kasım 1946’da Arjantin’de ölen büyük İspanyol bestecisi Manuel de Falla’ya gelince: Bu tanınmış sanat adamı “İspanyol Bahçelerinde Gece” adlı piyano eseriyle kendini sanat dünyasına tanıtmıştır. Bu sanatçının eserleri, bütün İspanyol bestecilerinin eserleri yanında, ileri bir olgunluğu ifade eder. 1876’da doğan Falla, doğrudan doğruya besteci Pedrell’e talebe olmuştur. “Kısa Ömür” [Vida Breve] adlı operasının, 1905 yılında Paris’te Güzel Sanatlar Akademisi tarafından mükâfatlandırılması üzerine, kendini büsbütün besteciliğe vermiştir. İşte Falla’nın sanat dünyasına kazandırdığı bu güzel eseri iledir ki, müzik sanatında ilk olarak, öz anlamda bir “Espanyolizm” meydana gelmiştir. Fransız intibacılığına candan bağlı olan Falla, yanı başında yer almış olan Albeniz gibi bir sanat adamını henüz tanımadan, büyük Fransız üstadı Debussy ile tanıştı; sırf bu büyük üstadın eserleri, onu Fransa’ya çekmeye kâfi geldi. Falla, Fransa’da bulunduğu müddetçe, Debussy ile Paul Ducas’nın fikirlerinden faydalandı. Büyük sanatçı, Ravel, Roussel ve Schmitt ile de yakın bir dostluk tesis etti. Hattâ sanatçı, İspanya’ya döndükten sonra, sırf bu özlü temasların tesiriyle olacak ki, en olgun eserlerini verdi.

            Falla’nın, 1916’da Fransa’dan dönüşünde yazdığı eserlerin en başında “Nocturneler” adlı eseri gelmektedir. “Nocturneler” yahut “İspanyol Bahçelerinde Gece” adını taşıyan bu eser, Falla’nın bilhassa şiir bakımından ulaştığı ileri bir zevki açıklamaktadır. Bu güzel eserde, taptaze bir ruh içinde kendini gösteren millî İspanyol müziği, Fransız empresyonizmi ile en ufak bir anlaşmazlığa yol açmadan el ele yürümektedir; gene bu güzel eserde, nasyonalizm ile modernizm, en mesut bir münasebet içinde yan yana, kucak kucağa gelişmeye devam etmektedir.  Bu eserleri dikkatle dinleyenler, İspanyol halk müziğinden, İspanyol sanat müziğine nasıl geçilmiş olduğunu anlamakta güçlük çekmezler.