“Klasik” teriminin, günümüzde bile, Antik kültürün, zamanında eriştiği doruk noktasını eksiksiz belirleyen teknik bir terim olarak kullanılmakta olduğu bilinen bir gerçektir.
Sanat yazarlarına ve eleştirmenlere göre “klasik” terimi, anlamsal özü bakımından, yaratıda huzuru, düzeni, açıklığı, ölçüyü ve nihayet armoniyi arayışın simgesidir. Ve onun içindir ki klasik sanat, yaratışta ateşli, aşırı heyecanlı, şiddetli harekete ve ölçüsüzlüğe, hattâ kuralsızlığa ödün veren Barok ve Romantik anlayışa tümüyle karşıt bir duyarlılık olarak nitelendirilmektedir.
“Klasik” teriminin Antik Kültürü niteleme bakımından sahip olduğu anlatım gücü, hattâ üstünlüğü, günümüz sanat yaratıcılığında da olağanüstü içerikli eserler vermiş bulunan ünlü yaratıcıları ve kişiliklerini karakterize etme bakımından da geçerlidir.
Klasik bir eser, oluşturduğu “form” ile ilgili düşünsel içeriğin sahip olduğu değer doğrultusunda önemlidir; ve eskiye ne kadar aşırılıkla bağlı olursa olsun, geleneğin meydana getirdiği tutucu bir realizme kendini gene de tutsak düşürmeyen eserdir. Nitekim varlıklarını dinamik bir gelişim süreci içinde tazeleyen bu tür bir klasik sanata örnek olarak, tarih boyunca oluşan şu hareketlere ve ünlü kişilere burada kısaca değinmek yerinde olur; şöyle ki: Milattan önceki 5. ve 4. yüzyılların antik sanatı; Yüksek Rönesans döneminin (15. yüzyılın) resim sanatı; 17. yüzyıl Fransız edebiyatı; 18. Yüzyıl Orta Avrupa Aydınlanma dönemi yazarları ve şairleri: Goethe, Schiller; Viyana Klasikleri dönemi bestecileri: Haydn, Mozart, Beethoven.
Antikite ile ilgili oluşumları, kısa ama çok daha açık bir şekilde şöylece özetlemek de mümkündür: 1) Klasik Antikite: Grek ve Roma dönemi; 2) Sanat: ölçülü, belirli, sakin ve içe dönük; 3) Fizik: Klasik Fizik, Kuramsal Fizik, Rölativite ve Quanten Teorilerinden önceki fizik; 4) Bilim, Kültür ve Sanatta, üstün düzeyde yaratıcılıkta olağanüstü başarıya ulaşanların klasik yaratıcılar olarak nitelendirilmeleri; 5) Hukukta, kanı, yorum ve yargılarına kesinlikle inanılır nitelikte ahlâka sahip kişilerin, klasik anlayışlı şahitler olarak değerlendirilmeleri.
Klasisizm (classicisme) nedir, nasıl gelişmiştir ve ne tür ürünler vermiştir?
Güzel sanatlar terimi olarak kullanılan “klasisizm” sözcüğü, yukarıdaki bölümde yorumlanmaya çalışılan, klasik öze yönelik eserlere bağlılık anlamına gelmektedir; yaratıda bu eğilim, antik Grek ve Roma sanatının zamanla oluşturduğu açık, saydam, berrak, düzenli ve yasalaşmışçasına biçimlenmiş “form”lara bağlı anlayış ve espriyi örnek alma anlamına gelir.
Klasisizmin, güzel sanatların değişik kolları açısından değerlendirilmesindeki özelliklere gelince:
Görsel Sanatlarda klasisizm:
Burada, 18. yüzyılın ortalarına doğru başlayıp, Barok ve Rokoko stillerine tam anlamıyla karşıt doğrultuda gelişimini sürdürmüş bulunan ve Romantizmin yanında, hattâ Romantik espri ile birlikte 19. yüzyılın ortalarına kadar oluşturduğu eserlerle sanat tarihinde çok önemli yeri olan bir yaratış döneminin incelenmesi gerekmektedir ki, bu dönemin özelliği, her şeyden önce Görsel Sanatların incelenmelerini gerektirmektedir.
Klasisizmin özü, görsel sanatlarda her şeyden önce Grek ve Roma sanatlarının kendi özelliklerine bağlı “formal” [biçimsel] oluşumlarının, aydınlık bir bütüne ulaşabilme yolunda harcanan çabada aranması gerekeceği ilkesinden güç almaktadır. Ve böylesine bir bütünleniş, formlaşmaya egemen olan çizgilerin dikey serpilişlerinde olduğu gibi ince ve zarif ilişkilerde ve nihayet kesin ve değişmez kurallara bağlılık esprisinde üslenmiş bulunmaktadır. Klasisizme yönelik böyle bir yaklaşımın oluşumunda, her şeyden önce, ilk olarak 1748’de Pompei’de yapılmış olan arkeolojik kazılarda meydana çıkan eserlerin büyük etkisi olmuştur.
Klasisizm anlayışının oluşum ve gelişimine, uygarlık tarihinde isim yapmış üç büyük bilim adamının olağanüstü etkisi olmuştur ki, bunlardan ilki Giovanni Battista Piranesi (1720-1778), ikincisi Gotthold Ephraim Lessing (1729-1781), üçüncüsü de Johann Joachim Winckelmann’dır (1717-1768).
Klasik mimarlığın Batıdaki ilk kurucusu ise, 16. yüzyılın ünlü İtalyan mimari Andrea Palladio’dur (1508-1580). Roma’daki antik mimarlığın anıtsal etkisi altında, Batının 17. ve 18. yüzyıllardaki yapısal karakterinin antik doğrultuda biçimlenişine, bıraktığı örnek eserler ile yardımcı olmuş bulunan Palladio, en çok İngiltere’deki ve Hollanda’daki imar hareketlerinde kendine özgü klasik stili benimsemiş ve bu durum her iki ülkede de saray, müze, üniversite türünden büyük boyutlu eserlerin meydana gelmesine imkân sağlamıştır. Batıda Palladio üslubu olarak anılan böylesine bir hareketin adı, sanat tarihine Palladianismus olarak geçmiştir. Mimarlık sanatında Palladianismus hareketi, 19. yüzyıl sonlarına kadar, Batının hemen her yerini ve özellikle Fransa’yı ve Almanya’yı geniş ölçüde etkisi altına almıştır.
Batı kültüründe Klasik Stil, oldukça geniş hareketlere sahne olmuş, hattâ mimarlıktaki Palladianismus anlayışından çok daha ileri gitmiştir. Plastik sanatlarda klasik üslupta en çok ressam ve heykelci yetiştiren ülkeler arasında Fransa ve Almanya en başta gelmektedir. Bununla birlikte klasik mimarlıkta en ileri giden ülke gene de İtalya olmuştur.
Klasik yaratıcılığa göre oluşturulan Resim sanatına gelince: Bu tür resim sanatının ilk yaratıcısı ünlü Fransız ressamı Jacques Louis David’dir (1747-1825). Önce resimde Rokoko türüne bağlanan David, bir süre Roma’da kaldıktan sonra, Grek ve Roma antikitesinin etkisi altında, tüm gücüyle klasik stile yönelmiş, konumsal eğilimde ahlâkı ön plana alan sanatçı, moral üstünlükleri değerlendirmede özellikle başarılı olmuştur. Klasik Fransız resminde David’den sonra gelen ünlü ressamlar şunlardır: Girodet-Trioson (1767-1824), Prud’hon (1758-1823), Gérard (1770-1837) ve Ingres (1780-1867).
Edebiyatta klasik stil nasıl oluşup gelişmiştir?
Burada her şeyden önce 17. yüzyılda Fransa’da oluşup gelişen klasik şiirin incelenmesi gerekmektedir; ve bu konuda ele alınacak tek şair ise Voltaire’dir (1694-1778). Voltaire’in klasik üslupta ve antik mitolojiden esinlenerek yazmış olduğu eserler arasında yer alan en önemlileri şunlardır: Oedipus, Artémise ve Metrope.
Almanya’daki edebî klasisizm ise, Fransız klasisizmine ve ön planda Voltaire’in eserlerine duyulan ilgiyle başlamıştır ve bu dönem, Alman klasiklerinin en başında gelen Gottsched’in (1700-1766) adıyla sembolleştirilerek Gottsched Dönemi olarak adlandırılmıştır. Aynı dönemin klasik yazarlarından Klopstock (1724-1803), Wieland (1733-1813), Winckelmann (1717-1868) ve Lessing’in (1729-1781), eserlerinde aşırı klasik bir anlayışla antik Grek ve Roma sanatına yaklaşımları, Goethe (1749-1832), Schiller (1759-1805) ve Hölderlin (1770-1843) gibi şairlerin eserlerinde doruk noktasına ulaşmış ve bu yazarların klasik stilde eriştikleri aşama “Yüksek Klasisizm” dönemi olarak nitelendirilmiştir. Alman edebiyatında, Yüksek Klasisizmi izleyen bir de “Geç-Klasisizm” dönemi vardır ki, bu dönemde meydana getirilmiş bulunan eserler, gerek biçim, gerek kapsam açısından Alman Yüksek Klasisizminin gelişimde en ileri aşamaya ulaşan eserlerinin oluşturduğu izlenimlerin etkisi ile daha ileri aşamalara ulaşmış yaratışlar olmanın önemini taşımaktadırlar. Geç-Klasisizmin yazarları arasında yer alan şu üç yazarın eserleri özellikle önem taşımaktadır: Grillparzer (1791-1872), Platen (1796-1835) ve C.F. Meyer (1825-1898).
Müziksanatında klasisizm ve öncüleri
Özellikle müzik sanatını nitelerken, Klasisizm ya da Klasisist terimi yerine sadece “klasik” (classique) teriminin kullanılmasının daha doğru olacağı kanısı çoğunlukça benimsenmektedir. Müzikte klasik türün oluşum ve gelişimi, 1770 yılından 1825 yılına kadar devam eden bir süreye isabet etmektedir. Ve klasik stil, müzik sanatında “sanat formu” ve bu form içinde yer alan birbirine karşıt iki ayrı temayı işleyerek elde edilen bir eser ile müzik tarihindeki yerini almış bulunmaktadır.
Müzik formları içinde özellikle Senfonilerin, Piyano Sonatlarının ve Oda Müziği türünde meydana getirilmiş eserlerin 1. Bölümleri, sonat türünde meydana getirilen bölümler olmanın önemini taşımaktadırlar. Burada üzerinde dikkatle durulan nokta, eserlerin çalınışları süresi içinde duyulması gereken esas melodidir ki, böylesine bir melodinin, oldukça canlı ve hareketli bir ritme konu olsa bile, şarkı söylermişçesine tınlaması gerekmektedir. Eseri oluşturan bölümlerin açık ve belirli karakterde ve ölçülü ilişkiler içinde oluşturulmaları benimsenmiştir. Bu türde yazılmış klasik müzik eserlerinde, Barok stilde bestelenmiş eserlerde önemle yer alan “polifonik” kapsamlı kısımların kesinlikle yer almamasına özen gösterilmektedir; hattâ Bas-Şifre tekniği de bu gibi eserlerde kullanılmamaktadır.
Klasik üslubun müzik sanatına getirdiği en önemli yenilik, esere egemen olan Homofoni (homophonie) ile dokusal yapıdaki hafifliktir ki, dolgun ve zengin bir tını ve eşlik seslerindeki canlılık ancak böylesine bir uygulayış ile elde edilebilmektedir. Klasik stilde bestelenecek bir müzik eserinden çoğunlukla beklenen tek özellik, daha çok enstrümantal bir yaratış olarak bestelenmiş olmasıdır. Sırf böylesine bir ilgi ve istektir ki Joseph Haydn’ı (1832-1809) Oratoryum yazmaya, Mozart’ı (1756-1791) Messe ve operalar bestelemeye, Beethoven’i (1770-1827) ise büyük çapta koro eseri, şan müziği için olağanüstü kapsamlı koro eserleri de meydana getirmeye teşvik etmiştir. Onun içindir ki, bu üç büyük yaratıcının, Viyana Klasikleri’nin en başta gelen bestecileri olması, dünyanın her yerinde sevgi ve hayranlıkla takdir edilmektedir. Viyana Klasikleri Dönemi de, tüm dünyaca örnek bir yaratış dönemi olarak kabul edilmiş bulunmaktadır.
Cevad Memduh ALTAR
(20 Şubat 1991)