Cevad Memduh Altar1902-1995
English | Français | Deutsch | Italiano | Español

ESERLERİELEŞTİRİ

Bu belgeyi Word Dökümanı Olarak İndirebilirsiniz!

Sayın Munis Faik Ozansoy'a
Posta ile gönderildi.
4.I.1962
C.M.A.

"Zafer"
Sayı: 11 (1962)

ZEVKLER VE RENKLER MÜNAKAŞA EDİLİR Mİ?

Cevad Memduh Altar

            Edilmez derler, çünkü çok kişi, renk ve zevk görüşünün şaşmazlığına inanır. İlme göre de renkler ve zevkler münakaşa edilirler, çünkü aklın önderliği, eşit karşılaştırmalarla objektif zevk yargılarına yol açar. Bu da gösteriyor ki, sanatı yapmak için olduğu gibi, anlamak için de hazırlıklı olmak lazımdır. Aksi takdirde hiçbir tartışmanın fayda vermeyeceği tabiidir.

            Sanatı anlamak, yapmak kadar güçtür. Bu yolda beliren güzellik yargılarıyla, yalnız sanatçının değil, bütün aydınların ilgilenmeleri gerekir. Onun içindir ki, insanın arama gücü, çok eski zamandan beri, sanata ölçü olan güzele yönelmiş ve düşünüş sistemleri arasında “estetik” diye adlandırılan bir ilim [bilim] kolunun da yer almasını icap ettirmiştir.

            Sanatı yapanın, kendine seyirci veya dinleyici arayacağı bir gerçektir. Tıpkı seyirci veya dinleyicinin de kendine sanatçı araması gibi. Bu böyle olduğu için, sanatı yapan ile sanatı anlamak isteyenin karşılaşması, söze yol açmakta, bundan da kaçınılmaz bir tenkit doğmaktadır. Bu arada sanatı yapanın, kendi yaratışının en üstün bir buluş olduğunu, sanatı tadanın da, kendi anlayışının en doğru bir yargı olduğunu savunması, havayı bulandırmakta ve gerçek yolu bulmayı güçleştirmektedir. Bu alanda en iyisini, Alman filozof Paumgarten yapmış, felsefenin 8 kolu arasına, sonradan dokuzuncu kol olarak estetiği de 18. yüzyılda gene bu zat katmıştır. Paumgarten estetiği, “Tabiat ve sanattaki güzellik ile güzelliğin dayandığı sebep ve şartları araştıran” bir ilim olarak tarif etmiştir. Filozof, bu görüşünde hiç aldanmamıştır, çünkü tabiat olmadan sanat olmamış ve sanatçı, örneği tabiattan almıştır. O halde tabiat yoluyla sanatta da beliren güzellik, insan düşüncesinde niçin’e, neden’e yol açmıştır. Bu da gösteriyor ki, sanatçı veya sanatla uğraşan her aydının, güzelliği doğuran sebebe ve şarta yönelmesi ve bu yolda beliren arama merakını tatmin eden bir sonuca ulaşması lazımdır.

            Filozof Kant’a göre, insanda derece derece gerçekleşen bu eylemler, her şeyden önce aklın kendi varlığına ve hürriyetine sahip olduğu anda başlamaktadır. Bu takdirde akıl, hürriyetini tam olarak idrak edince, insanda sanatı ve güzeli yapma veya arama isteği –bir oyun hafifliğiyle– harekete geçmektedir. Bu suretle Kant, iyiye ve güzelliğe giden bu yolun başlangıç noktasını aklın hürriyetine bağlamaktadır. Ne gariptir ki, filozof Lessing, güzelliğin sebep ve şartlarını araştırırken elde ettiği hür görüşleri, 18. yüzyılda formüllerle dondurmuş ve estetik ilminin, bütün sanatları içine alan değişmez kanunları bulmakla yükümlü olduğunu kabul etmiştir. Bir sanat eserinin Lessing’e göre güzel olabilmesi için, değişmez kanunlara dayanan belirli şartların gerçekleşmesi gerekmekte ve bu durum, sanatın her kolu için kesin bir ölçü olma önemini taşımaktadır.

            İşte 18. yüzyıl estetiğinin, yaşayan ve sürekli olarak değişen sanatla bir türlü bağdaşamayan formülleri, işte bu noktada yanılmıştı. Nitekim Boileau’nun, böylesine bir anlayışın ışığında meydana getirdiği “Şiir Yazma Sanatı” adlı estetik grameri (!) ile Lessing’in estetik yargıları dondurulmuş kurallara bağlayan “Laokoon” adlı eseri, bu yüzden iflas etmedi mi? Güzeli, hem ulaşılması imkânsız bir ideal olarak kabul etmenin, hem de onu her seferinde değişmez kanunlarla kesin sonuçlara ulaştırmanın yarattığı bu tezat iledir ki, 18. yüzyılın dogmatik estetiği yaşamamış ve yerini, çağımızın liberal estetiği almıştır. Gene Platon felsefesinden beslenen modern estetiğin, güzeli ve güzelliği araştırma yolunda dayandığı ana prensip ise, her şeyin zamana ve şarta göre kemal yolunda gelişmekte olduğu prensibidir.

            O halde aydın, sanatı anlama yolunu istekle araştıracak, elde ettiği sonuç, o ânın kayıt ve şartına bağlı bir değer kıstası olma vasfını taşıyacak, eşit güçteki yönler arasındaki tartışmalardan uçurumlar doğmayacak, her varılan nokta daha ileri güzelliklere başlangıç olacak; öyle bir zaman gelecek ki, orada her güzellik yargısı, düşünce öncesi olmayan ani bir kararın isabetli görüşü ile değerlenecek ve elde edilen yargı, asıl o zaman gerçek anlamda estetik bir yargı olmanın önemini elde edecek. Bu böyle olduğu takdirde, tasarlanarak değil, ani olarak verilen yargının asıl estetik yargı olduğu da kendiliğinden anlaşılacaktır. Çünkü modern estetik, bir anda beliren yargıyı asıl “estetik yargı”, tasarlanarak elde edilen yargıyı ise “ilmî [bilimsel] yargı” olarak kabul etmektedir.

            Görülüyor ki, düşünen ve arayan her aydının, renkleri de, zevkleri de münakaşa etmesi kadar tabii bir şey olamaz. Elverir ki, insanoğlu –Latinlerin dediği gibi– güzeli ve güzelliği düşündüren refahtan mahrum olmasın!