Sanat Yıllığı
1950
Refik Ahmet Sevengil
Osmanbey Matbaası
Çemberlitaş, İstanbul
CHOPİN KONGRESİ
17 Ekim 1849’da Paris’te ölen büyük sanatkâr Chopin’in 100’üncü yıldönümünde yapılacak törenin hazırlıklarına, dünyanın belli başlı sanat merkezlerinde birkaç yıl önce başlanmıştı. Fransız bir baba ile Polonyalı bir anadan dünyaya gelen Chopin’in millî sanatı milletlerarası değere ulaştırmasıyla başlayan şöhreti, ona bütün milletlerin sevgisini kazandırdı. Bu itibarla Chopin’in dünyanın her yerinde kutlanacağı tabii idi.
Sanatkârın doğduğu şehir olan Varşova başta gelmek üzere, öldüğü şehir Paris’te ve diğer büyük şehirlerde, 1949 yılı Şubat ayının 22’nci gününden Aralık 1949 sonuna kadar geçecek müddet, “Chopin Yılı” olarak tespit edildi; radyolar, konser salonları, solistler, piyanistler, tenkitçiler, estetisyenler, müzikologlar, velhasıl Chopin sanatını sevenler, sayanlar hep bu iş için harekete geçirildi. Polonya’da Bakanlar Kurulunca bu hususta alınan karar Cumhurbaşkanının başkanlığındaki “Chopin Yılı Şeref Komitesi”ni, Kültür ve Güzel Sanatlar Bakanının başkanlığı altında da “Chopin Yılı İcra Komitesi”ni faaliyete geçirmiş ve bu komite tarafından hazırlanan yıllık programın dikkat ve itina ile tatbikine başlanmıştı. Fransa’da ise, Şeref Komitesinin başkanlığını bizzat Cumhurbaşkanı üzerine almış bulunuyordu.
Polonya ile Fransa dışındaki memleketlerde, bu arada Ankara ve İstanbul’da da teşekkül eden İcra Komiteleri, Chopin’i ve sanatını anma yolunda gerekli tedbirleri aldı, onu genç ve taze nesillere gereği gibi tanıttı. Böylelikle son yüzyıl içinde meydana gelen Chopin ananesinin icapları, bütün sanat muhitlerinde yerine getirilmiş oldu.
Chopin’in ana vatanı olan Polonya’da ve doğduğu şehir olan Varşova’da tertiplenen 100’üncü ölüm yılı töreninin başka bir fevkaladelik arz etmesi lazım geliyordu. Nitekim İcra Komitesinin tespit ettiği program, esas itibariyle 5 ana maddeyi ihtiva ediyordu: 1) Chopin Yılı konserleri; 2) Milletlerarası IV. Chopin Konkuru; 3) Milletlerarası Müzikoloji Kongresi; 4) Chopin ile ilgili basın ve yayım; 5) Chopin müzeleri, sergileri tesisi ve açılış törenleri.
Varşova’daki Chopin Yılı İcra Komitesi, Chopin Enstitüsü ile en az bir yıl önceden faaliyete geçmiş ve ilk iş olarak yıllık konserler, konkur vesaire hakkında bilgi veren broşürler neşredilmişti. Bir müddet sonra da tören programının tatbikine başlandı. Bu programın ihtiva ettiği maddeler şu suretle gerçekleştirildi:
Chopin Yılı konserleri
12 ay müddetle devam edecek olan Chopin Yılı boyunca sırf Polonyalı piyanistlerin iştirakiyle [katılımıyla] yurt içinde 65 konser ve ayrıca törenler tertip edildi. Bu arada Chopin’in çocukluğunda, gençliğinde misafir olarak veya konser verme maksadıyla davet edildiği şehir ve kasabalardaki muayyen bina ve salonlarda “Tarihî Konserler” adı altında tertiplenen toplantılarda, Chopin’in vermiş olduğu konserlerin programları, tanınmış piyanistler tarafından aynen tekrarlandı.
Milletlerarası IV. Chopin Konkuru
15 Eylülden 15 Ekime kadar devam eden milletlerarası mahiyetteki piyano konkuruna, konservatuvarların yüksek ihtisas devrelerinden mezun olan gençler davet edilmiş ve kazananlara 2 adedi birinci mükâfat olmak üzere 13 çeşitli para mükâfatı tahsis edilmişti. Konkur hakkında karar verecek jüri, İcra Komitesi tarafından dünyanın tanınmış sanat merkezlerinden şahsen davet edilen mütehassıs üyeler ile resmî müşahitlerden [gözlemcilerden] teşkil edilmişti. 23 kişiden ibaret olan jüride alfabe sırasıyla belli başlı şu mütehassıslar bulunuyordu:
Avusturya – Joseph Marx
Belçika – Emile Bosquet
Fransa – Marguerite Long
Fransa – Lazare Levy
İngiltere – Arthur Hedley
İtalya – Carlo Zecchi
Polonya – Zbigniew Drzewiecki
Polonya – Boleslaw Woytowicz
Polonya – Henryk Sztompka
Polonya – Stanislaw Szpinalski
Rusya – Lev Oborin
Milletlerarası IV. Chopin Konkuruna ben ve ayrıca Meksikalı bir mütehassıs [uzman], resmî müşahit olarak davet edilmiştik. 12 Eylül 1949’da Varşova’ya vasıl oldum [vardım]. Çeşitli memleketlerden 60 kadar genç namzedin [adayın] iştirak ettiği konkur, 15 Eylül 1949 tarihinde Varşova’daki Roma Salonu’nda, Kültür ve Güzel Sanatlar Bakanının açılış nutkuyla başladı. Müşahitlik vazifemden maada [başka], gene aynı günlerde toplanacağı ilan edilen Milletlerarası Müzikoloji Kongresi’ne Chopin hakkında bir konferans vermeye davet edilmiş olduğum cihetle, ilk eleme sınavlarında sık sık bulunamıyor, Bristol Otelindeki odamda Kongreye yapacağım komünikasyonun Fransızca metni üzerinde çalışıyordum. Konkurun ilk eleme safhası bitirilmişti; İkinci eleme safhası ise bütün hararetiyle devam ediyordu. Bu esnada jüri, sahnede çalanları görmeden, kendilerine tahsis edilen hususi bir yerden ve perde arkasından namzetleri dinliyor ve sıra bekleyenler numara çekmek suretiyle sahneye davet ediliyordu.
Jüri, ikinci elemede namzetlerin Chopin’den ezbere çalmakla mükellef oldukları eserlerin mahiyetlerini ana hatlarıyla tespit etmiş ve detayların seçilmesini namzedin arzusuna bırakmıştı. Bu duruma göre sahneye çağrılan piyanist aşağıdaki sırayı takip etmek suretiyle seçtiği eserleri ezbere çalmak mecburiyetinde idi:
Konkurun üçüncü ve son safhasına kalacak olan namzetler ise, dinleyicinin önünde Chopin’in yalnız iki konçertosundan birini orkestra refakatinde çalmakla mükellefti. 60 namzetten 20’si daha ilk yoklamada elenmiş ve konkura devamları münasip görülen namzetlerin adedi daha başlangıçta 40’a inmişti.
15 Ekimde başlayan ikinci elemede dinlediğim genç piyanist bayan Halina Czerny-Stefanska, ifade ve teknik başarı bakımından dikkat nazarımı çekti. Nitekim bu piyanistin konkurun üçüncü ve son eleme safhasına kalanlar arasında iki adet birinci mükâfattan birini kazanmış olduğunu sonradan öğrendim.
İcra Komitesi bürosundan aldığım bir mektupta, konferansımın 24 Eylül 1949 Cumartesi akşamı saat 18.00’de yapılacağı bildiriliyordu. Bu itibarla 17 Eylülden 24 Eylüle kadar yalnız komünikasyon metni üzerinde çalışmak mecburiyeti hasıl oldu. Diğer taraftan konkurun bitişinden 9 gün önce, vazife icabı Ankara’ya hareket etmek mecburiyetinde bulunuşum, resmî müşahitliği devamlı surette yapmama mani oluyordu. Onun için konkurların neticesini ancak Ekim 1949 sonlarına doğru Ankara’da öğrenebildim. Konkurun neticeleri hakkında bana gönderilen notta, Bela Dawidowicz ile Stefanska’nın birinci mükâfatları kazanmış oldukları yazılı idi. Ayrıca 11 para mükâfatından başka, diğer küçük para mükâfatlarının, şeref diplomalarının, birinci mükâfatı kazanan bayan Stefanska’ya gümüş bir tacın, diğer birinci mükâfatı kazanan Dawidowicz’e Chopin’in gümüşten ölüm maskının ve bazı resmî müesseseler adına da ayrıca diğer mükâfatların verilmiş olduğunu gene bu nottan öğrendim.
Konkurun devamı boyunca, programa göre Roma Salonu’nda tertip edilen umumi konserlerde, jüri üyelerinden çoğunu solist olarak dinlemek fırsatını da elde ettik.
Milletlerarası Müzikoloji Kongresi
Varşova’ya vardığım gün, bazı sebeplerle Kongrenin gereği gibi organize edilmediğini öğrendim. Bununla beraber ben ve jüri üyelerinden bazıları, Chopin hakkında konferans vermek üzere resmen davet edilmiş bulunuyorduk. Ankara’da uzun müddet Kongreye sunulacak komünikasyonu hazırlamak için geceli gündüzlü çalışmış ve “Türkiye’de Chopin” adlı konferansımın Türkçe ve Fransızca metinlerini hazırlamıştımi. Konferansıma temel teşkil eden mevzu, Chopin ve sanatının, III. Selim’den son zamanlara kadar devam eden reform tarihimiz içinde mütalaa edilmesi suretiyle tespit edilmişti.
24 Eylül 1949 Cumartesi günü akşamı saat 18.00’de Varşova Konservatuvarı salonunda, Büyükelçimiz Sayın Şinasi Devrim ile elçilik erkânının hazır bulundukları bir toplantıda, bir saat yedi dakika süren konferansımı verdim. Bu arada seçkin kimselerden ibaret olan dinleyenlere, “Türkiye’de Chopin” adlı denememi, III. Selim, II. Mahmut ve Abdülmecit reformları (Tanzimat) ile Cumhuriyet rejiminin ileri inkılapçı hamleleri ve milletlerarası müşterek teknik üzerinde gelişen çoksesli millî sanat musikimizin gerektirdiği yeni bir sanat anlayışı zaviyesinden açıklamış oluyordum. Konferansım hakkında Varşova gazetelerinde bazı yazılar, bu arada “Kurier Codzienny” gazetesinin 29 Eylül 1949 tarihli nüshasında da bir tahlil intişar etti [yayımlandı].
6 Ekim 1949’da Varşova’dan ayrıldığım cihetle benden sonra konferans verenlerin, bu arada tanınmış İngiliz Chopinologu Mr. Arthur Hedley’in komünikasyonunu ne yazık ki dinleyemedim.
Chopin ile ilgili basın ve yayım
Chopin Yılı İcra Komitesince verilen kararlar arasında, neşriyatla ilgili önemli maddeler bulunmakta idi. Bu arada Chopin hakkında evvelce yazılmış olan eski biyografiler tekrar tab ettirilmiş [bastırılmış], yeniden Chopin biyografileri yazdırılmış, büyük piyanist ve Polonya’nın eski Cumhurbaşkanı Paderewski tarafından evvelce hazırlanmış olan izahlı Chopin eserlerinin seri halinde bastırılmasına başlanmış, Chopin’in hayatı ve yakınları ile ilgili resimleri ihtiva eden albümler hazırlattırılmış, Chopin’e ait ölüm maskı ile sol elinin modeli alçıdan vesair maddelerden teksir ettirilmişti. Bunların arasında Paderewski’nin yıllarca önce büyük emeklerle hazırladığı izah metinlerini vesair hususları ihtiva etmek üzere bastırılan Chopin kompozisyonlarına ait tabı [basım] işinin, milletlerarası müzik kütüphanesinin zenginleşmesi bakımından büyük önemi olacağı tabii idi.
Chopin müzeleri, sergileri tesisi ve açılış törenleri
Chopin Yılı İcra Komitesi kararları gereğince, Varşova’daki Millî Müze’nin içinde, başkente 57 km. mesafedeki Zelozowa Wola kasabasında ve 165 km. uzaktaki Szafarnia kasabasında tesis edilen müze ve sergilerin açılış törenleri çok enteresan oldu. Millî Müze’de, büyük sanatkârın Zelazowa Wola’daki doğduğu evde ve Szafarnia’da yazları misafir olarak geçirdiği çiftlik binasında açılan bu üç ayrı müze ve sergide, Chopin ile ilgili kitap, mektup, resim, piyano, tablo, ev eşyası vesaire nevinden malzeme teşhir edilmekte idi.
Millî Müze’deki Chopin salonları çok güzel tanzim edilmişti. Açılış töreninin müteakip burada birkaç Chopin konseri verildi.
Szafarnia’daki çiftlik binasında tesis edilen Chopin sergisi, 25 Eylül 1949’da törenle açıldı. Chopin ile az çok meşgul olanların, Szafarnia adını bilmemesine imkân yoktu. Yaz tatillerini çok defa bu çiftlikte misafir olarak geçiren lise öğrencisi Chopin, buradan ailesine gönderdiği mizah dolu mektupları, o zaman Varşova’da çıkan günlük gazetelere benzeterek tertipler ve “Szafarnia Kuryesi” diye adlandırırdı. Pomeranya’nın uçsuz bucaksız kumları arasında kaybolan bu küçük kasabanın, Chopin sanatı üzerindeki tesiri büyüktü. Chopin, memleketinin halk havalarıyla ilk olarak bu bölgede karşılaşmış, kendini bu bölgede memleketinin folkloruna vermiş, Pomeranya ve Mazovya bölgelerinin halk raksları [dansları], ilk olarak Chopin’in elinde milletlerarası bir değer kazanmış, hele Szafarnia kasabası sanatkârın hayatı boyunca yurt hasretinin bir sembolü olarak kalmıştı.
Szafarnia çiftliğinde vaktiyle Chopin’in misafir edilmiş olduğu binada, Chopin adına hazırlanan bir serginin açılış töreninde bulunduk. Halen kasabanın ilkokulu olan çiftliğin eski ikametgâh kısmında, Chopin ile ilgili malzeme teşhir edilmişti. Binanın bahçesinde hazırlanan podyumdan davetlileri ve halkı selamlayan Pomeranya Valisinden sonra, Kültür ve Güzel Sanatlar Bakanı küçük bir söylevle töreni açtı. Meşhur piyanist Szpinalski, Chopin’in vaktiyle Szafarnia’yı ziyaretinde çaldığı eserlerden mürekkep [oluşan] bir programla, açık havada konser verdi; soprano Irene Jesiak, Chopin’den üç şarkı okudu. Son olarak gene piyanist Szpinalski, Pomeranya Senfoni Orkestrasının şefi M. Arnold Rezler’in idaresindeki orkestranın refakatinde, Chopin’in baş tarafı Andante’li olan mi-bemol majör piyano konçertosunu (Op.22) çaldı. Bu tarihî konserden sonra Chopin sergisi umuma açıldı ve yabancı dillerde izahat veren rehberler tarafından davetlilere gezdirildi. Szafarnia programı da bu suretle nihayete ermişti.
Chopin Yılı’nın en enteresan günü muhakkak ki Ekim ayının ikinci Pazar günü idi. Aynı gün, Varşova civarında Zelazowa Wola’da bulunan Chopin’in doğduğu ev gezilecek ve orada da bir müzenin açılış töreni yapılacaktı. Kışı soğuk, yaz mevsimi çok yağmurlu geçen Polonya’da ancak sonbaharın başka memleketlerin ilkbaharına benzediğini işitmiş, bunu bizzat gördükten sonra, söyleyenlere hak vermiştim. Nitekim 2 Ekim 1949 Pazar, Polonya’nın harikulade güzel bir sonbahar günü idi. Bulutsuz ve güneşli bir gök altında, yemyeşil uzayan çayırları, orada burada fışkıran gelincikleri, papatyaları görüp de hayret etmemeye imkân yoktu.
Zelazowa Wola’ya öğleden sonra otokarlarla hareket ettik. Takriben bir saat içinde köye varmıştık. Burada karşılaştığım tablo benim için hiç de yabancı bir tablo değildi; sanki Chopin sanatının bana yıllardır ilham ettiği bir tabiatı görür gibi oluyordum. Otokar, uzun ve ağaçlı bir yolun önünde durmuştu. Burası, Chopin’in doğduğu köy evinin bahçesine açılan demir parmaklıklı bir kapı idi; ve bu kapıdan girilince, geniş ve iki tarafı ağaçlı bir yol binaya doğru uzanıyordu. Gözlerim hep Chopin’in doğduğu evi arıyor, fakat ağaçlar ve çiçeklerle kaplı geniş bahçeden başka bir şey görünmüyordu. Bir müddet sonra sarmaşıklara gömülü aşiyanla karşılaştık. Burası, beyaz, tek katlı, dik çatılı ve ağaçlarla çevrili bir köy evi idi. 200 kişi kadar tahmin ettiğim davetlilerin arkası alındıktan sonra, evvela bahçe gezildi. Karşıdan bir kabir manzarası arz eden Chopin anıtı önünde resimler çekildi. Misafirler geniş ve güzel bahçenin her tarafına dağılmıştı. Meğer burada karşılaştığımız ağaçların, çiçeklerin büyük bir kısmı birkaç yıl önce yabancı memleketlerden hediye olarak gönderilmiş.
Binanın kapısı önünde verilen açılış söylevinden sonra, gene rehberlerin yardımı ile, gruplar halinde, evin içi herkese gezdirildi. Harp esnasında çöken tavan tamir edilmiş, birbirine bağlı irili ufaklı odalarda, Chopin devrine ait hatıralar teşhir edilmiş, her yer stil mobilya ile döşenmiş, vaktiyle Pleyel’in Chopin’e hediye ettiği piyano bir köşede yer almış, diğer bir köşeye ve iki pencerenin arasında da siyah renkte, yeni ve kuyruklu bir Steinway piyanosu yerleştirilmiş. Diğer taraftan, Chopin Yılı’nın başlangıcından beri bu minimini evde her hafta bir Chopin konseri verilmesi artık anane halini almış.
Bu mütevazı binayı henüz gezmeye başlamıştık ki, birkaç dakika sonra, Chopin’in annesinin odasına girdik. Chopin’in asıl doğduğu yer, aynı odadan dar bir kapı ile ayrılan diğer küçük bir oda idi. Bu yerin kapısı üstünde asılı kitabede, şu cümleler okunuyordu: “Frederic Chopin, 22 Şubat 1810’da burada doğdu”. Tam bu yazıyı okurken, yıllardır süren bir münakaşanın yanı başımda tekrar başladığını duydum. Başımı çevirdiğim vakit, meşhur Chopin biyografı Mr. Arthur Hedley, etrafını çeviren birkaç kişiyi, Chopin’in 22 Şubat 1810’da değil 1 Mart 1810’da doğmuş olduğuna inandırmaya çalışıyordu. Bu münakaşaya ben de katıldım. Fakat hiçbir netice alamadan grup dağıldı ve bu münakaşadan pek de tatmin edilmemiş olan Mr. Hedley, yanında sevimli Fransız piyanisti Mr. Lelia Goussau olduğu halde bana eğildi: “İnanın bana, bu tarih yanlıştır, 22 Şubatta değil 1 Martta doğdu” demekten kendini alamadı.
Davetliler, gene bahçede ve evin arkasındaki çimenlerin üstünde grup grup toplanmış, sohbete dalmıştı. Bir müddet sonra herkes çaya davet edildi. Bahçeye kurulmuş olan büfelerden davetliler çay, pasta ve yemiş alıp bir kenara çekilirken, Viyanalı bestekâr Joseph Marx’ın, o koskoca gövdesiyle elma yemek hususundaki ısrarına şaştım. Meğer üstat, perhizde imiş…
Bütün davetlilerin, ılık ve tatlı bir sonbahar güneşi altında, Chopin’in doğduğu evin bahçesinde çay içtikleri sırada karşılaşılan bir sürpriz, herkesi hayrete düşürmüş ve mütehassis etmişti [duygulandırmıştı]. Evin arka bahçeye açılan pencerelerinin birinden Chopin’in besteleri etrafa yayılmaya başlamıştı. Tabiatın o günkü müsamahası [hoşgörüsü] ile birkaç saat içinde büsbütün güzelleşen manzarayı bir yandan Chopin’in musikisi de tamamlamakta, bu hal efsanevi sürprizle sarsılan davetlileri içten gelen bir mutavaatle [itaatle] pencereye doğru sürüklemekte idi. Böylece sessiz sedasız evin önünde yer alan gruplar bu ilahi konseri sonuna kadar dinlediler. Bir müddet sonra, sanatkârlardan birinin şevke gelerek piyanoya oturduğunu öğrendik.
Aradan biraz daha zaman geçmişti. Evin sağ tarafındaki cephesinin önüne yerleştirilen bir masanın üzerine, bazı kâğıtların dizildiğini gördüm. Bu kâğıtlarla meşgul olan esmer ve sevimli bir bayanın, Chopin ailesine mensup tek insan olduğunu duydum ve kendisine takdim edildim. Chopin’in yeğeni olan bu kültürlü kadın, meğer büyük sanatkârın kız kardeşi Ludowica’nın torununun kızı imiş ve Varşova’daki Chopin Enstitüsü’nde çalışıyormuş. Ludowica Ciehomska adını taşıyan bu nazik kadının, Varşova’daki ilk, orta ve lise öğrencileri arasında Chopin hakkında açılan tahrir müsabakasında [kompozisyon yarışmasında] başarı gösterip derece alanlara dağıtılacak mükâfatları [ödülleri] radyo ile ilan etmek üzere hazırlandığını öğrendim. Nitekim biraz sonra 7-19 yaş arasındaki altı öğrencinin Chopin hakkındaki tahrir vazifeleri radyoda yayımlandı ve ayrıca mükâfatlar verildi. Bu çocuklardan Ania adlı 7 yaşındaki bir ilkokul öğrencisi, bizzat yazdığı okul vazifesinde, Chopin için aynen şöyle diyordu:
“Chopin Zelazowa Wola’da doğdu.
Chopin bir Etüd yazdı.
Chopin Mazurka’lar yazdı.
Chopin Prelüd’ler yazdı.
Chopin Polonez’ler yazdı.
Chopin Ballad’lar, Nocturne’ler ve Impromtu’ler yazdı.
Ben bunlardan en çok Polonez’i seviyorum: bam, ba bam, ba ba ba ba bam ba bam.
Bizim evimizde Ludowika Ciehomska piyano çalıyor.
Zelazowa Wola’ya ben de gittim, teyzem, ablam ve ağabeyim de beraberdi.
Chopin’in hangi odada doğduğunu biliyorum.
Chopin’in öldüğü yeri de biliyorum: Paris’te.”
Konferansımı vereli dokuz gün olmuş, uzunca bir zaman sürmüş olan çalışmamın meyvesini çok şükür arızasız idrak etmiştim. Vazife icabı yurda dönmem gerekiyordu. Konkur devam ederken, yol hazırlıklarını tamamladım. Resmî müşahitlik işimin bitmesine 10 gün kala, 6 Ekim 1949 sabahı, uçakla Varşova’dan hareket ettim.
Sanat tarihinin en mühim şahsiyetlerinden biri olan Frederic Chopin’in 100’üncü ölüm yıldönümünde Varşova’da yapılan tören, dünyanın birçok yerlerinden davet edilen delegelerin iyi intibalarla [izlenimlerle] memleketlerine dönmelerine vesile oldu.
Bundan 100 yıl önce dünyaya gözlerini yuman Chopin’in sanatı ve şahsiyetiyle yarattığı sevgiyi, gelecek yüzyıllara devrederken aklımıza gelen biricik düstur şu oluyor: “Milletlerarası değerde sanatkâr, ancak millî bir sanatın bulunduğu yerde yetişiyor”. Onun içindir ki, Polonya milleti kadar, diğer milletlerin de sevip saydığı Chopin: “Sanatların en millî olanı, en milletlerarası değerde olanıdır” prensibine bizleri her sanat kahramanından daha çok inandırıyor.
i Bu konuşma Ulus gazetesinin 20-23 Ekim 1949 nüshalarında neşredilmiştir.