Cevad Memduh Altar1902-1995
English | Français | Deutsch | Italiano | Español

ESERLERİMAKALELER

Bu belgeyi Word Dökümanı Olarak İndirebilirsiniz!

Radyo Dergisi
Mayıs 1948
Sayı: 77

 

Bir büyük sanatkâr

FREDERİC CHOPİN

            Müzik sahasında “Romantizm”in yaratıcıları olan Schubert ve Schumann gibi üstatların gene Beethoven sanatı ile beslendikleri sıralarda, Paris’te göze çarpan olağanüstü bir hadise herkesin dikkat nazarını ister istemez o tarafa çekiyordu. 1830’u takip eden yıllarda, hattâ Beethoven’in ölümünün acısını on uzun yılın bile kalplerden henüz silemediği bir sırada, 25-26 yaşlarında, narin yapılı, çelimsiz fakat içli bir sanat adamı, Paris’te piyanosunu büsbütün başka bir dille konuşturmaya muvaffak oluyordu. İşte müzik dünyasının gözünden kaçmayan bu hadiseyi tek başına yaratan sanatkâr, Frederic Chopin idi.

            İhtilaller ve siyasi huzursuzluklar içinde geçen Napolyon devrinin kendine mahsus havasında gelişen, olgunlaşan Beethoven’in, sanatında yalnız insanoğlunun neşesine ve kederine elini atmış olmasına karşılık, Paris muhitini altüst eden bu genç sanatkâr, eserlerinde daha çok kendi derdini anlatıyor, kendi acılarına tercüman oluyordu. 1830 Paris ihtilali ve aynı yıl zaferle biten Belçika’nın istiklal savaşı nevinden olaylar, sanat dünyasını kendi yaratmaları ile birdenbire ilgilendirmeye başlayan Chopin’deki vatan sevgisini büsbütün alevlendirmiş, hele Polonya’da ansızın kopan ihtilal, Chopin’in lirizminin daha ateşli bir ifade içinde olgunlaşmasını sağlamıştı.

            Fransız bir baba ile Polonyalı bir ananın oğlu olan bu ince ruhlu sanatkâr, 1831 yılında, tam 21 yaşında Paris’e yerleştikten sonra, hayatının son 18 yılını tamamen piyanosuna hasretmiş ve çok geçmeden yepyeni bir piyano edebiyatının meydana gelmesine yol açmıştır. Fakat iş bununla da bitmemişti. Paris sanatseverleri önünde çok kere irticalen verdiği konserlerle, devrin tanınmış edebiyatçılarının da ilgisini kazanan Chopin, George Sand gibi enerjik bir kadını bile günün birinde kendine bağlamaya muvaffak oldu. Nitekim genç sanatkârın Mi minör piyano konçertosunun Paris’te ilk olarak çalındığı günün hatırasını, devrin tanınmış sanat adamlarıyla bir arada yaşamış olmanın zevkini tadan, Fransa’nın büyük müzik bilgini Fetis’in yayınladığı heyecan dolu bir yazı, Chopin dehasını doğru olduğu kadar da güzel bir ifade içinde açıklıyor, günün bu mühim hadisesini böylelikle sanat tarihinde de edebileştiriyordu. Fetis bu yazısında şöyle diyordu:

            “Burada öyle bir gençle karşılaşıyoruz ki, kendini heyecanının tabii seyrine [doğal akışına] kapıp koyuvermiş olan bu genç, hiç kimseyi örnek tutmak ihtiyacını hissetmeden yepyeni bir üslûp yaratmış, yahut bu gencin bulduğu şeylerin ufak bir kısmı bile bizim yıllardır nafile yere arayıp durduğumuz şeylerden, yani nereden geldiği kestirilemeyen bir sürü orijinal tasvirlerden başka bir şey değil. Onun melodilerinde öylesine bir ruh, pasajlarında öylesine bir hülya, hattâ bütün Chopin’de öylesine bir orijinallik var ki, bunları tarife imkân yok.”

            Fetis’in heyecanla bahsettiği konçertonun Paris’te ilk olarak dinlendiği günleri de uzun yıllar takip etti. Hattâ Mi minör piyano konçertosu yazılıncaya kadar, Varşova ile Paris arasında uzun tereddüt yılları geçirmiş olan Chopin, günün birinde George Sand ile beraber, Batı Akdeniz’in güzel adalarından biri olan Mayorka’ya gitti. Bu hadise onu yalnız sağlık durumunun vakit vakit hatırlatmaya vesile olduğu ölüm kaygısından kısa bir zaman için olsun uzak tatmakla kalmamış, aynı zamanda emsalsiz bir yaratma enerjisi ile de takviye etmişti.

            Mayorka adasında hayat başlangıçta güzel geçiyordu. Hattâ genç sanatkâr, dostlarından birine yazdığı mektupta: “Hayat burada çok güzel geçiyor, sıhhatimden de memnunum” diyordu. Fakat bu güzel günler de çok sürmedi. Adada yaptığı gezintilerin birinde, uzun zaman yağmur altında kalan Chopin, şiddetli bir bronşitle yatağa düştü. George Sand’ın hastaya bakmak hususundaki acemiliği, yiyecek tedarikindeki güçlükler, ada halkının tarife sığmayan kayıtsızlığı gibi sebepler, Chopin’in hastalığını büsbütün arttırdı. Velhasıl sanatkâr, Mayorka’da karşılaşılan üzüntüler yüzünden gün geçtikçe artan bir zafiyeti hayatının sonuna kadar üzerinden atmaya muvaffak olamadı. Hattâ mektuplarının birinde, Mayorka adasının müziç bronşitinden dikkate değer bir mizah havası içinde bahseden Chopin, kendi sağlık durumuna da şu cümle ile temas ediyordu: “Doktorlardan biri bana öleceksin dedi, ikincisi ölmeme birkaç gün kaldığını söyledi, üçüncü bir doktor da sen zaten ölmüşsün dedi”.

            Fakat iş gerçekten ciddi idi. Sağlık durumunun devamlı olarak bozulması yetişmiyormuş gibi, gün geçtikçe tahammül edilmez bir safhaya giren parasızlık yüzünden Chopin ve George Sand, oturdukları evin kirasını ödeyememek endişesi ile, civardaki yıkık bir manastırın (Valdemossa Manastırı’nın) tek pencereli bir odasına sığındılar. Bu sıralarda George Sand, dostlarına yazdığı mektuplarda, Chopin’in bitkin bir halde olduğundan ve eskisinden daha çok öksürdüğünden bahsetmekteydi. Ne gariptir ki, Chopin yaratmalarının en güzelleri, yani piyano Prelüd’lerinin bir kısmı, Valdemossa manastırının kupkuru bir odasında meydana geldi. Fakat her şeye rağmen, Mayorka adasının tarifsiz güzelliklerinden bile günün birinde zevk alamaz bir hale gelen George Sand, kendini avutmak için bazen adada yalnız başına uzun gezintilere çıkıyor, Chopin’i saatlerce ihmal ediyordu.

            Mayorka’nın gene güzel günlerinden biri idi. Uzun bir gezmeden dönen George Sand, Chopin’i piyanosunun başında beti benzi uçmuş bir halde buldu: hattâ sanatkârı teşhiste güçlük çekti. O anda Chopin hakikaten her zamanki Chopin değildi. Hazin olduğu kadar da güzel olan bu manzara, daha ilk bakışta, Chopin’in bütün gün ağzına damla yemek koymadan piyanosunun başından ayrılmamış olduğunu gösteriyordu. O günün sanat tarihi bakımından da önemi büyüktü. Çünkü Chopin en güzel Prelüd’lerinden birkaçını aynı gün sanat tarihine mal etmişti

            Aradan bir müddet daha geçti. Mayorka adasında devamlı surette artan üzüntülerin tesiriyle olacak ki, George Sand, Chopin’i tekrar Paris’e götürmeye karar vermekte gecikmedi. Genç sanatkârın ilk olarak Valdemossa Manastırı’nda fazla miktarda kan kaybetmiş olması, George Sand’ı bir hayli korkutmuştu. Nihayet yolculuğa karar verildi. Hattâ günün birinde Marsilya’ya bile ayak basıldı. Ne gariptir ki, burada geçen birkaç gün Chopin’i tekrar diriltmeye kâfi geldi. Bu beklenmedik durum, Paris’e dönen sanatkâra yeniden yaratma ve çalışma enerjisi vermekten de geri kalmadı. Fakat Chopin’in Paris’te bütün gün talebeleriyle çalışması, geceleri sabahlara kadar eser yazmak için didinip uğraşması, ancak verem basillerini memnun etmekten başka bir işe yaramadı. Ne çare ki, aynı tarihleri takip eden son üç yıl, öldürücü bir yaratış buhranı içinde tükendi gitti.

            Yine de genç sanatkârın arada sakin geçen birkaç yılı de olmuştu. Fakat 1844 tarihinde 34 yaşına ulaşan Chopin, birdenbire baş gösteren ateşli bir yaratma heyecanına kendini tekrar kaptırıverdi. 1844 yılı daha önemli olaylara da sahne olmuştu. Nitekim George Sand ile geçen müşterek hayat, son yıllarda baş gösteren geçimsizliğin tesiriyle olacak ki, gene bu yıl içinde sona erdi. Bu hal hasta sanatkârı büsbütün hırpalamaktan geri kalmadı. Nihayet yaşama ve yaratma buhranları içinde geçen birkaç yıl, Chopin’i 1847’de tamamen yatağa düşürdü. İşte bu sıralarda aradığı huzuru ancak George Sand’ın iyi kalpli kızıyla mektuplaşmada bulabilen Chopin’in sağlık durumunu bu mektuplar açıklamaya kâfi geliyordu. Bu acı günleri de kısa bir devre takip etmiş, bütün mecalsizliğine rağmen Chopin gene çalışmaya, arada sırada yakın dostlarını ziyaret etmeye başlamıştı. Günün birinde bir dostunu ziyaretten dönen sanatkâr, merdivenin tam ortasında George Sand ile karşılaştı. Her ikisi de sözü kısa kesip ayrıldılar. Chopin o günün tahassüslerini [duygulanmasını] anlatabilmek için dostlarından birine yazdığı mektupta şöyle diyordu: “Geri dönmeyi çok isterdim, amma benim için merdiven çıkmak o kadar mühim bir iş ki…”.

            1848 yılına doğru sağlık durumu büsbütün fenalaşan Chopin, aynı yıl Paris’te ender güzellikte bir konser vermiş ve sanatkârın bu konserde sarf ettiği enerji herkesi hayrete düşürmüştü. İşte bu inanılmaz başarı, mariz sanatçıya bir Londra yolculuğunu göze alma cesaretini bile vermişti. Chopin, Londra’da ders vermeye bile başlamıştı. Fakat sanatkâr bu sıralarda gene hastalandı. Hattâ İngiltere’de ve İskoçya’da yaptığı geniş ölçüdeki turnelerin birinde ümitsiz bir halde yatağa düştü. Paris’ten uzak bir yerde ölümle baş başa imiş gibi geçen günlerin verdiği üzüntü içinde büsbütün yorgun düşen Chopin gene Fransa’ya döndü. Fakat bu seferki durum, onun en kritik anlarda bile kaybolmayan neşesini altüst etmişti. Büyük bir teessürle kaleme sarılan sanatkâr, kız kardeşine yazdığı bir mektupta, hayatında ilk olarak şöyle bir cümle kullanmakta beis [sakınca] görmüyordu: “İmkân bulursan gel… Hastayım”.

            Chopin, 1849 yılında yazdığı bu mektuptan altı hafta sonra konuşamaz bir hale geldi. Maddi durumu tasavvur edilemeyecek kadar fenalaşan sanatkârı, Paris’te tanınmış üç doktoru, sırf kendi istekleriyle tedavi altına almıştı. Fakat son konsültasyon, kuzey Fransa’da yapılacak bir hava değişikliğinin bile fayda veremeyeceğini gösteriyordu. Nitekim alınan bütün tedbirler, 39 yıllık bir ömrü henüz tamamlayabilmiş olan sanatkârı, 1849 yılı Ekim ayının 17’nci günü hayata gözlerini yummaktan alıkoyamadı ve insanlığın ender yarattığı sanat büyüklerinden biri daha böylelikle tarihe mal oldu.