Cevad Memduh Altar1902-1995
English | Français | Deutsch | Italiano | Español

RADYO

Ankara Radyosu
11 Ocak 1948, Pazar
Saat: 10.00 – 11.00
Metin: 23 d.
Müzik: 37 d.
Yekûn: 60 d.

JOSEPH HAYDN’A DAİR
(1732-1809)

            Tarihin mühim hadiselerinden biri de, bundan 150 yıl önce Mısır’da savaşan Napolyon ordusunun anavatanla bağlantısının kesilmesi olmuştu. Halkın sevgi ve inancına rağmen, Direktuvar idaresince büyük bir ordu ile ve baştan savılırcasına Mısır’a gönderilen General Bonaparte, İskenderiye’yi almış, piramitler önünde yapılan muharebeyi kazandıktan sonra Kahire’yi işgal etmişti. Fakat Fransız donanmasının Abukir önünde demirli olduğu bir sırada Amiral Nelson’un kumandasındaki İngiliz donanması tarafından imha edildiği haberini alan Napolyon, neye uğradığını anlamadan, 32.000 kişiye yaklaşan ordusuyla, kendisi için tehlike addettiği Suriye’yi istilaya karar vermişti. Hattâ Napolyon, Yafa’ya kadar da geldi. Akkâ’yı savunan Cezzar Ahmet Paşa onu şehre sokmadı. Gücü kalmayan Fransız ordusunda birdenbire veba da baş göstermişti. Bu durum karşısında Fransız ordusu tekrar Mısır’a döndü. Bu sefer de Osmanlı donanması Abukir’e asker çıkardı (1799). Napolyon ordusu ile savaşıldı. Nihayet III. Selim’in kuvvetleri, 1801 yılında, Mısır’ı Napolyon’dan geri almayı başardı. Cezzar Ahmet Paşa’nın ve Amiral Nelson’un başarıları, Napolyon tehlikesini çoktandır sezmiş olan Avrupa memleketlerinde duyulmuş ve bu iki kahraman her tarafta hayranlıkla takdir edilmişti. Bu arada Akkâ savunmasına ait birçok yazılar ve resimler yayınlandığı gibi, tanınmış bazı ressamlar, Abukir deniz savaşını tablolarında canlandırmaktan, müzisyenler, Abukir deniz seferini anlatan eserler bestelemekten, şairler, Nelson’un zaferini kutlayan şiirler yazmaktan kendilerini alamadılar.

            Abukir deniz savaşından iki yıl sonra, Amiral Nelson, Viyana’yı ve Avusturya’nın bazı şehirlerini ziyaret etmişti. Bu ziyarete sebep, Amiralin o zaman İngiltere’nin Sicilya Krallığı nezdinde büyükelçisi olan Sir William Hamilton ile beraber gözden düşmesi ve bu yüzden çektiği üzüntüleri unutmak için, hükümetinden izin alarak, Avusturya üzerinden memleketine dönmeyi arzu etmiş olmasıydı.

            1801 yılı Ağustos ayı içinde, Napoli Kralının eşi Kraliçe Maria Carolina, siyasi durumu bir hayli sarsılmış olan Fransa için, Avusturya imparatoru Kaiser Franz’dan hem yardım istemek, hem de şahsen Avusturya’ya sığınmak üzere, çocuklarıyla ve maiyetiyle, Napoli’den Trieste’ye hareket etti. Bunların arasında, Kraliçenin yakın dostluğunu kazanmış olan Amiral Nelson ile ihtiyar Hamilton ve ayrıca Hamilton’un genç ve güzel eşi Lady Hamilton da bulunuyordu. Yolcular, Ağustos ayının başında Trieste’ye vardılar. Fakat Kraliçe, arkadaşlarından ayrılıp, süratle Viyana’ya hareket etmek zorunda kaldı, çünkü seyahat programına göre Kraliçe’nin Viyana’ya ayak basacağı gün önceden saptanmış ve karşılama töreni için gerekli tertibat alınmıştı. Bu nedenle eşinden çok yaşlı olan Sir William Hamilton’un birdenbire hastalanmasından dolayı, yolculuğun kesintiye uğrayacağından korkan Kraliçe Maria Carolina, dostlarından istemeyerek ayrılıp, maiyetiyle birlikte Viyana’ya hareket etti. Kraliçenin hareketinden sonra, yollarına normal bir şekilde devama karar veren yolcular arasında, Hamilton’ların nedimesi olan Miss Ellis Cornelia Knight adında bir amiral kızı da bulunuyordu. Nihayet Amiral Nelson, Sir William Hamilton, Nelson’la yakın bir ilişki kurmuş olan Lady Hamilton ve Miss Cornelia, 10 Ağustosta Viyana’ya hareket ettiler. Yolcular ilk olarak Leibach’da arabadan inip dinlendiler. Bu şehirdeki Filarmoni Derneği, misafirlerin şehre ayak basmasını özel bir akademi ile kutladı.

            (Plak1: Haydn, Yaylılar kuarteti, Op.3 No.5)

            Birkaç saat sonra tekrar yollarına devam eden yolcular, Graz, Bruck, Mur ve Wienerneustadt üzerinden, 18 Ağustosta Viyana’ya vardılar. Nelson, yolda olduğu gibi, imparatorluğun merkezi olan Viyana’da da halk tarafından hararetle karşılandı. Amiral, Viyana’nın Graben semtinde bir otele yerleşmiş, günlerce otelin etrafını çeviren halk, onu her fırsatta alkışlamayı ihmal etmemişti. Nihayet Nelson, Napoli Kraliçesi Maria Carolina tarafından Arşidük Albert von Sachsen-Taschen’e takdim edildi. Viyana sarayı, Nelson’un ziyaretiyle yakından ilgilenmişti. Nitekim Viyana’nın meşhur Burg Tiyatrosunda, zamanın tanınmış ses sanatçılarından Therese Rosenbaum’ı dinlemeye davet edilen Amiral, daha tiyatroya ayak basarken halk tarafından şiddetli alkış salvolarıyla selamlandı.

            (Plak 2: Haydn, Yaradılış Oratoryosundan 2 koro)

            Avusturya hükümeti tarafından hazırlanan program gereğince, İngiliz misafirlere memleketin bazı yerlerinin gezdirilmesine karar verilmişti. Misafirler 6 Eylül Cumartesi günü Avusturya’nın şirin bir şehri olan Eisenstadt’a hareket ettiler. Bu şehirdeki sarayında oturan Prens IV. Nikolaus Esterhazi ile eşi, evvelce Napoli’de Hamilton’larla tanışmışlardı. Bu nedenle Esterhazi ailesi, İngiliz misafirlerin Eisenstadt’a ayak basmaları şerefine, birkaç gün süren şenlikler düzenlediler. 7 Eylül Pazar günü, Eisenstadt baştan başa donatıldı; geceleri her yere fenerler asıldı; fişekler atıldı. 8 Eylül Pazartesi günü de sarayda bir balo verildi. 9 Eylül Salı günü, büyük bir av partisi tertip edilmişti. Esterhazi’lerin verdiği ziyafette Nelson’un sağlığına kadehler kaldırıldı. Saray orkestrası tarafından Amiral’in şerefine ayrıca dört büyük konser de düzenlenmişti Hattâ bu konserlerden birini, Esterhazi’nin saray orkestrası şefi olan, devrin tanınmış bestecisi Josef Haydn idare etti.

            (Plak 3: Haydn, Senfoni No. 6, I. kısım)

            Nelson daha yoldayken, öteden beri gıyaben sevdiği Haydn’ın müziğini dinlemiş, Leibach’daki Filarmoni Derneği tarafından şerefine düzenlenen Akademide, Haydn’ın askerî senfonisi çalınmıştı. Bu suretle Nelson’un Haydn müziğine karşı artan hayranlığı, misafirleri ilk önce Eisenstadt’a sürüklemiş ve devrin başta taşınan amirali Nelson, Viyana senfoni üslûbunun kurucusu Haydn’ı böylelikle şahsen tanıma fırsatını da elde etmişti.

            Prens Esterhazi’nin, Nelson için düzenlediği şenlikler parlak geçti. Sonradan Leipzig’in tanınmış müzik basımcısı Breitkopf und Härtel’e yazılan 21 Aralık 1801 tarihli bir mektupta, Lady Hamilton’un Haydn’la geçirdiği samimi saatler yüzünden, Esterhazi sarayının görülmeye değer güzelliklerini ihmal ettiğinden bahsediliyordu. Heyetle beraber seyahat eden Miss Cornelia ise bir yazısında, Haydn’ın bu ziyafetlerde davetlilerle olan samimi ilişkilerine değinmekte ve davetlilerin üstada olan hayranlığından da ayrıca bahsetmekteydi. Eisenstadt’da geçen dört gün içinde, Haydn’ın bu beklenmedik ziyafet şerefine Miss Cornelia’nın Amiral Nelson için evvelden yazdığı bir şiirin bazı kıtalarını bestelemek suretiyle meydana getirdiği Nelson aryasını ilk olarak Amiralin yakın dostu Lady Hamilton bir toplantıda okumuş ve Lady’ye piyanoda bizzat Haydn eşlik etmişti.

            Haydn ile Amiral Nelson arasında başlayan dostluk, gün geçtikçe kuvvetlendi ve Nelson’a gıyaben sevgi besleyen Haydn’ın 1798 yılında bestelediği Nelson Mess’i, devrin bu iki tanınmış adamını büsbütün birbirine yaklaştırdı. Bir rivayete göre, Haydn’ı Viyana’da da ziyaret etmiş olan Nelson, veda hatırası olarak yazı kalemini vermesini sanatçıdan rica etmiş, kendisi de cep saatini Haydn’a vermişti.

            Yolcular, 1800 yılının 26 Eylül günü, Haydn’ı bir daha görmemek üzere Viyana’dan ayrıldılar. Bu tarihten beş yıl sonra, 1805’te, Amiral Nelson, Fransız ve İspanyol donanmasına karşı Trafalgar’da kazanacağı zafer uğruna savaşırken yaralandı ve öldü. 1809 yılında Avusturya’yı istila eden Napolyon ordularının Viyana’yı topa tuttuğu bir sıradaysa Haydn hastalanarak hayata gözlerini yumdu ve Viyana’yı işgal eden Napolyon, bu sanat adamının evinin önüne bir saygı kıtası göndermeyi ihmal etmedi. Bu suretle Fransa İmparatoru Napolyon, mütevazi bir çevreden büyük bir şöhrete adım adım ilerlemiş olan Haydn’ın hayatı ile kendi hayatı arasında belki de bir benzerlik saptamış ve Haydn’a olan sevgisini gizleyememişti. Ancak Haydn’ın, çevresini hayretlere düşüren yaratma enerjisini oldukça ileri çağlarda sanat dünyasına tanıtmış olması, Mozart’ta ve Beethoven’de olduğu gibi erken başlayan dehaların yanında lâyık olduğu mevkii sanatçıya çok geç sağlamıştı. Diğer taraftan Mozart’ta erken baş gösteren deha, kültür tarihine vereceği eserleri vaktinden önce yaratma fırsatını sanatçıya tanımıştı. Halbuki Viyana üslûbunun kurucusu Haydn’ın, bu hususta geç harekete geçmesi, ancak ileri çağlarda, hattâ yeteneğinden Haydn’ın kendisinin de şüphe etmeye başladığı sıralarda, en olgun eserlerini yazabilme imkânını sanatçıya sağlayabildi.

            (Plak 4: Haydn, Yaylılar kuarteti, No. 68 Op.3 No.5, I. ve II. kısımlar)

            Haydn ilk senfonisini 27 yaşında, son senfonisini ise 63 yaşında yazmış ve bir senfoni üstadı olarak hedefine 59 yaşında ulaşmıştı. Halbuki Mozart, ilk senfonisini 9 yaşında yazmış, hayatının sonlarına doğru da, 32 yaşındayken, orkestra eserlerinin bileşkesi demek olan üç büyük senfoni meydana getirmişti. Diğer taraftan Beethoven ilk senfonisini 30 yaşında yazmıştı. Şurasını da unutmamak gerekir ki, Beethoven’in bu senfonisi bile üstadın diğer senfonileri arasında önemle yer alırken, Haydn ile Mozart’ın ilk eserleri, bu her iki üstadın olgunluk çağlarında yazdıkları senfonilerle kıyaslanamayacak kadar zayıf eserlerden sayılmaktadırlar. Öte yandan Beethoven, orkestra edebiyatının önemli bir eseri olan 9. Senfoni’sini 53 yaşında yaratmıştı. Bundan başka Mozart ile Beethoven’in senfonik müzik alanındaki gelişmeleri, bir tesadüf eseri olarak, her iki sanatçının da hayatlarının 23üncü yılına rastlaması karşısında, Haydn ancak 36 yaşında senfonik alanda gelişme yeteneği gösterebilmiştir. Halbuki Beethoven, aynı yaşlarda 3. Senfoniden (Kahramanlık Senfonisinden) sonra bu yolun bütün güçlüklerini yenmişti. Haydn ise 36 yaşında yazdığı 82. Senfoni ile bu alanda henüz yürüyeceği yolu tayin edebilme fırsatını elde etti.

            O halde üstadın yaklaşık 104 senfoni yazmış olduğuna bakılırsa, 82. Senfonisi ile yürüyeceği yolu tayin hususunda da biraz gecikmiş olduğu anlaşılır. Demek oluyor ki, Haydn’ın ilk 82 senfonisi, sanatçının senfonik müzik besteciliğine hazırlanma yolunda yaptığı ilk denemelerden sayılır. Bu nedenle Viyana senfoni üslûbunu kuran ve bu alanda Mozart ve Beethoven gibi devrinin iki tanınmış sanatçısına hocalık etmiş olan Josef Haydn’ın sanat alanındaki başarısını bir bakıma da Mozart ve Beethoven’den önce dünyaya gelmiş olmasında aramak doğru olur. Halbuki eserlerinde metafizik fikirler peşinde koşmamış olan Haydn, sırf kendine özgü sade bir görüş ve anlayış bakımından yaşadığı devri etkisi altına almış ve öz eleştiri gibi insan meziyetlerinin en güzeline sahip olmanın çevrede yarattığı hayranlıkla, herkesin takdirini kazanmıştır.

            Haydn’daki bu ruh olgunluğu, sanatçının ölümünden sonra bile hayranları arasında paylaşılamamasına yol açmıştı. Nitekim Haydn öleli 8 yıl olmuştu. 1820’de Viyana’da bugün yerinde Haydn Parkı denilen bir bahçe bulunan eski Hundsturmer mezarlığında, korkunç olduğu kadar da dikkate değer bir olay gerçekleşti. Haydn’a hayatı boyunca bağlanmış olan Prens Esterhazi, birkaç yıl önce ölen sanatçının kemiklerini Eisenstadt’da hazırlattığı özel bir yere defnettirmek için bir kabir açtırmıştı. O gün bu olaya şahit olanlar, meydana çıkan kemikler arasında kafatasının bulunmadığını görünce, korku ve heyecanla sarsıldılar. Bu yolda yapılması ihtimali olan her türlü yorumu önlemek için olacak ki, olay etrafa yayılmadan, Esterhazi’nin emriyle kemikler önce başsız olarak Eisenstadt’da hazırlanan kabre taşındı ve bir sene sonra da Prensin özel kâtibi Rosenbaum tarafından meydana çıkarılan bir kafatası, yine aynı kemiklerin yayına bırakıldı. Aradan epeyce zaman geçmiş, Esterhazi’nin kâtibi ihtiyar Karl Rosenbaum da günün birinde hastalanmıştı. Bu kişi ölürken, önemli bir noktayı açıkladı ve Haydn’a ait olan asıl kafatasının kendisinde bulunduğunu, sonradan kabre konan başın yabancı bir iskeletten alınmış olduğunu itiraf etti. Bunun üzerine Haydn’ın kafatası hakkında ağızdan ağza dolaşan dedikodunun içyüzü yavaş yavaş aydınlandı ve bu meseleyi örten esrar perdesi de kısa bir zamanda ortadan kalkmış oldu.

            Haydn’ın kafatası hikâyesinin içyüzüne gelince: Geçen yüzyılın tıp dünyasında keşifleriyle tanınmış Doktor Gall adlı bir bilim adamı vardı. Bu kişi, bugün bile kısmen başka bir şekilde devam etmekte olan Frenoloji adlı bir bilim kolu ile uğraşıyordu. Frenoloji, kafatası kemiklerindeki çıkıntılar ile ruhsal melekelerimiz arasında bulunduğu ileri sürülen ilişkileri inceleyen bir bilim dalıydı. Doktor Gall’in kurduğu Frenoloji biliminin sadık bir savunucusu olan ve zamanında Viyana hapishanesi müdürlüğünü de yapmış bulunan Johann Peter, günün birinde Haydn’ın kafatasına sahip olmak istemiş ve sanatçının kafa kemikleri üzerinde yapacağı araştırmayla, dahilerin ruhsal melekeleri hakkında bazı şeyler keşfedeceğine inanmış. Aynı zamanda Prens Esterhazi’nin kâtibi Karl Rosenbaum da bu kişinin yakın arkadaşıymış. Hapishane müdürü Johann Peter, bir akşam gizlice Rosenbaum’un yardımını sağlamış, her ikisi de kabristan bekçisini parayla kandırmışlar ve definden tam sekiz gün sonra Haydn’ın başını mezardan çıkarıp almışlar. Bundan sonra Johann Peter, Haydn’ın kafatası üzerinde tetkiklere başlamış. Aradan bir hayli zaman geçmiş, kafa kemiklerinde yapılan ölçmeler biçmeler, araştırmalar sona ermiş ve baş tekrar Esterhazi’nin kâtibi Rosenbaum’a iade edilmiş. Rosenbaum, gün geçtikçe artan vicdan azabına rağmen, bu başı itinayla evinde saklamış. Nihayet Rosenbaum da ölmüş. Bu sefer baş, tekrar hapishane müdürü Peter’in eline geçmiş. Bu kişi de öldükten sonra, olayı bilen eşi, sırf polisin takibinde korktuğu için olacak ki, Haydn’ın başını gizlice özel doktoruna vermiş. Haydn’ın kafatasını evinde saklayan bu doktor da, kıymetli emaneti uzun zaman elinde tutmaktan çekinmiş ve bir müddet sonra kafatasını, o sıralarda Viyana’daki tıp okulunun tanınmış üstatlarından olan, hocası Profesör Doktor von Rokitansky’ye hediye etmiş Hattâ bu esnada meşhur patolog Profesör Hirtl da Haydn’ın kafatası üzerinde bir sürü araştırmalar yapmış. Nihayet bu büyük bilgin de öldükten sonra, Viyana hapishanesinin eski müdürü Johann Peter’in vasiyeti yerine getirilerek, Haydn’ın başı Viyana Müzikseverler Derneği arşivine verilmiş. Bugün Josef Haydn’ın kafatası, Viyana’da Karlsplatz denilen meydandaki Müzikseverler Derneği arşivinde saklanmaktadır.

            Bununla beraber, bu önemli emanetin Viyana’daki derneğin arşivinde saklanmasının nedeni sadece Johann Peter’in vasiyetinin yerine getirilmesinden değil, aynı zamanda Josef Haydn’ın Viyana Müzikseverler Derneğinin öteden beri bir üyesi olmasından dolayı, derneğin bu başa esasen sahip çıkacak durumda bulunmasından ileri gelmektedir. O tarihten bu tarihe kadar aradan 131 yıl geçmiş ve bu konu üzerinde yapılan bütün dedikodular sona ermiştir. Diğer taraftan sanat dünyası, 18. yüzyıl müzik sanatında önemli bir çığır açmış olan Josef Haydn’ın dehasını tereddütsüz kabul etmekte gecikmemiştir. Bütün bu incelemeler de gösteriyor ki, Haydn’ın sanat tarihindeki önemi hayatında da anlaşılmış, ama sanatçının kafatası üzerinde yapılan araştırmalar bugün artık modası geçmiş bir bilim olan Frenoloji konusuna neler katmış olduğu bilinmemekle beraber, Haydn biyografisinde talihin garip bir cilvesi olarak kalmıştır.

            (Plak 5: Haydn, Menuet, piyanoda: Charlotte Kaufmann)

            Vakit kalırsa:
            (Plak 6: Senfoninin devamı – Kısmen)

 

 

Not: Bu konuşmadan itibaren,
İzahlı Müzik ayda iki defaya indirildi.
Biri Ruşen Kam’ın, biri benim.