Ankara Radyosu
1 Mart 1949, Salı
Saat: 21.55
(Radyo Dergisine
Verildi.
3.III.1949)
Güzel sanatların toplum ve birey terbiyesindeki rolü ne derece büyükse, sanat adamını topluma ve bireye faydalı olma yolunda hazırlayacak öğretim kurumlarının oynadığı rol de o nispette büyüktür. Onun içindir ki, eski devirlerde kendi kendini yetiştiren sanatçı, bugün akademik bir eğitim dışında yetişemiyor. Yakın zamanlara kadar dalgınlığı ve dağınıklığı hoş görülerek “Bohem!” tabiriyle nitelendirilmiş olan sanat adamı, bilim ve fen adamlarındaki özelliklerin hiçbirinden artık istisna edilemiyor. O halde yaşadığımız devir, bilimsiz sanat olamayacağı prensibini değişmez bir düstur olarak kabul etmiş bulunuyor.
Batıda yüzyıllar boyunca bir bilim konusu olarak da ele alınmış olan resim, heykel ve mimarlık sanatları, bizde de ilk önce 1877 yılından beri (72 yıl öncesinden bu yana) öğretim sistemine bağlanmış bulunuyordu. Aynı yıl, Maarif Nazırı [Millî Eğitim Bakanı] Raif Paşa’nın giriştiği enerjik bir girişimle, Guillemet adlı Fransız bir uzmanın “Mektebi Sanayii Şahane”ye müdür tayin edilmiş olduğu, Takvimi Vakayi’in 31 Teşrinievvel 1293 (31 Ekim 1877) tarihli nüshasında yayımlanmış, ancak kurumun nerede, hangi binada ve ne şekilde çalışmış olduğuna dair bugüne kadar hiçbir belgeye rastlanmamıştır. Plevne muharebesinin en şiddetli zamanına tesadüf eden bu yeni sanat hareketi hakkında fazla bilgi edinilememesinde belki de savaşın rolü olmuştur.
Bu tarihten beş yıl sonra, 1882 yılında yeni bir akademi kurma yolunda girişilen ikinci bir teşebbüse bakılırsa, Mektebi Sanayii Şahane’nin ya hiç çalışmadığı, yahut da istenildiği şekilde çalışamamış olduğu ve bu yüzden güzel sanatlar öğretiminde esaslı bir yenilemeye başvurulduğu görülür. Nitekim bu yeni hamle, yeni Türk resminin olduğu kadar Türk arkeolojisinin de kurucusu olan büyük bir bilginimizin gayretiyle meydana gelmiştir. Bu büyük bilgin, İstanbul Asarı Atika [Eski Eserler] Müzesi müdürü, merhum Osman Hamdi Bey’dir. Osman Hamdi Bey, 1881 yılından itibaren bu müzenin müdürüdür; ve aynı zamanda hükümetçe yeniden kurulması kararlaştırılan Sanayii Nefise Mektebine de 2 Ocak 1882 yılında müdür tayin edilmiştir. Hattâ Ticaret Nazırı Raif imzasıyla yazılan bir tezkerede: “Hamdi Beyin uhdesinde kalacak müze müdürlüğünün, kema kâne [eskiden olduğu gibi] muarif müdiriyetine ve yeni teşkil olunan Sanayii Nefise müdiriyetinin de ticaret nezaretine merbut [bağlı] kalacağı” açıklanmaktadır. Hükümetin bu mühim kararı, yalnızca bir okul açmak mahiyetinde değildir. Bu vesileyle memlekette güzel sanatlar öğretimine yarayacak binaların inşasına da karar verilmiştir. Böylelikle, saray içinde, Çinili Köşk’ün yanında ve halen Eti Müzesi olarak kullanılan ilk Sanayii Nefise Mektebi’nin temeli atılıp, inşasına başlanmıştır.
Bu binanın inşası 1883’te (1298) sona erdi; aynı yıl Mart ayının 3üncü günü binanın açılma töreni yapıldı ve bir sene sonra da (1884) gene Mart ayı içinde Ticaret Nezaretine bağlı olan kurumda derslere fiilen başlanıldı. Üç yıl sonra (1887) Ticaret Nezaretinden Maarif Nezaretine devredilen kurum, başlangıçta yeter miktarda öğrenci bulamıyordu. Kısa bir zaman içinde yeni Türk resminin önderleri sayılan Şeker Ahmet Paşa’nın ve 1902 yılında ressam Halil ve Ali Rıza beylerin memleketimizde olk olarak açtıkları resim sergilerinin halk arasında yarattığı büyük ilgi, Valeri ve Zonaro adlı İtalyan ressamların gösterdikleri faaliyet, Sanayii Nefise Mektebi’nin önemini gün geçtikçe arttırdı. Kısa bir müddet sonra okulun yetiştirdiği elemanlar arasında Türk sanatçılarının sayısı belirli bir şekilde artmaya başlamıştı. Diğer taraftan mezunlardan başarı gösterenleri, öğrenim amacıyla, hükümet Paris’e gönderiyordu. Zamanla öğretim faaliyetine yetmeyen okul binasını 1903 yılında büyütme ihtiyacı doğdu. Bu esnada Osman Hamdi Bey, okulun gelişmesi ve memleket ihtiyacını karşılayabilmesi için neler yapmıyordu! Bu büyük sanat önderi, bir yandan kurumun öğretim işlerini şahsen idare ediyor, bir yandan da müdürlüğünü yaptığı Eski Eserler Müzesinin içeriğini, bizzat giriştiği kazılarda meydana çıkan paha biçilmez eserlerle zenginleştiriyor, böylelikle müzeyi, Sanayii Nefise Mektebi öğrencilerine, klasik ve akademik bir sanat terbiyesini sağlayabilecek laboratuvar haline getiriyordu.
Böylece birkaç yıl daha geçmiş, Osman Hamdi Beyin 24 Şubat 1910 tarihindeki vefatı, Türk sanat hayatı için telafisi imkânsız bir kayıp olmuştu. Ancak okulun ve Eski Eserler Müzesinin idaresini üzerine alan kıymetli bilginimiz merhum Halil Ethem Bey, en az ağabeyi Osman Hamdi Bey kadar bu işe önem verdi. Bir müddet sonra Ali Sami Boyar kuruma müdür tayin edildi. O tarihlerde okul için yeniden bir talimatname ve ders programı saptanmıştı. Birinci Dünya Savaşının ikinci yılında (1915), kurumun bir de hanımlar kısmı açıldı ve bu kısma “İnas [kadınlar, kızlar] Sanayii Nefise Mektebi” adı verildi. Bu yeni açılan kısım, gene aynı yıl içinde, Sultan Mahmut türbesi yanında bulunan, o zamanki Bezmi Alem Valde Sultanisinde ayrılan bir yere nakledildi. Bir müddet sonra da kadın ressamlarımızdan Bayan Mihri, kurum müdürü tayin edildi. O sıralarda okul, erkek ve kadın kısmiyle birlikte Müzeler Müdürlüğüne bağlı bulunuyordu. 1918 yılında öğretmenlerin ortak başvurusu üzerine, Millî Eğitim Bakanlığına bağlı, bağımsız bir okul haline getirilen kuruma, aynı yıl içinde ressam Halil Paşa müdür tayin edildi.
Büyük savaşın son yıllarına doğru, Sanayii Nefise Mektebi için artık bir kararsızlık ve bir bina değiştirme devri başlamıştı. O tarihlerdeki kazılardan çıkan eserleri koyacak elverişli yer bulunamamasından dolayı, Sanayii Nefise Mektebinin binası Müzeler İdaresine devredildi. Bu durum karşısında yersiz kalan okul, Darülmuallimin’in boşalttığı, Cağaloğlu’ndaki eski Lisan Mektebi binasına taşındı. Bu taşınmayı takip eden aylarda, yeni binasında da çalışmasına imkân bırakılmayan okul, bir aralık Şehzadebaşı’nda küçük bir eve sığınmış, 1921 yılında Divan Yolu’nda, halen Sağlık Müzesi olan binaya, oradan tekrar eski Lisan Mektebi binasına, mütareke yıllarında ise, okulun kız öğrencilere ayrılan kısmı, Çarşıkapı’daki Ana Mektebi binasına nakledilmişti. İstiklal mücadelesini takip eden yıllarda (1926) okul, Fındıklı’daki eski Meclisi Mebusan binasına taşındı ve kurum ilk olarak bu binada 22 yıl müddetle, yer değiştirmeden çalışma imkânını elde etmiş oldu. Ne yazık ki, 1 Nisan 1948 gününün gecesi ansızın çıkan bir yangın, bu binayı de kuruma çok görmüştü. Bu yüzden okulun resim, heykel, süsleme sanatlar şubeleri, halen yanan binanın etrafındaki perakende binalarda, yüksek mimari şubesi ise, Yıldız’daki eski Mülkiye Mektebinde çalışmaya devam etmektedir.
Halil Paşa’nın 1918 yılında Sanayii Nefise Mektebine müdür tayin edilmesinden sonraki mütareke yıllarında, öğretim faaliyeti, karşılanması güç imkânsızlıklar yüzünden bir hayli sarsılmıştı. Rahmetli Halil Paşa’nın idareyi ele almasından bu yıla kadar geçen 31 yıl içinde, rahmetli ressam Nazmi Ziya, Ali Sami Boyar, devrinin sevimli bir şahsiyeti olan, meşhur karikatürist Cemil Cem, sonra ikinci defa olarak merhum Nazmi Ziya, onun ardından rahmetli ressam Namık İsmail, Prof. İsmail Hikmet Ertaylan, Burhan Toprak, Avni Başman kurumda müdür olarak görev yaptılar. Halen müdürlük görevi, ressam Zeki Faik İzer’in uhdesinde bulunmaktadır.
Vaktiyle Sanayii Nefise Mektebinde kız ve erkek öğrenciler için ayrı ayrı yapılmakta olan öğretim, ilk önce Cemil Cem’in müdürlüğü zamanında birleştirilmiş, Nazmi Ziya’nın müdürlüğü zamanında ve İstiklal Savaşını takip eden yıllarda ise, kurum Fındıklı’ya nakledilmiştir. 1926 yılında müdür tayin edilen merhum Namık İsmail’e, bu kültür kurumunun ikinci kurucusu gözüyle bakmak yerinde olur. Nitekim Namık İsmail’in teşebbüsü ve Millî Eğitim Bakanı merhum Mustafa Necati’nin gösterdiği yakın ilgiyle, 1927 yılında, teşkilat esaslı bir surette genişletilmiş ve Sanayii Nefise Mektebinin adı “Güzel Sanatlar Akademisi” olmuştur.
Güzel Sanatlar Akademisi, son teşkilata göre şu kollara ayrılmış bulunmaktadır: 1. Mimarlık, 2. Resim, 3. Süsleme sanatlar (süsleme resim, iç dekorasyon, afiş, mobilya, kumaş resmi, tiyatro dekoru, moda resmi, seramik v.s.), 4. Heykeltıraşlık, 5. Hâk, 6. Türk süsleme sanatları (tezhip, cilt, yazı, minyatür, sedef işleri v.s.).
Güzel Sanat Akademisinin kıymetli Türk uzmanlarını bir araya toplamış olan öğretim kurulu, 1934 yılından itibaren, Batının tanınmış sanat adamlarından bazılarının da meslek şubeleri şefliklerine tayin edilmeleri suretiyle büsbütün takviye edilmiştir. 1941 yılından itibaren yüksek ihtisas kısımlarını da içermekte olan Akademi, bugün modern bir sanat kurumu haline getirilmiş bulunuyor.
1923 yılından bu yana, Güzel Sanatlar Akademisinin çeşitli uzmanlık şubelerini bitiren genç ve aydın sanatçılarımızın sayısı devamlı olarak artmış ve mezun öğrencilerin sayısı son 24 yıl içinde, 165’i kız ve 693’ü erkek olmak üzere 858’i bulmuştur. 1948 öğretim yılı içinde de Akademinin muhtelif şubelerinde 130 kız ve 469 erkek öğrenci öğrenim görmüştür. Yatısız olan kurumun yoksul ve yetenekli öğrencilerine, öğrenime normal bir şekilde devam ettikleri müddetçe, Millî Eğitim Bakanlığı tarafından, her yıl 300’er liralık yardım tahsis edilmiştir.
Görülüyor ki, 3 Mart 1949 Perşembe akşamı 67’nci dönüm yılını idrak edecek olan Güzel Sanatlar Akademisi, vakit vakit karşılaştığı güçlükleri yenerek, devamlı olarak gelişmiş ve Atatürk inkılâbının güzel sanatlara gösterdiği candan ilgiyledir ki bilhassa son yıllarda Türk sanatına her bakımdan önder olacak modern bir sanat kurumu haline gelmiştir Şimdi, bu kadar özlü bir geleneği olan bu kültür kurumunun, 67’inci yılını, yeniden bazı güçlüklerle karşılayarak içinde 12.000 cilt kitap bulunan kütüphanesinden mahrum olarak çalışmaya mecbur olması reva mıdır? Fakat şu konuda rahat olalım ki, kısmen kadirşinas sanatseverlerimizin hediye ettikleri ve kısmen de Akademinin parasını ödeyerek temin ettiği kitaplarla, daha bugünden 2.000 kitaptan oluşan bir kütüphane meydana gelmiş bulunuyor.
Diğer taraftan, öğrenim gördükleri kurumun kalkınması, zararlarının hızla telafi edilebilmesi çarelerini arayan Akademi öğrencilerinin de esaslı teşebbüslere girişmiş olduklarını memnuniyetle işittik. Bu memleket gençleri, okullarının bugünkü durumunu telafi için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlarmış; hattâ okulun 67’inci dönüm yılı tarihi olan 3 Mart 1949 Perşembe günü akşamı için, Taksim bahçesindeki Belediye Gazinosu salonlarında bir de suare tertip etmişler; ve bu suarenin sağlayacağı gelirle, bir yıldır hasretini çektikleri kütüphaneyi yeniden kuracaklarmış. Sağ olsunlar! Gençler bu işe ne kadar sarılsa yeridir! Ancak, memleket sanatseverlerinin de gençlerin bu heyecanıyla yakından ilgilenmeleri, Akademinin kalkınması faaliyetine ayrıca hız verecektir.
Bundan yarım yüzyıl önce Osman Hamdi Bey gibi uluslararası şöhrete ulaşmış bir Türk bilgininin eliyle kurulmuş olan bu kurumun, gelecekteki hayatında da yeni Türk sanatının gelişmesinde büyük rolü olacağına inanmış bulunuyoruz. Çünkü vaktiyle Akademiyi kuran eller de aynı ideale inanmış bulunuyordu. Akademi binasını birkaç saatte kül yığınına çeviren o amansız yangının alevleri içinden ve 12.000 cilt kitabın yandığı kütüphanenin duvarından, camı ile, çerçevesi ile, hiçbir yeri yanmadan, hattâ sararmadan kurtulan biricik levhanın, müessesenin kurucusu Osman Hamdi Beyin resmi olduğunu düşündükçe, Güzel Sanatlar Akademisine büsbütün bağlanmamaya imkân yok! Nitekim yangından sonra, bir itfaiye erinin merdivenle tırmanıp kütüphanenin duvarından indirdiği bu resmin, o sevimli, o imanlı yüzüyle Osman Hamdi Beye ait olduğunu görenler, hayretten hayrete düşmüş ve bu güzel resim, şimdiki Müdür odasında layık olduğu yere asılmıştır. Ne harikulâde bir tesadüf! Bugün memleket sanatseverlerine düşen tek görev, Akademinin yalnız şerefli mazisiyle değil, haliyle ve istikbaliyle de yakından ilgilenmektir. Güzel Sanatlar Akademisi kütüphanesine her sanatseverin bir kitap hediye etmesi kadar, insana bu ilgiyi tattıran bir haz tasavvur olunur mu?