Cevad Memduh Altar1902-1995
English | Français | Deutsch | Italiano | Español

RADYO

Ankara Radyosu
18.2.1945 Pazar
Saat 10.00-11.00

FRÉDÉRIC CHOPIN (1810-1849)

Yerinde bir hüküm yahut Nohant’ta geçen unutulmaz günler

 

(Radyo mecmuasında neşredildi.)

 

Sayın dinleyenlerim, 1850 yılına doğru Paris görülmemiş fikir tartışmalarına sahne oluyordu. O zaman edebi dünyanın tek başına odak noktası olan bu zarif şehirde fikir adamları ve eleştirmenler sanat hakkındaki görüşlerini, anlayışlarını yalnızca gazete sütunlarına ve dergilere yansıtmakla kalmıyorlardı, tam tersine Paris’e ve oraya az çok yakın sayfiyelere toplanmış olan irili ufaklı sanatkâr grupları için bu tartışmalar günün en önemli olayını oluşturuyordu. Öte yandan Fransız sanat dünyasının ileri gelenlerini Batının her yerinden Paris’e koşan yabancı sanat adamlarıyla tanıştıran büyük ya da küçük toplantılarda kimler karşılaşmıyordu? Gerçekten de dönemin büyük resim üstadı Delacroix, Paris sosyetelerinin birinde Chopin’i şahsen de tanımak fırsatını elde etmiş, hatıra defterinin önemli bir kısmını hayatta ender tesadüf edilen böyle bir tanışmanın zengin tezahürlerine ayırmıştı. Heine’ler Lizst’ler,  George Sand’lar, Musset’ler, Kontes d’Agoult’lar, Alexandre Dumas’lar hep bu toplantılarda karşılaştılar, buralarda çeşitli tartışmalara giriştiler. Bu toplantılarda birbirleriyle darılıp barıştılar. Ama ne olursa olsun tüm bu sosyeteler 19. Yüzyılın o ideal sanatını işleyen bir atölye olma niteliğini uzun zaman korudu. Hemen her sanat adamı yıllardır arayıp bulamadığını bu özlü toplantılarda buldu. Hele bu tartışmalardan en çok faydalanan sanat, müzik sanatı oldu. Nitekim Liszt’ler, Chopin’ler, Wagner’ler, Meyerbeer’ler hep bu sosyetelerde geliştiler, olgunlaştılar. Sanat tarihinin birer standart tipi olma şerefini bu sosyetelerde kazandılar.

İşte sayın dinleyenlerim, büyük bestekâr Chopin’in 1841’den 1847’ye kadar devam eden yıllar içinde dış görünümüyle sözde sükûnet ifade eden son 7 yıllık ömrünün bazı ayları kâh Paris’te kâh Fransa’nın çok şirin kasabalarından biri olan Nohant’ta  George Sand’ın villasında geçti. Hele her tarafı Chopin hatıralarıyla dolu olan bu güzel kasabada 39 yıllık bir ömrün en son devresini yaşamış olan sanatkâr, zamanın en önemli sosyetesini peşine takmış, ta Nohant’a kadar getirmişti. O vakitler Paris’e en yakın kasabalara bile seyahat etmek güç olduğundan, bugün trenle rahat şartlar altında yapılan Paris-Nohant yolculuğunun oldukça nahif yapılı olan Chopin’i bir hayli yormuş olduğuna şüphe etmemek gerekir.

Sayın dinleyenlerim, Nohant kasabasında dönemin en önemli sanat toplantılarını düzenleme durumu, daha çok  George Sand’ı yoran bir meseleydi. Nitekim Paris’i tanınmış sanat büyükleri sık sık, hattâ bazen günlerce misafir kalmak suretiyle Chopin ile  George Sand’ı Nohant’ta ziyaret ettiler. Meselâ Franz Lizst ile Kontes d’Agoult 1840 yıllarına doğru Nohant’ta Chopin’lere uzun süre misafir olmuşlardı. Pauline Viardot, ressam Delacroix, Pierre Leroux gibi sanat adamları da bu ziyaretçiler arasında zaman zaman görülen şahsiyetlerdi. Misafirlerin dinlenmesini sağlamak, sanat dünyasının saygıyla andığı bu tanınmış ziyaretçilere Nohant’da hoş saatler yaşatmak için günlük programı bizzat düzenleyen  George Sand, dostlarına ne güzel sürprizler hazırlardı. Bazen sayıları sekizi onu bulan Nohant misafirleri için George Sand uzun kır gezmeleri tertipliyordu. Öte yandan misafirleri eve bağlayacak daha hoş önlemler de almıştı. Öncelikle evde bir bilardo salonu vardı. Misafirlerin sahne zevkini tatmin için ayrıca bir tiyatro salonu da mevcuttu. Bu salonun sahnesinde misafirler temsiller tertip ediyorlar, hattâ oyunlara bizzat katılıyorlardı, ama eğlenmek hususunda herkes serbestti. Günün boş saatlerinde isteyen ava çıkar, isteyen balık tutardı, isteyen kürek çekerdi. Hele köşkün uçsuz bucaksız bahçesi misafirlerin günlük eğlenme ihtiyaçlarını temin edecek binbir güzelliğe sahipti.

Köşkün özel temsillerine gelince: Hele bu temsil günleri Chopin’in misafirleri beklenmedik sürprizlerle karşılaşıyorlardı. Köşkün özel sahnesinde çok kere herhangi bir konu -tıpkı İtalyanların “commedia dell’arte” türünden temsilleri gibi- tamamiyle doğaçlama oynanıyordu. Bu durumda sahnenin arka tarafına konunun ana hatlarını anlatan bir plan yapıştırılırdı. Esere katılan aktörler, yani tanınmış yazarlar ve sanat adamları bu planı arada bir gözden geçirmek suretiyle sahne üzerinde yapacakları diyalogları sırf doğaçlama olarak gerçekleştiriyorlardı. Öte yandan sahnenin sağında solunda kulis arkasına konmuş olan iki piyano gerektiğinde orkestra yerini tutmak üzere bu temsillere eşlik ediyordu. Bu piyanolarda çok kere Chopin ile Lizst ortaklaşa olarak temsillerin gerektirdiği sahne müziğini doğaçlama  olarak meydana getirirlerdi. Yani baştan aşağı tuluatla geçen Nohant günleri yalnız Chopin ile  George Sand’a değil, Paris’in kalbur üstü bütün büyüklerine unutulmaz anlar yaşatmıştı.

Bizzat  George Sand, günü gününe kaydettiği notlarda köşkünde geçen temsil faaliyetini bakın bizlere nasıl anlatıyor: “...Bütün bu işlere evvelâ bir pandomima ile başlanırdı. Hem bu tarz sırf Chopin’e mahsus bir buluş idi. Kendisi piyanonun başına geçer, pandomimaya doğaçlama olarak eşlik ederdi. Bu esnada gençler gelişigüzel rol yaparlar, dans ederlerdi… Chopin onları aklına nasıl eserse öyle idare ederdi. Piyano başında bazen neşeden kedere, burleskten tantanalı bir mizaha, narin duygulardan korkunç ihtiraslara atlayıverir, bizler ise arka arkaya gelen muhtelif rollerde işe yarayacak kostümler bulup yaratmaya çalışırdık. Sanatkâr Chopin bir de karşısında böyle yeni bir kostüm gördü mü müziğinin karakterini bu yeni kıyafetin karakterine öyle bir maharetle uydururdu ki hayret etmemeye imkân yoktu.”

İşte sayın dinleyenlerim, Chopin gibi devamlı olarak eser yaratan bir sanat büyüğünün hele hayatının son yıllarında alabildiğine verimli olmasının sebebini gerek Paris’te gerek Nohant’ta geçen neşeli toplantı günlerinde ararsak hata etmemiş oluruz. Hattâ Chopin’in mizacı bakımından kısmen neşeli geçmiş olması tahmin edilen Nohant yıllarında Polonya danslarının en güzel bir türü olan Polonez dansı bile sanatkârın elinde bir konser müziği olarak piyano repertuarında yerini almıştı. Hattâ bu türden eserler Chopin’in konserlerinde heyecanla dinlenmişti. Nitekim Polonezler arasında bu tür dans müziğinin en güzel, en olgun örnek olarak La bemol majör Polonez’i gösterilebilir. Öyle ki ne Chopin’in öteki Polonez’lerinde, ne de başka bir bestecinin bu türden eserlerinde bu Polonez’de görülen asalete, temaların işlenişine ve parlaklığına tesadüf etmeye imkân vardır.

Sayın dinleyenlerim, Polonya’nın tanınmış sanat adamlarından Cleczynski’nin bu eşsiz Polonez hakkında bizzat Chopin’den duyduğu sözlere bakılırsa, dans müziğinin günün birinde konser repertuarlarına bile girmiş olmasının öyle sırf bir tesadüfe atfedilemeyeceği derhal anlaşılır. Nitekim Chopin biraz evvel de söylediğim gibi Nohant günlerinin mahsûlü olan La bemol majör Polonez’i hakkındaki duygularını anlatırken, bu eseri her çalışında, gece yarısı haberi olmadan yatağından kalkıp dolaşan insanlar gibi, ne yaptığını bilemez bir halde kendini Nohant’taki köşkün esrar dolu kulesinden sonsuzluğun kucağına kapıp koyuverir gibi olurmuş. Bu esnada Chopin tepeden tırnağa kuşandıkları silahlardan çıkan seslerle vakur bir tören havası içinde kendine doğru yaklaşmakta olan cetlerinin ayak seslerini sanki duyar gibi olurmuş. Hakikaten sayın dinleyenlerim, Chopin’in her eserinde olduğu gibi Polonez’lerinde de görülen vakar, azamet, kudret, millî duygular, söz konusu bu Polonez’de kendini fazlasıyla hissettirir. Tevekkeli La bamol majör Polonez’ine “Polonezlerin Polonezi” denmemiş! (Plak:1- Polonez, Op. 53, 1843, la bemol majör, piyanoda Breilofsky)

Sayın dinleyenlerim, tam 7 yıl süren Paris-Nohant günleri hayatının son dönemine ulaşmış olan Chopin’e çok kudretli bir ilham kaynağı olmuştu. Chopin yine bu dönem içinde, yani 1842-43 yıllarında insanlığa daha mükemmel eserler vermiş, bizzat yarattığı repertuarına la bemol majör ve fa minör Ballade’larını da katmıştı. Bu da gösteriyordu ki tamamiyle şen bir mizaca malik olması gereken dans üslubundaki eserlerini bile ağırbaşlı eserler arasına katan, en neşeli ânında kendine mahsus bir ciddiyetle gülümseyen sanatkâr, Nohant’ta geçen unutulmaz anların hatırasını söz konusu Ballade’larla büsbütün ebedileştirmişti. Hattâ bu tarihten tam 5 yıl önce Chopin hakkındaki katı hükmünü kendi dergisinde bütün dünyaya ilan etmiş olan büyük besteci Robert Schumann, ileride Nohant’ta yaratılacak eserlerin sahibi olacak dehayı keşifte tam bir isabet göstermişti. Nitekim Schumann, Nohant toplantılarına sahne olan yıllardan tam 5 yıl önce Chopin dehasını keşfetmiş, hattâ çok sevdiği meslek arkadaşını, yani dehasına hayran olduğu Chopin’i şu cümlelerle tanımlamakta tereddüt etmemişti: “Geçenin geç vaktinde boş yere gökyüzünde aradığımız ender bir yıldız gibi yıllardır bilmeden kendisinden bahsedip durduğumuz bu zatı yüreğimizden eksik etmeye imkân var mı? Acaba yolu nereye gidiyor? Bizleri nereye götürüyor? Kim bilir bu yol daha ne süreyle parlayacak?”

İşte sayın dinleyenlerim, Schumann’ın çok evvelden âdeta gaipten haber verircesine söylediği bu dikkate değer sözler, yani bu yerinde hüküm, Nohant kahramanını tam 5 yıl öncesinden saptamakta aldanmadı, çünkü 1845 yılına doğru Nohant’ta bestelenen iki büyük Ballade, Schumann’ın yargısını doğrulamaya yetmişti. Sanatkârın son yaratma dönemine tesadüf eden eserleri arasında sönmeyen yıldızlar gibi parlayan bu Ballade’lardan biri, yani 3 numaralı la bemol majör Ballade’ı, piyano edebiyatının en olgun eseri diye anılmaya layık bir yaratmaydı. Burada eserin başından sonuna kadar insanın hayal gücüne eşlik eden ritim, hele eserin ilk kısmında, munis bir atın nal seslerini andırır, ancak bu sesler eserin daha sonraki akışında karayağız bir atın dörtnala koşmasını dinleyenlere hatırlatır. (Plak: 2- Ballade No.3, 1842, la bemol majör, piyanoda Alfred Cortot)

Sayın dinleyenlerim, Chopin’in Nohant’ta geçen yıllarının en güzel eserlerinden biri de 4. ve sonuncu Ballade’ı olan fa minör baladıdır. Bu güzel eserin baş tarafından işittiğimiz temayı her tekrar edilişinde değişik bir yüzle görürüz. Bütün bu değişmeler serbest geçiş pasajlarıyla birbirlerine bağlanmışlardır, ama bu tema eserin başında yüzünü bizlere birdenbire göstermez. Bu güzel baladın baş tarafında önce 8 ölçülük kısa bir giriş müziğiyle karşılaşırız. Bu kısa önsözden sonra kederli bir tema sanki anlatmak istediği bir şey varmış gibi bizlere yaklaşır, bizleri derhal etkisi altına alır, ama her seferinde, yani her görünüşünde değişik bir yüzle kendini gösteren bu tema, esere baştan aşağı hakiki bir masal (ballade) karakteri verir. (Plak: 3- Ballade No.4, 1843, fa minör, piyanoda Alfred Cortot)

Sayın dinleyenlerim, Chopin’in Nohant’ta geçen yılları sanat tarihine işte bu türden eserleri kazandırdı. Nohant günlerine hayranlıkla bağlı olan dönemin büyük ressamı Delacroix, bu ölmez eserlerin yaratıldığı günleri karakterize eden mektuplarında, Nohant kasabasında bulunan kişileri cazip öyküler halinde tarihe mal ettiğinin acaba farkında mıydı? Nitekim Delacroix, 1842 yılında yazdığı mektupların birinde aynen şöyle diyordu: “Bir arada yemek yemek üzere yahut bilardo oynamak için yahut da hep birden gezmeye çıkmak maksadıyla toplandığımız zamanlarda her birimiz kendi odamızda kanepelere uzanır, kitap okurduk. Bahçede arada sırada esen rüzgâr, odasında çalışan Chopin’in penceresinden etrafa yayılan tatlı akisleri kulağımıza ulaştırırdı. Bu akislere bülbüllerin sesi, güllerin kokusu da karışırdı... (derken) biraz resim yapmak, biraz bilardo oynamak, biraz orada burada dolaşmak türünden uğraşlar bütün günü doldurmaya yeterdi. Bazen bir türlü kalkıp gelemeyen Balsac’ı beklerdik. Ben zaten onun gelmediğine memnun oludum, çünkü bu zat öylesine geveze ki benim çok sevdiğim kaygısız hayatımızın ahengini (tek başına) berbat etmeye yeter... Chopin ile baş başa çok samimi anlar yaşadım. Onu çok seviyorum. Cidden kibar bir insan. Hiçbir yerde tesadüf edemediğim hakiki bir sanat adamı. Hayret ve takdirle anılacak insanlar arasında ender karşılaşılan bir tip...”.

İşte sayın dinleyenlerim, konuşmamıza tanınmış ressam Delacroix’nın Chopin için verdiği bu samimi hükümle son verirken, 100 yıl öncesini yakıp tutuşturmuş olan Chopin’in bugün de aynı heyecanla dinlenmekte olduğuna şaşmamak gerek.