“Görüş” dergisine
4/2/1931
Cevad Memduh Altar
Son aylarda Richard Wagner ailesinin iki mühim uzvunun vefatı dolayısıyla, Bayreuth dostları ve Wagner’ciler, bu büyük aile hakkındaki bilgi ve düşüncelerini yazmak hususunda âdeta rekabet ediyorlar.
Yazılan sayısız kitap ve makaleler arasında Darülfünun profesörlerinden Dr. Alfred Lorenz de, “Richard Wagner’de form sırrı”(1) nam neşriyatının 3’üncü cildi olan “Nürnberg’li Muganni ustalar operasındaki müzikal kuruluş”(2) adlı eseriyle Wagner bibliyografisine mühim bir eser kazandırdı.
Son haftaların Wagner havadislerini karıştırırken, ifadesinden yaşlı olduğu anlaşılan S.R. imzalı bir zatın “İpekli Mendil” serlevhalı [başlıklı] şayanı dikkat bir hâtırasına tesadüf ettim. Sanat aşkına canlı bir misal olan bu mühim hatırayı aynen naklediyorum:
“7 Teşrinisani [Kasım] 1889, Saray tiyatrosunda akşam saat altıda “Tristan ve Isolde” operası verilecek. İtalya seyahatinden Bayreuth’a avdette birkaç gün Münich’te kalan Richard Wagner de temsillerde bulunacakmış. Soğuğun şiddetine rağmen, temsilin başlamasına dört saat kala, büyük methalin [girişin] orta kapısı önünde bekliyordum. Önümde birkaç kişi vardı. Fakat meftunların [müzikseverlerin] adedi gittikçe arttı. Saat beş buçukta tiyatronun büyük kapısı açılırken içeriye yüzlerce kişi giriyordu. Bu esnada dinç ayaklarım merdivenleri uçarcasına aşarak galeride, Wagner ile refikası [eşi] Cosima’ya tahsis edilen locayı doya doya görebilen yandan en iyi yeri zaptetti. Tam saat altıda her ikisi de geldiler. Hermann Levis’in dirije ettiği Uvertür derhal başladı.
“Yalnız ona bakıyordum, gözlerim –o akşamın hatırasını yaşatmak için– onun dalgın ve orkestra ile sahnenin heyecanıyla mütemadiyen değişen yüzüne dikilmişti. Böylelikle dramın katiyen alâkadar olamadığım birinci aktı paldır küldür geçti.
“Bu muvaffakiyeti tesit ederek [kutlayarak] sabırsızlıkla sahne methaline hücum eden sıkışık bir kitle içinde ilerlemeye çalışıyordum. Çünkü orada büyük üstadın ve esas rolü oynayan mümessillerden [oyunculardan] Heinrich ile Therese’in selamlanacağını biliyordum. Acaba orada takdim edilenleri görmek için açık kapının arkasında durabilir mi idim? Uzun ve heyecanla beklenen anlar.
“Nihayet o, tiyatro müdürü ile beraber geldi ve büyük bir sevinç içinde o ulvi muganni çiftine doğru koştu. (Bu esnada kapı kapanmıştı.) Heinrich’i ateşli sözlerle tebrik ettikten sonra bu her iki mesudü kolları arasına alarak öptü. Tam bu esnada kadife elbisesinin cebinden yarısından fazlası sarkan ipekli bir mendil gözüme ilişmişti. Kafamda birdenbire parlayan bir düşüncenin kararıyla, titreyen sağ elimin çevik ve hafif bir hamlesi, mendili kimse görmeden cebime indirdi. Derhal gardroba ve gardroptan da dışarı fırladım, cebimde beni okşayan mendili avucumda sıkarak evimin kapısına ve nihayet odacığıma gelinceye kadar tenha ve dar sokaklardan koştum. Odamda parlayan bu kumaşı açtım ve sevinçle öptüm, yanaklarıma, alnıma sürdüm. Onunla gözümü ve kalbimi doyurduktan sonra dolabıma sakladım.
“Ertesi gün yaptığım işin haksızlığını derhal anlamıştım. Bu pahalı hâtıradan bile bile ayrılmalı mıydım? Hayır, bunu yapamazdım. Bilakis her türlü eğlenceye veda edip, esasen az olan piyano derslerimin tekmil hasılatını, tıpkı o mendile benzeyen diğer bir mendil alabilecek bir para elde edinceye kadar biriktirdim ve bir müddet sonra böyle bir mendili, lütufkâr affını istirham [rica] eden, âteşin ve perestişkâr [ateşli ve sevgi dolu] satırlarımla Bayreuth’a gönderdim.
“Acaba affeder mi? Yoksa geri mi gönderir?... Istıraplı ve şüpheli birçok günler geçti. Nihayet günün birinde elime bir posta kartı geldi. Adres, onun derhal tanıdığım güzel yazısıyla yazılmıştı. Acaba kartın arkasında ne vardı? Korkunun verdiği heyecanla gözlerimin önünde bir şeyler titriyordu. Fakat doğru mu görüyorum? Evet, işte kurtarıcı son cümle arzu edildiği gibiydi. Taşan bir meserretle [sevinçle] kartı okumaya bile kıyamıyor ve mendili avucumda iyice sıkarak bağırıyordum: Artık benimsin, hem onun izniyle benim mücevherimsin!
“Tam üç sene geçti. 1883 senesi Şubatının on üçüncü günü Venedik’ten Münich’e Wagner’in birdenbire herkesi titreten vefatı haberi gelmişti. Dört gün sonra saat 4.45’te Tanrıların Gururu operasının matem havasının ruhani aksi içinde ilerleyen tren, o büyük insanın naaşını Münich’ten Bayreuth’a götürürken, kendi ipekli mendili büyük bir kederle ona son selamı sallıyordu.
S.R.