Güzel Sanatlar Dergisi
Sayı: 3
Ekim 1941
Geçen nisan ayı içinde Devlet Konservatuvarı tarafından Halkevi sahnesinde “Tosca” operasının yalnız ikinci perdesi temsil edilmişti. Şimdi de aynı sahne üzerinde, Konservatuvarın “Madam Butterfly” temsiliyle karşılaşıyoruz. Nitekim geçen yıl da Konservatuvar tarafından bu operanın yalnız ikinci perdesi aynı elemanlarla temsil edilmiş ve memleketimizde modern mânâda “ilk opera” demek olan bu tarihî hadiseden sonra, bu mühim eserin tam olarak temsili hazırlıklarına başlanmıştı. Binaenaleyh Devlet Konservatuvarı bize bu güzel operayı tam olarak seyretmek fırsatını da veriyor.
Konservatuvarın geçen temsilde intişar eden [yayımlanan] 1 numaralı broşüründe mufassalan [ayrıntılı bir şekilde] anlatıldığı gibi, 19uncu asır sonlarında İtalyan “Verismo” üslûbunun mühim bir eseri olan bu opera, kompozitör Puccini’nin Tosca operasını müteakip bestelediği en son eseridir. Ekseri kompozisyonlarına dramatik bir üslûbu müessir [etkili] kılan sanatkâr, bu son eseriyle, mevzu intihabı [konu seçimi] hususundaki dehasını da sanat dünyasına ispat etmiştir.
Puccini, müzikle metin arasında ilk defa olarak mesut bir münasebet tesisine muvaffak olmuş ve eserlerinde göze çarpan muhtelif tip ifade tecrübelerini müteakip, daha ziyade Butterfly’daki lirik ruha intibak edebilmiştir. Sanatkârda mütemadiyen [sürekli olarak] görülen his inceliğine, bu son operasına intihap ettiği mevzuun sadeliği içinde her an tesadüf edilir. Bu eserin kompozisyonunda, dramatik tesirden mütemadiyen kaçan bestekâr, en heyecanlı ânında bile yalnız şahsi endişelerini öne sürmüş ve bu suretle esasen lirik bir temel üzerinde inkişaf eden [gelişem] mevzuu, kendi lirik tahassüsleriyle [duygularıyla] büsbütün teyit etmiştir [doğrulamıştır].
3 perdeden ibaret olan bu narin mevzuun metni, Luigi Illica ve Giuseppe Giacosa tarafından hazırlanmıştır. Vaka zamanımızda Japonya’da geçer. Bütün operalarda işitilen tenor, bariton, bas, soprano ve mezzosoprano gibi muhtelif teganni [şan] unsurları, bu operada da temsile iştirak eden 13 artiste şu suretle tevzi edilmişlerdir [dağıtılmışlardır]: Pinkerton, Amerika Birleşik Devletleri bahriyesine mensup bir mülazım [subay], tenor; Goro, çöpçatan, tenor; Prens Yamadari, tenor; Sharpless, Amerika Birleşik Devletleri konsolosu, bariton; Yakuside, Cho-cho-san’ın amcası, bas; bir İmparatorluk Komiseri, bas; bir nikâh memuru, bas; Bonze, Butterfly’ın amcası, bas; Cho-cho-san (Madam Butterfly), soprano; Kate Pinkerton, mezzosoprano; Butterfly’ın annesi, mezzosoprano; Butterfly’ın yeğeni, soprano; Suzuki, Butterfly’ın hizmetçisi, mezzosoprano.
Mevzua [konuya] gelince: Birinci perdede vaka, Nagazaki’de bir tepenin üstünde, Butterfly’ın evinin bahçesinde geçer. Bir Japon dansözü olan genç ve güzel Cho-cho-san, Butterfly yani “Kelebek” adıyla çağrılmaktadır. Butterfly, Goro adlı bir evlenme mütevassıtı [aracısı] tarafından Amerikan bahriyesine mensup Mülazım Pinkerton’a peşkeş çekilmektedir. Japon âdetlerine göre, erkeklerin muvakkaten [geçici olarak] evlenip, istedikleri zaman ayrılmaları mümkündür. Hassas bir kız olan Butterfly, Pinkerton’u delice sevmekte ve onun kendisiyle evlenme arzusunu ciddi bir izdivaç sanmaktadır. İşin farkına varan Konsolos Sharpless, Pinkerton’u ikaz eder [uyarır], fakat genç subay bu ikaza kulak asmaz. Japon âdetlerine göre yapılan izdivaç merasimini müteakip, hiç beklenilmeyen bir anda, davetliler arasında Butterfly’ın amcası Bonze’nin hiddetli sesi işitilir. Bonze, genç kızın bir ecnebiyle evlenmesini, ecdattan gelen örf ve âdete muhalif bir suç telakki ettiği için, onu ebediyen ret etmekte ve bütün akrabalarını da Butterfly’ı terke icbar etmektedir [zorlamaktadır]. Artık Butterfly hayatta kimsesiz kalmıştır. Ruhi mücadele içinde geçen muzlim [karanlık] anları müteakip, müthiş bir ıstırap ve ezici bir hicap altında kıvranan genç kız, artık hayatta yegâne hami olarak tanıdığı Pinkerton tarafından, kendilerine yuva olan eve sevk edilir [götürülür].
İkinci perdede vaka evin içinde cereyan eder. Pinkerton çoktan Amerika’ya dönmüş ve kendisini çılgın bir aşkla seven Butterfly’ı senelerce yalnız bırakmıştır. Fakat Butterfly, zevcinin [kocasının] mutlaka avdet edeceğini [geri döneceğini] sarsılmaz bir kanaatla beklemekte ve kendisini vakit vakit ikaz eden sadık hizmetçisi Suzuki’nin sözlerine kat’iyen aldırış etmemektedir. Fakat bu sefer de Goro genç kadını, zengin bir Japon prensi olan Yamadari’ye peşkeş çeker. Halbuki kendisini Pinkerton’un meşru zevcesi [karısı] telakki eden Butterfly, Goro’nun da Pinkerton’un artık gelmeyeceğini ve kendisinin çoktan terk edilmiş olduğunu ısrarla söylemesine rağmen, bu izdivacı şiddetle ret eder. Günün birinde Konsolos Sharpless, Pinkerton’un kendisine yazdığı bir mektubu Butterfly’a getirir. Pinkerton bu mektubunda, artık oraya dönmeyeceğinin Butterfly’a münasip bir şekilde izah edilmesini Konsolosa yazmaktadır.
Butterfly Konsolosun teessürle [üzüntüyle] verdiği bu haber karşısında, sadece oğlunu getirir ve onu annelik gururu ile Konsolosa göstermekle mukabele eder ve oğlunun babasını beklediğinden Pinkerton’un haberdar edilmesini Konsolostan rica eder. Konsolos oradan teessürle ayrılır. Biraz sonra Suzuki limana bir harp gemisinin girdiğini Butterfly’a haber verir. Bu sefer tekrar ümitlenen Butterfly, bahçeye açılan kapının kâğıt kaplaması üzerine parmağıyla oğlu ve kendisi için birer delik açar ve Suzuki de kâğıtta kendine bir delik açtıktan sonra, her üçü de bu delikten dışarıyı kollamak suretiyle Pinkerton’un vüruduna intizar ederler [dönmesini beklerler].
Üçüncü perde de aynı evin içinde cereyan etmektedir. Butterfly bütün gece uyumadan bahçeyi gözetlemiştir. Sabahleyin Konsolos ile Pinkerton ve Pinkerton’un Amerikalı olan yeni zevcesi Butterfly’ın evinde gözükürler. Sadık hizmetçi Suzuki, Butterfly’ı bu beklemediği neticeye yavaş yavaş hazırlar ve nihayet genç kadın bu feci akıbete [sonu] müthiş bir inkisarla muttali olur [hayal kırıklığıyla öğrenir]. Bu sefer Butterfly uzun süren ruhi mücadelelerden sonra, tekrar dansöz hayatına döneceğini aklına getirince, sırf evladının menfaatini düşünerek kendisini ortadan kaldırmaya ve oğlunu Pinkerton’a veya başka ellere terke karar verir ve intihar eder.
Puccini, alabildiğine lirik olan bu mevzuu, sırf kendine has bir müzik lirizmiyle de teyit etmiş ve bu suretle dinleyenler üzerine eksiksiz müessir [etkili] olma imkânına her eserinden daha ziyade bu eserinde varabilmiştir. Nitekim Tosca’da olduğu gibi, diğer eserlerinde de çok kere had bir faciaya meyil eden sanatkâr, kendini asıl bu lirik mevzuda bulmuş ve yalnız bu operada muasır [çağdaş] sanatkârların hiçbirinde tesadüf edilmeyen bir zarafet ve inceliği göstermeye muvaffak olmuştur.
Bu operada, orkestra karşısında “ses” yani “hançere”, İtalyan sanat an’anesinden [geleneğinden] gelen bir kolaylıkla, lâyık olduğu muameleyi görmüş ve burada ancak sesle ifade edilebilmesi mümkün olan dramatik anların deklamasyonunu himaye için, orkestra developmanının vakit vakit geri plana çekilmesi zarureti hasıl olmuştur. Binaenaleyh Puccini evvela bu operasında, fevkalâde muameleye mazhar olan ses unsurlarıyla, mahirane ibda edilen [yaratılan] orkestra renkleri arasında, buluş dehasının eşsizliğini, her zamankinden daha ziyade sanat dünyasına ispat etmiştir. Bu eser herkese hitap eder. İyi dinlenirse çabuk anlaşılır, çabuk sevilir. Yalnız teganniye bağlı olan ve parlak akisleri ihtiva eden Butterfly operasının heyeti umumiyesi [bütünü], dinleyenlere, gözleri kamaştıran bir Japon bahçesi kadar renkli gelir. İlk defa olarak bu operada, dahiyane bir cüretle şarktan garbe intikal eden [doğudan batıya geçen] egzotik bir tahassüs [duygulanma], müzikte vakit vakit kulağa akseden şarkî [kuzey] Asya entervalleriyle, akla gelmedik bir tarzda ifade edilmiştir. Bu egzotik entervaller, evvela Puccini sanatında dramatik bir ifade unsuru olarak ve muvaffakiyetle kullanılmışlardır. Burada sürprizler halinde birbirini takip eden solo sahneler, insan ruhunda derin izler bırakırlar. Bilhassa Butterfly’ın çocuğu ile beraber, çoktan terk edilmiş olduğu halde, hiç kimsenin tesirine kapılmaksızın, zevcini bir fikri sabit halinde mütemadiyen beklemesi, mevzuun hakikaten en hazin ve en lirik tarafını teşkil etmektedir.
Velhasıl bu narin mevzuu süsleyen cazip fakat hafif bir dekor, ağız sazlarının himayesi altında dolgun ve özlü tesirler yaratan bir orkestra, nihayet eserin heyeti umumiyesi içinde, insana hayret veren Japon minyatürleri gibi birbirini kovalayan tablolar, İtalyan sanatkârı olan Puccini’ye, şarka has bir tahassüsün her ânını samimiyetle ifşa etmek fırsatını bahşetmiştir. Binaenaleyh Puccini, cüret edebildiği nispette muvaffak da olduğu bu mevzu ile, sanatın beynelbeşer [bütün insanlar için geçerli] bir ifade olduğunu herkesten evvel anlamış ve anlatmıştır.